Sonbaharı diğer mevsimlerden ayıran en önemli özellik, hem sonların hem de başlangıçları barındırması. Yazın son demleri ile kışın ergenlik hali.Dumanı tüten çaylar, sarı yapraklar, sonsuz yağmurlar. Ama en çok da balık demek bence. Uzun aradan sonra, balıkçıların yüzünü güldüren, soframızı şenlendiren, rokanın kardeşi, rakının yareni, memleket için balık vakti…
Bakın balık deyip geçmemek lazım. Minicik ebatlarına, tek başına mideyi doldurma imkanı olmamalarına rağmen sofraların en pahalı yiyeceklerinden biridir kendileri. Uçsuz bucaksız denizlerde yüzüp ondan sonra küçücük akvaryumda evde süs amaçlı kullanılırlar ne mantıksa. Dünyanın en şanssız hayvanıdırlar ayrıca;
Penguenler, foklar, pelikanlar, timsahlar, yılanlar hatta ayılara kadar tüm hayvanlar alemi balıkla besleniyor. Ama nedense balık, tüm dinlerde, inanışlarda hatta fallarda kısmet, şans olarak gösteriliyor. Tuhaf bir ironi değil mi bu. Bir de üstüne her türlü hakaretimize maruz kalıyor bu hayvancıklar. Ne hakareti demeyin şimdi;
Kokuyor, diyoruz, hafızasına laf ediyoruz, "ölü balık gibi" bakma diyoruz, "sazan gibi atlama" "kefale gelme” diyoruz. Eee yemeye gelince öyle olmuyor ama dimi?
Rüzgarın sesinden gelip denizin mavisinde yol almak ve derin sulara dalmak. Tüm evren karşı olsa da balıklara tuhaf ama bence şans da onlardan yana. Sinir sistemleri olmadığından acı duyguları yok. Yalnızlık nedir bilmiyorlar çünkü en büyüklerinden en küçüklerine kadar hepsi sürü halinde dolaşıyor. Dünyaları bizimkinden çok farklı; Sakin, huzurlu. Renkleri muazzam, manzaraları nefes kesici. Üstelik manzaralarının dikilen gökdelenlerle kapanma ihtimali yok, en güzeli de hep suyun içindeler ama rutubet dertleri yok.
Dokunmadan sevebilmek… Ne zordur, dokunmadan sevebilmek. Bizim dünyamızda, ‘platonik aşk’ derler buna. Balıklar da öyle; dokunmadan sever, doymadan yer, bıkmadan kovalarız onları. Bize de benzerler hani, biz insanlara; Hafızaları yoktur mesela, en fazla üç saniyedir, tıpkı kendisine yapılanları çabucak unutuveren toplum insanları gibi. Dipte yaşayanları da vardır, su yüzeyine yakın yaşayanları da, aynı bizler gibi. Hani kendi dünyanda, kendi denizinde yüzersin ya, bazen mutlu bazen mutsuz, belki yalnız belki umutsuz. Derken bir gün bir olta geliverir gözünün önüne, iğnesinin ucunda güzel sözler, parlayan cümleler vardır, merak edersin, yaklaşır bakarsın. Sazansın ya, sözcüklere açsındır, aşka, sevgiye. Yemişsindir "yem" i, gelmişsindir oltaya. Oysa suçun yoktur, sadece merak etmişsindir, yüzmüşsündür sevgiye. Ucunda, ölmek olsa bile.
“Oysa balık baştan kokar”
Haa alışırsın o başka, zira balıkla gider en güzel sohbetler, balık sofrasında konulur ortaya tüm acılar, sevinçler, üzüntüler. Rakı şişesinde balık olmak istersin, istersin ki gitsin böylece bütün dertler. Balık da rakısız gitmez ki azizim. Ayılar, yılanlar, kediler de yer pek sever ya kendisini; Balık bilemezmiş, mideye inince bir süre beklermiş. Arkasından rakı gelmeyince, ‘acaba beni hangi hayvan yedi’ der, merak edermiş. (Alınabilirsiniz üstünüze)
“Balık, her şeyi bildiğinden konuşmazmış” der bir Kızılderili atasözü. Sen git koca denizlere, sonsuz ummanlara hakim ol, göllerde, nehirlerde salın nazlı nazlı, sonra da meze yapsınlar seni sarhoş masalarına. Konuşur musun, konuşmazsın tabi. Atarsın içine, haksızlıklar acıtır içini pare pare. Yaptığın iyilikler, kılçık olur içinde. Dayanamaz denize atarsın iyiliğini. Su sussa da balık konuşur seni. Ondandır ki;
‘İyilik yap denize at, balık bilmezse Halik bilir”
Bizde hırpalanmış kalbe buz tedavisi, rakıyla uygulanır malum. Ne olacak bu memleketin hali’nden başlar mevzu, ‘O kedi, buraya gelecek’ e kadar devam eder, yalan mı ? Mezesinden mi, geldiği derin suların gizeminden mi bilmem de balık eşlik eder en iyi bu muhabbete. İçersin, yersin, seversin, söversin ve şişenin dibini görüverirsin. Ve sonunda amaaan dersin, boşver;
“Battı balık, yan gider”
Mangalların gözde, pardon ‘közde’ elemanı, hafızası yok diye eleştirilse, itibarı zedelense de duygusal anlamda bizden daha üstündür, onu kabul edelim bir kere.
Balıklar, önce yumurtalarını sonra yavrularını ağızlarında taşır ve onlara zarar gelmesin diye yemek dahi yemezler o süreçte. Çoğu tek eşlidir, eşini kendi seçer ve kendi eşinden başka hiçkimseyle çiftleşmez, eşi ölse bile. Tanıdık geldi mi size, gelmemiş olması muhtemel çünkü bunlardan pek yok artık çevrede. Oysa aksi davranan birçok insan yanınızda, karşınızda duruyor ve bunlar, balığı sadece krakerden ibaret sayıyor.
Bir gün ansızın farkına varıyor ama iş işten geçmiş oluyor. Sevdiği, sevildiği, yuvası, evi dağılıp gidiyor. Ona düşen de arkasından bakmak oluyor. E son pişmanlık da fayda etmiyor. Bir de malumunuz efendim, ne de olsa;
“Kaçan balık büyük oluyor”...
Cansen ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan