Evet biliyorsunuz, farkındayım. Yıllardır olan geleneği bozmuyor ve senenin bu haftasını kendime ayırıyorum, bu kez kendim için kendimi yazıyorum. Çünkü benim doğum günüm…
Doğum günleri hep özeldir benim için ama bu seneki daha bir farklı. Dört onluk sıkıştırmışım hayat heybesine kolay mı?
Onlu yaşlarım çocukluğum, su katılmamış masumluğum, umudum. Çikolataya bulanmış oyuncak hayallerimle pamuk şekeri bulaşmış kahkahalarım geliyor aklıma. On ile yirmi yaş arası, en azılı büyüme sancıları. Halil Sezai’den önce girmiş içimize, bağırıyor “İsyaaaann” diye. Pinokyo’nun sadece bir masal kahramanı olduğunu fark etmemle birlikte ilk yalanlar giriyor hayatıma, izin kavgaları, kişilik savaşları, ilk aşk hezeyanları. Yirmili yaşlar, delifişek çağlar. Okullar bitiyor, hayatla tanışılıyor. Onlu yaşlardaki ailemizin isteklerini yapma dönemi, yirmilerde toplumun isteklerini yapmaya dönüşüyor; İyi bir işe girme, evlenme, çoluk çocuğa karışma. Bence hayatın en zor, en kaotik dönemi o yaşlar. Otuzlar, iyi bir ebeveyn olma, işi oturtma, güzel bir sosyal çevreye sahip olma arzusuyla geçiyor. Karakter yerine, hayat düzene oturuyor.
Ve sıra, dördüncü onlukta. Kırk yaş bana, arabanın torpido gözünde katlanmış haritaların tam da o kat yerine gelmiş, hafif sararmış, gitmeyi hiç düşünmeyeceğim uzak, köhne şehirlerden biri gibi gelirdi hep. Şimdi ise o şehrin meydan yerindeki bir kafede oturmuş, gökyüzüne bakıyorum. Koca bir yaşanmışlık var elimde avucumda, onları düşünüyorum.
Yaşlanıyorum hissi, hafif bir nöbet gibi yüreğimi esir alırken kendimi şöyle düşünürken buluyorum; Şimdi geçmişe dönsem ne yapardım?
Ne mi yapardım? Bugüne kadar ne yaptıysam aynılarını yapardım yine. Geçen kırk yıla uğrunda ölünebilecek derin aşkları, içinde boğulabilecek kadar çok gözyaşlarını, sonsuz kahkahaları, acıları sığdırmışım. Anne olabilmenin mutluluğunu tatmışım. Başarmışım, alkışlanmışım. Vicdanımla yaşamış hiç pişman olmamışım. Şimdi yaşadığım tüm yaşlardayım; Yaşlanmamış sadece akıllanmışım.
Kırk yaşına giriyorum ve bakıyorum da hala anlatacak pek çok hikayem, söylenmemiş bir çok sözüm ve yaşayacağıma inandığım uzun bir hayat var önümde. Harika ailem, müthiş oğlum, can dostlarım yanımda. Bir dolu hüzünlerim, sevinçlerim, umutlarım, neyse ki sonunda ders çıkarabildiğim pişmanlıklarım var. Birçok kişinin özendiği, takdir ettiği, kimsenin kolay kolay cesaret edemediği, bazılarının hayranlıkla bazılarının da fesatlıkla izlediği bir hayatım var. Artık savaşmayı bıraktım, hem kendimle hem başkalarıyla. Pireyi deve yapmakta pek maharetliyim de öküzden insan yapacak enerjim yok artık. Şöyle eski zaman şövalyelerinden kaldı mı bilmiyorum ama kaldıysa onlardan birini bekliyorum. Alüminyum folyoya sarılı kahraman görünümlü olanlardan değil ama; Güçlü, yürekli, bir kalbi ve vicdanı olan.
Kırk deyip geçmemek lazım bakın, önemli bir sayı kırk. Doğumda da ölümde de kırkı çıksın diye beklenir değil mi ? Nuh tufanı bile kırk gün sürmüş yani. Peygamberlik yaşı hem kırk, Hz. Muhammed kırk yaşında peygamber olmuş. Kuran’ın 40. Suresi Mü’min suresi; “İnanan, teslim olan, kabul eden, tamama eren” anlamına geliyormuş. Yani kırk, olgunluk demek, sabır demek, tamamlanma demek, çok emek var bunda, çok emekkk !
Farkediyorum da kırk artık kendin için yaşamak demek. Affetmeyi öğrendim ben ama yalnız kendimi. Öyle herkesi affediyorum, ruhumu özgür bırakıyorum falan demeyeceğim valla. Beni üzenleri, özgüvenimi zedeleyenleri, hayallerimi incitenleri hiç de affetmiyorum. Allah affetsin onları, peygamberlik yaşına geldik diye ermiş mi olacağım canım. Artık hırpalamaktan vazgeçtim kendimi, kıyamadıklarım değil bana kıyamayanlar değerli. Sevmeyi biliyorum, sevişmeyi de. Gezmekten anlıyorum, iyi yemekten de. Birini seçersem eğer, mutlu edebiliyorum, mutlu olabiliyorum. Uzun vadeli planlar yapmaktan vazgeçtim artık, anın tadını çıkarabiliyorum. Şarabı, aşkı, kitapları bir de mumları çok seviyorum. Karda yürümeyi öğrendim, izimi belli etmiyorum artık. Sığ insanlara da sığ sulara da tahammülüm yok, derin denizlerde yüzüyorum. Di’li geçmiş pişmanlıklarımı gömdüm sarı kumlara, miş’li geçmişlerim ise çoktan karıştı rüzgarlara. Zararın neresinden dönülüyordu, orayı hep kaçırıyorum ama yeni yaşımda onu da bulacağım inşallah!
Yanlış yapmakla yalnız kalmak arasında bir tercih yaptım. Yanlış kalplerde olmaktansa yalnızlığı seçtim. Ne kadar doğru yapmışım şimdi fark ettim. Ömrümü ne bir adama ne de onun kredi kartına yaslamadım. Bedeni yanımda, aklı başkasında bir adamla kalmadım. Aldatmadım, aldatılmadım, aldatılsaydım da susmazdım. Dolma saramadım, mantı açamadım ama kitap yazdım. Hayatımı haklıyı korumaya, haksızı savunmaya adadım, bunu mesleğim yaptım. Gözyaşlarımı kendim silmeye, yalnız uyumaya alıştım. Yani kırkıncı yılımda, yıkılmadım ayaktayım!
Kalbin kadar ağırsın şu hayatta, sevmeyi bildiğin kadar insan, peşinden gidebildiğin kadar cesursun. Velhasıl zor oldu ama kilitledim kalbimin kapılarını hüzünlere, çevirdim rotamı güneşe. Şimdi kalsın siyahlar geride, baksın griler peşimden, bana ne…
Bir yaşıma daha girdim, hayallerimi salıverdim özgürlüğe, tutsak değiller artık zihnimde. Yaşanmaya mahkum ettim onları ve gerçek oldular kalbimde. Yaşlanarak değil yaş alarak ilerliyorum bu uzun, ince yolda. Biliyorum ki; Her kuyunun bir dibi vardır, her olmaz’ ın bir olur’ u ve ağır gelse de yüreklere, her acının bir sonu…
İyi ki doğdum, iyi ki kanatlandım, özgür bir kadın oldum. Kanaya kanaya geçtim yollardan, kayboldum kimi zaman, düşe kalka buldum yolumu. Büyüdüm, akıllandım, kırklandım. Bu kez kendim için yaşayacağım, kendimi sevip şımartacağım, onun isteklerini yapacağım. Bildiğim, bundan sonra heybem, huzurla, umutla dolar. Tek rakibim kuşlar, onlar da uçtukları sürece varlar!
Valla teneşir paklar mı paklamaz mı bilmem ama,
Gerçek hayat kırkında başlar!
CANSEN ERDOĞAN
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan