Ayy şimdi başlığa bakınca sanki kendim evleniyormuşum da veda ediyormuşum bekarlığa gibi bir durum oldu. Bir veda yazısıyla medeni halime elveda...
Yok tabi öyle bir şey. Sosyal medyada görenler, rastlayanlar biliyordur, bir arkadaşımın bekarlığa veda organizasyonu için atladık uçağa, düştük yollara. ‘Köprüden önceki son çıkış’ta felekten bir hafta sonu çaldık, şehrin derdinden, yoğunluğundan, yorgunluğundan az biraz arındık. Tabi gezinin ana mevzusu, tahmin edileceği üzere, sultanlıktan imparatorluğa uzanan yol; Bekarlık ile dünyanın en riskli kumarı, özgürlüğün, ömrün, sözün, özün ortaya koyulduğu; Evlilik idi.
Şöyle bir düşününce, bekarlığa veda ederken, nikah kıyılıp da düğün dernek eğlenilirken bekarlık çok fena birşey de evlilik nihayet kavuşulan, çok keyifli bir müesseseymiş gibi geliyor kulağa öyle değil mi?
Şurası doğru bak, evlilik dünyanın en eski ve en sürekli sosyal güvenlik projesi. Bir de şimdi ben avukatım ya hukuki bir bakış açısı da getireyim havam olsun; Evlilik, kişi mülkiyetinin tek imzayla ipotek altına alındığı ve temlik edilme imkanı olmayan sosyal kurum.
Ah analar, canım analar…
‘Evlen de, evin olsun, yerin yurdun belli olsun’ diyen anneyi;
‘Benim evim var zaten’ cevabı hiçbir zaman tatmin etmeyecektir.
O bir Türk annesidir, doğurmuş, okutmuş, büyütmüş şimdi de evlendirecektir. Zira toplum, elinde madalya ile ondan bunu beklemektedir. O son viraja başarıyla girmiş anne, şimdi pes mi edecektir, Asla!
Hadi onu geçtik, davetiyelerden, lokantalardaki masa düzenlerine, aile içi sohbetlerden, romantik komedilere kadar her şey çift’leşmek üzerine kurulu. ‘Bekâra ev verilmez’, ‘Bekârın parasını it, yakasını bit yer’, ‘Bekâra karı boşamak kolay’ diyenler, tamam evlilik doğru kişiyle, doğru zamanda yapıldığında en güzel hadise de peki o ‘doğru’ nerde. Ayrıca doğru kişiyi bulmak kadar doğru kişi olabilmek de mesele…
Arkadaş, istersen en iyi okulları bitir, bölüm birincisi ol, dört lisanı anadilin gibi konuş, üst düzey bir şirkette yönetici ol, bilmem ne kadar maaş alıyor ol, önemi yok. Eşin varsa başarılısın, yoksa solda sıfırsın toplumun gözünde.
Tabi bu genetik kodlama, mahalle baskısı, Türk yazgısı, daha bebekken başlıyor bizde. Henüz minicik bir bebekken, kucaktan kucağa gezdirilirken, etrafa şaşkın şaşkın bakınırken, kulağınıza isminizden hemen sonra üflenen; ‘Mürüvvetini de görelim inşallah’ lafıdır. Durun, bir büyüdüğünü, yürüdüğünü gör önce, evliliğine ne ara gittin be teyze?
Sonra çocukluk döneminin o en eski, en vazgeçilmez oyununa sıra gelir;
Evcilik…
Evcilik, evlilik hadisesinin tatlılaştırılmış, acıdan arındırılmış, minyonlaştırılmış hali. Neyse başlarsınız evciliğe, uzaktan bulaşırlar muhabbetinize; ‘Ne o, napıyosunuz o bebeklerle?’
O küçücük halinizle soruya anlam veremez ve verilebilecek tek makul cevabı verirsiniz;
‘Oynuyoruz tabii ki de’
Ama cevap hazırdır karşı tarafta;
‘İyi bakalım, hadi büyüyüp evlenin de, kendi bebeklerinizi büyütün‘…
Bilirsiniz okul çağlarında, eve döndüğünüzde o malum teyzeler doluşmuş, pasta-börek-kısır üçlemesine oturmuşlardır. Önce usulen ‘dersler nasıl gidiyor’ soruları gelir ardından esasa geçilir; ‘Pek bir güzelleşmişsin, seni oğluma alayım’. Cevaben; ‘Tabi al teyze de burada mı yersiniz yoksa hediye paketi yapayım mı?’ demek istersiniz de neredeee. Dünyanın tüm silahlarına bedel gözlerini size doğrultmuş annenizi görünce, atarsınız içinize.
Son derece sancılı ve kanlı dönemler ise gençlik çağlarında zirveye ulaşır. Ev işlerine konsantre olmanız, olamamanız halinde de; ‘Sen evlenince ne yapacaksın’, ‘Bu pasaklılıkla seni alan üç gün sonra geri getirir’ gibi soruların bir numaralı muhatabı oluverirsiniz. Olur da es kaza; ‘Anne bir dur ya, proje hazırlamam lazım yarına’ derseniz cevap yapıştırılır suratınıza; ‘ Yavrum ileride eşinle bezelye yerine proje mi yiyeceksiniz evde? ’
‘Yok, annecim olur mu, ben eşimle bezelye yemek için okudum, bir de üstüne master yaptım bunca sene’…
Diyeceğim o ki bekar olmak çoğu kimseye dert bu memlekette. Sağlığınız yerindeymiş, kariyeriniz mükemmelmiş, onca dostunuz, arkadaşınız, çevreniz yanınızda destekmiş kime ne. Düşlerinizi gerçekleştiriyor, hobilerinizi yapıyor, kendinize zaman ayırıyormuşsunuz, dev bir kütüphaneniz, sağlam bir film arşiviniz, ince bir müzik zevkiniz, seyahat keyfiniz varmış, boş versenize. Ey Türk kızı; Birinci vazifen evlenmektir, unutayım deme!
En yalnız insan hiç evlenmemiş olan mıdır, evli olduğu kişiyle arasında dağlar, uçurumlar olan mı acaba? Sırf ‘evli kalmak’ adına mutsuzluğunu inkar etmek, yalnızlığını görmezden gelmek mi başarı yoksa?
Yalnız diye acınır ama evli bir insanın evlilik içindeki yalnızlığının daha acıtıcı olduğu konuşulmaz. Çünkü evlilik kutsaldır, hayatta başarılı olmanın tek şartıdır(!) .
Gençken evlilik için güzellik, zenginlik, gözleri kör eden ve aşk adı verilen delilik aranıyor. Büyüyüp de tanıyınca hayatı, her şey gibi bunlar da değişiyor. Hayatı paylaşmak önemli oluyor. Başını omzuna dayayabilmek, saatlerce konuşabilmek bazen susarak anlaşabilmek. Başka kimseye ihtiyaç duymadan birlikte gezebilmek, birlikte keşfedebilmek, tek bedende iki ruh olabilmek.
Netice olarak;
Sevgili bekarlar, ''Bekarlığın sultanlığı, ruhunuzun eşini bulana kadar, ondan sonrası zaten krallık.'' diyorum
Heee, var mı öyle biri derseniz,valla onu da okuyucumun hayal gücüne bırakıyorum!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan