Kafamda deli sorularrrr…
Sorumlulukları, ödevleri, görevleri yırtarcasına bir kaçış ve kendine uzaktan bakış. ‘Neredeyim, ne yapıyorum’ sorularını bu kez kendini kandırmadan cevaplayış. Aynadan gördüğün siluetini beğenmeyip surat asış. Oysa sorunun kendinde değil, baktığın dışbükey aynada olduğunu anlamayıp çuvaldızı kendine batırış. Güneşe bakmaya cesaretin olmadığından gölgeni ışık sanış. Oysaki baktığın aynayı değil de kendini değiştirmeye çalışmak en büyük yanlış ama bunu anladığında çok geç kaldığını anlayış…
Dalmış, bunları düşünüyordum işte muhabbetin dibine vurulan bir akşam yemeğinin yuvarlak masasında; Hayatın aynı anda hem ne kadar karmaşık hem de ne kadar basit olduğunu. Oyun gibi; Kuralları öğreninceye kadar asıl zorluk ve birkaç kez yenilinceye kadar, sonra bir şekilde öğreniyorsun, öğretiliyorsun.
Farkında mısınız siz de, hep bir acı, hep bir umutsuzluk var, hayatı anlatan cümlelerde. İzlediğimiz filmler, replikler de öyle. Aile dramları, dermansız hastalıklar, kavuşulmayan aşklar, saraydaki entrikalar, devlet içi hesaplaşmalar eksik olmuyor, kelepçeyle bağlandığımız ekrandan.
Acıyla yoğrulmuş, bol yaşlı diziler reyting rekorları kırarken, sonu mutlu bitenler, zengin insan mozaikli diziler yayından kaldırılıyor. Valla ben bunun sebebini genetik kompleksimize bağlıyorum. Viyana kapılarına dayanmış bir imparatorluğun torunları olarak, şimdi bizi Avrupa birliğine alın diye yalvarıyorsak içli içli, bu toplumca içimize yerleşmiş bir kompleks olmuş sanki; Kendimizi hüzünle cezalandırma şekli.
Hayatı acıyla kabullenme mottosu, en çok şarkılarda gösteriyor kendini. Ayrılıklar, yaşanmayan vuslatlar, yarım kalmış aşklar can buluyor notalarda. Söylenmemiş duygular, bestelerle paylaşılıyor, yaşanan isyanlar güftelerle haykırılıyor. Hep bir hüzün gizli, şarkıların notalarında, her şarkı bir hikaye barındırıyor doğduğu ruhlarda ;
‘Dönemin ünlü şan seslerinden ve büyük hocalarından Melahat Pars, konservatuarda hoca. Hem kendi hem de sesi güzel bu hocanın büyük de bir hayran kitlesi var okulda. Öğrencileri arasında, kendisine hayran genç bir delikanlı var ve delikanlı, kendisinden yaşça büyük hocasına çok aşık. Her dersi, en önden takip eden ve hayran hayran kendisini izleyen öğrencisinin ilgisinin Pars da farkında. Delikanlı ve hocası, bir gün merdivende karşılaşıyorlar ve delikanlı kendini daha fazla tutamayıp tüm cesaretini toplayarak;
‘Hocam ben size aşığım’ diyor.
‘Hocam ben size aşığım’ diyor.
Melahat Pars, belli belirsiz gülümseyerek yoluna devam ediyor. Ertesi gün dersinde, kendisini yine en önden izleyen bu öğrencisine dönerek önceki gece yazmış olduğu şarkıda kendisine eşlik etmesini istiyor. İşte halen dillerde olan ve zamansız aşkları anlatan o şarkı da böylece ortaya çıkıyor;
‘Ben gamlı hazan, sense bahar, dinle de vazgeç/ Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç. Olmaz meleğim böyle bir aşk, bende vakit geç / Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç…
Yine büyük bir aşk; Birlikte olmalarına izin vermeyen ailelerini, sevdiklerini, değer verdikleri her şeyi geride bırakıp birlikte yolan çıkan çift. Hani eş ruh derler ya, işte tam da öyle bir sevda. Dolu dolu yaşıyorlar aşklarını, hayatlarını adadıkları sevdalarını.
Adam kadına âşık; “Sensiz yaşayamam” diyor. “Sana bir şey olursa ölürüm”
Adam kadına âşık; “Sensiz yaşayamam” diyor. “Sana bir şey olursa ölürüm”
Kadın adama aşık; “Sen olmazsan ben zaten ölürüm”…
Tam da bu sırada kadın ağır hastalanıyor, çağın illeti kanser vücudunu sarıyor.
Birkaç ay ömür biçiyorlar kadına. Ve kadın, kıyamıyor sevdiği adama.
Varsın nefret etsin ama ölmesin arkamdan diyor ve bir mektup bırakarak adamı terk ediyor.
Daha sonraları yorumcu Leman Sam’ın sesiyle hayat bulan bu mektupta şöyle yazıyor;
‘Bir gün anlayacaksın neden sessizce gittiğimi, senden vazgeçmek uğruna nasıl bir savaş verdiğimi / Her sabah bir sayfa daha eksilip gidiyor ömrümden, ömrümün yıkıntılarında can çekişiyor umutlarım / Ellerimde acılar, ellerini tutamam, kıyamam kıyamam sana / Yollarımda ayaz var, yaklaşma yollarıma kıyamam kıyamam sana / Karanlık gecelere ortak edemem seni, kıyamam kıyamam sana…
Birkaç ay ömür biçiyorlar kadına. Ve kadın, kıyamıyor sevdiği adama.
Varsın nefret etsin ama ölmesin arkamdan diyor ve bir mektup bırakarak adamı terk ediyor.
Daha sonraları yorumcu Leman Sam’ın sesiyle hayat bulan bu mektupta şöyle yazıyor;
‘Bir gün anlayacaksın neden sessizce gittiğimi, senden vazgeçmek uğruna nasıl bir savaş verdiğimi / Her sabah bir sayfa daha eksilip gidiyor ömrümden, ömrümün yıkıntılarında can çekişiyor umutlarım / Ellerimde acılar, ellerini tutamam, kıyamam kıyamam sana / Yollarımda ayaz var, yaklaşma yollarıma kıyamam kıyamam sana / Karanlık gecelere ortak edemem seni, kıyamam kıyamam sana…
Âşık olduğu kadını, ilk kadın tiyatrocu Afife Jale’yi düştüğü uyuşturucu bağımlılığından kurtarmak adına kendisi de bu batağa düşen ama asla sevgisinden vazgeçmeyen, bu uğurda inandığı tüm değerleri elinin tersiyle iten ünlü bestekâr Selahattin Pınar, ünlü ‘Huysuz ve tatlı kadın’, ‘Sevdim bir zalim kadını’ gibi eserlerini de Afife Jale ile yaşadığı büyük aşk sırasında, ona ithafen yazmış
Her şarkı, bir hikaye barındırıyor içinde; Bazen tamamlanmış bazen yarım kalmış…
Şarkı sözleri dediğimiz; Ayrılıklarımız, yaşayamadıklarımız, kavuşamadıklarımız bazen de pişmanlıklarımız. En çok dinlediğimiz en çok biz olan, en çok sevdiğimiz, içinde en çok bizi taşıyan. Bazen nihavent makamı gibi yaşıyoruz arabesk aşklarımızı, bazen de türkü tadında yöresel ve acıklı.
Öyle anlar gelir ki hiçbir teselli, hiçbir söz etki etmez bazı acıları. İyileştirmez hiçbir şey kalp yarasını. Ya da tam geçti derken, bir melodi getirir aklına, bir güfte hatırlatır unutmak istediğin ne varsa. Müziktir o, bir nakarat, bir balattır o, beyne saplanan kurşun, kalbi darmaduman eden bir bozgun. Ve aslında çoktan unutulurdu çoktan da;
“Ah bu şarkıların gözü kör olsun…” !
Cansen ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan