Baharın verdiği rehavet ve üzerime sinen bir yorgunluk haliyle kitaplara verdim kendimi bu aralar. Yeni iş planları, yeni yapılanmalar dönüp dururken kafamda, konsantre olmuşken işlere güçlere, en dinlendiğim, kendimi dinlediğim yere sığındım işte. Yazarken dolaştığım düş tarlalarında, bu kez okurken dolaştım. Parmaklarımdan dökülen kelimelerle bu kez okuduğum satırlarda karşılaştım. Ev kedisi modunda, miskin miskin oturmuş kitap okurken karşılaştığım, altını çizdiğim bir bölüm vardı. Şöyleydi;
Maceracı ruhları, yerinde duramayan deli kanlarıyla felsefe öğrencisi bir grup genç, hayatın şifresini çözmeye karar vermişler. Yaptıkları araştırmalar neticesinde bunu çözmek için en doğru yerin Katmandu’nun iki yüz kilometre batısında, Himalaya Dağlarının Annapurna eteklerinde Nepal’in yüksek irtifadaki en büyük şehirlerinden Pokhara olduğunu öğrenmişler ve yola düşmüşler. Vardıklarında, kendilerine hayatın şifresini söyleyecek olan Budist rahibin, Hindulara ait tanrı Vişnu’ya adanmış Barahi Mandir Tapınağında olduğunu öğrenerek oraya doğru adımlarını hızlandırmışlar. Devasa sütunlarla inşa edilmiş tapınağın orkide bahçesinde, gözünü ufka dikmiş oturan rahibi görünce hemen yanına gitmişler. Heyecanla durumu anlatıp tüm felsefi öğretilerde hayatın bir şifresi olduğunun işaret edildiği ve kendilerinin de bu şifreyi bilmek istediklerini söylemişler. Budist rahip başını daldığı uzaklardan onlara doğru çevirerek;
-‘Var elbet, her şeyin olduğu gibi hayatın da bir şifresi var’ demiş.
Bizimkiler heyecanla kıpırdanmış.
Ve kulak kesilmişler rahibin dudaklarından çıkacak sözcüklere.
Devam etmiş rahip;
-Hayatın şifresi çok basit; ‘Verdiğin kadar alırsın’…
Gençler şaşırmışlar, bu kadar yolu bunu duymak için mi gelmişlerdi. Saklayamadıkları bir hoşnutsuzlukla; ‘Nasıl yani ?’ diye sormuşlar. Rahip cevap vermiş;
- ‘Hayatta ödediğiniz bedel kadar alırsınız. Her şeyin bir bedeli vardır ve bu bedelin miktarı, karşılığında elde edilecek şeyin değeriyle doğru orantılıdır. Elde edilmek istenen ne kadar değerliyse, bu bedel de o kadar ağırdır…'
İşin aslı, o gençlere ilk bakışta hak vermemek elde değil. O kadar uğraş, didin, bir de üstüne kilometrelerce yol git, şifrenin sadece basit bir cümleden ibaret olduğunu duy ve dön…
Oysa biraz düşündüğünde fark ediyorsun ki; Kat edilen yolları, bir dolu yaşanmışlıkları, üstüne de eklenen günahları ve sevapları toplayıp uğruna kaybedilenlerden çıkarıp karşılığında kazanılanlarla çarpınca sonuç ortada; Verdiğin kadar, alıyorsun hayatta…
Hayatta en zor şeylerden biridir ne istediğini bilmek. Biraz daha zor olanı, istediğine ulaşmak için ödenecek bedeli bilip bunu kabullenmek. Ama en zor olanı ise bu bedeli ödeyebilecek cesarete sahip olabilmek... Eğer bu bedeli ödemeye hazırsanız, istediğiniz, sizi orada beklemektedir. Değilseniz, bu isteği, rafa kaldırıp hoşça kal deme vaktidir.
Bedel, bir kabulleniştir bazen. Mutsuz olduğunu bile bile yüzleşememektir bu gerçekle. Halihazır düzen bozulmasın, kitap yeniden yazılmasın diye kabullenir insan mevcut hayatını. Bazen dalar uzaklara, derin bir iç çeker ve uğruna mutluluğu feda ettiği alışkanlarına bağlanır sıkıca.
Her hatanın bir bedeli vardır. Bu bazen kaybetmektir varını yoğunu, elindeki her şeyi, bazen vazgeçmektir özünden, sevdiklerinden. Hatta bazen şahsiyetinden, karakterinden…
Bir bedel ödenecekse, bu bedel bizzat içinde olur istenen şeyin. Hayat, ödenmeyen bedel için bulaşıkları yıkatmaz belki ama acısını fena çıkarır.
Kitapta bedel ödemekle ilgili şöyle bir hikaye vardı;
Adamın birisi omzuna bir dövme yaptırmak ister. Bunun için bu işlerin uzmanı olan birisine giderek; ‘kükremiş bir aslan' dövmesini seçer. Dövme yapan kişi işine başlar. Birden adam iğnenin acısı ile bağırarak: “Öldürdün beni, neresinden başladın” diye sorar.
Usta; ‘Kuyruğundan başladım’ der.
Adam; ‘Sen kuyruğu boş ver, bu kuyruğun acısı çok fena, bizim aslan da kuyruksuz olsun.’ Bunun üzerine usta, kuyruktan vazgeçerek aslanın başka bir yeri için dövmeye devam eder. Acıyı yeniden hisseden adam; ‘Usta bu yaptığın da neresi çok canım yandı’ diye sorar.
Usta da; ‘Burası da kulağı’ diye cevaplar.
Adam; ‘Sen işi kısa tut, kulağı da geç’.
Usta kulaktan da vazgeçer aslanın başka bir yerini dövmeye başlar.
Adam yine feryat figan; ‘Çok canım yandı, şimdi neresini yapıyorsun’ diye sorar.
Usta; ‘Şimdi aslanın karnını yapmaya başladım’.
Adam; ‘Varsın karınsız, gövdesiz olsun, acı arttı iğneyi az batır’ diye söylenirken usta işini tamamlar. Adam ustadan bir ayna isteyerek omzundaki dövmeye bakmak ister. Aynaya bakınca bir de ne görsün; Aslandan çok fareye benzeyen bir hayvan vardır ortada.
Adam kızarak: ‘Usta bu ne hal? ’ diye sorar.
Usta da; “Senin tarifine göre aslan ancak böyle olur. Madem ki aslana dayanacak yüreğin yok, ne diye aslan dövmesi istersin. Sana yakışan ancak bir fare dövmesidir’ diye cevap verir.
Herkes farklı şekilde tükeniyor hayatta;
Kimi doğru insanı beklerken, kimi yanlış insana katlanırken…
Bazen mutluluğu ararken bazen dibe vururken…
İstediği işi yaparken, istemediği işte boğulurken
Ve sonuçta herkes bir şeylerin bedelini ödüyor;
Bazen yaşadıklarının, bazen yaşayamadıklarının…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan