DOMATES, BİBER, PATLICAN
Efendiiimm, gündemin nabzını tutan, aktüaliteyi yakalayan, okuyucularının sesi olan yazarınız yine görev başında. Son haftaların malum konusu, basının ana mevzusu fahiş meyve-sebze fiyatları konusunda ne düşünüyorum acaba? Benim de bir-iki kelamım durmasın mı şuracıkta?
Ezelden beri sofraların değişmezi, dar gelirlinin mezesi, fakirin vazgeçilmezi domates-biber-patlıcan üçlüsü, şimdilerin zenginlik alameti. Domates hakkında yazı yazacağımı düşünmezdim valla ama kendisi bu ara baya formda; bakınız domates güzeli Ayşen Gruda. Gruda’yı rahmetle anarak konumuza dönüyor ve domatese soruyoruz; “ Sen hangi ara böyle havalandın da biz seni bulunmaz nimetten sayıyoruz?
Ben biliyorum işin aslını; dış mihrakların sebzeleri bunlar. Barış Manço da zamanında bunu belirtmiş, ileride yaşanacak özlemi daha o zamandan bilmiş. Bak bak, sözlere bak;
“Şimdi benden çok uzaklardasın biliyorum/ belki bir gün dönersin diye dualar ediyorum/ seni bir daha görsem yeter inan ki bu bir ömre bedel/ yeter ki bitmesin bu rüyam…”
İleride yaşanacak pahalılığı, sofralarda yerleri doldurulamayacak o hazin boşluğu ne güzel de anlatmış adam. Şarkının şurası, zaten her şeyin özeti;
“Bir anda bütün dünyam karardı/ Bu sesle sokaklar yankılandı/Domates biber patlıcannnn…
Son aylardaki ekonomik dalgalanma, her sektörü etkilerken bir yandan da iklimsel talihsizlikler üst üste gelince tarım, bu olumsuzluklardan en çok etkilenen alan oldu malum. Zaten yağmurlar, çamurlar, seller götürürken ortalığı bir de biçmedir, yüklemedir, nakliyedir, yerleştirmedir niyetine uçuk fiyatlarla komisyon bedelleri de koyulunca millet algılayamadı tabi, sebze mi alıyoruz, kuyumcudan mı çıkıyoruz, noluyoruz diye…
Tarla milli, çiftçi milli, ürün milli, çıkan ürün milli ama ürün ekilip biçilip nihai tüketiciye ulaşana kadar fiyatlar, ithal mal alıyormuş noktasına getirmiş bizi. Bakkalları, süpermarketleri geçtik de pazarlardan alışveriş yapamayacak noktaya gelinmiş, kim koruyacak halkı, kim durduracak bu fahiş adaletsizliği?
İşte bu koruma ve durdurma işine devlet el attım ve tanzim satış dönemi böyle başladı. Belediyelerle Tarım Kredi Kooperatifleri bir çalışma hazırladı ve mobil araçlarda tanzim meyve sebze satışına başlandı. Böylece vatandaşlar, sebze ve meyveleri marketlerdeki, pazardaki fiyatlardan ucuza satın alma fırsatı kazandı. Yani devlet, perakendeciye, son satıcıya ayar verdi, fiyatları yükseltenlere bedelini ödetti.
Durum birazcık savaş zamanlarındaki karne meselesini anımsatsa da niyet güzel esasında. ‘Biz, halkın yanındayız, karaborsacılara göz açtırmayız’ diyen bir hükümet var sonuçta karşımızda. Onca ikaza, uyarıya rağmen fiyatları düşürmemekte direnen, halkın sofrasındaki meyveye, sebzeye göz diken süper marketçi, pazarcıya sağlam bir uyarı olmuş aslında. Bu da bir Tanzim’at Dönemi.
Hatırlarsınız, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1839 yılında Gülhane Parkında Tanzimat Fermanı’nın okunmasıyla başlayan modernleşme döneminin adıdır Tanzimat. Düzenleme, reform anlamına gelmektedir. Tanzimli satış dönemi, tanzimat dönemine benzetilebilir mi?
Yenilik vasfını taşıması, halkı yararına olması bakımından evet. Ama uzun soluklu olmaması, miktar ve süre yönünden sınırlayıcı unsurların varlığı, mevzuyu biraz zorluyor tabi. Üretici ile tüketici arasındaki tüm aracıları ortadan kaldıran bu sistem, liberal, “serbest piyasa ekonomicisi” çevrelerden, “ticaretin kutsallığı”, “serbest piyasa ekonomisinin ruhu”na aykırıdır gerekçesiyle kabul görmeyecek. Pazarcı, marketçi de haklı; dükkan kirası, eleman ücreti, vergi problemi, işgaliye bedeli, poşet masrafı gibi esnafın üzerinde maddi yükümlülük olan bedellerin tanzim satış noktalarında yok, tümden kalksa, onlar da ucuza satabilecek.
İşte o meşhur değnek var ya, hani iki uçlu olan, işte o tam değnek tam da burada karşımıza gelecek, hangisi doğru karar verilemeyecek.
Yalnız böyle domatesti, biberdi, patlıcandı bahsedince canım da çekti valla şimdi. Direkt yaz geldi aklıma, söğüş domatesli biberli, patlıcan kızartmalı yaz günleri. Şimdi ‘çok pahalı, ‘fahiş fiyatlı’ diye kızıyoruz da eskiden yaz meyve-sebzelerini yazın, kışınkileri de kışın yerdik biz. Hormon hayatımıza girmemiş zamansız meyve-sebzelere zerk edilmemişti henüz. Kimse kışın domates, sivri biber, patlıcan yok diye hayıflanmaz, yazdan kuruttukları sebzeler ve yaptıkları salçalarla idare ederdi o zamanlarda. Canan Karatay da girmemişti daha hayatımıza üstelik ‘onu yemeyin, bunu yemeyin’ demiyordu şimdiki gibi televizyonlarda. Huzurluyduk ya, sağlıklıydık da…
Eskilerin düzenini, yaşam şeklini, organik stilini, doğal yiyeceklerin bırakıp da oniki ay her meyveyi-sebzeyi yemeye kalkarsak olacağı buydu. Sen masandaki söğüş domates-biber –patlıcana razı olmayıp onları karıştırarak şakşuka yapınca sonumuz bak böyle oldu.
Zararın neresinden dönülse kardır diyorum son olarak. Geçici değil kalıcı çözümler, üreticiye destek sağlayıcı müdahaleler bekliyorum. Fiyatları fahiş yapanlara, vatandaşın cebine el uzatanlara gerekli cezalar verilsin istiyorum. Ve domates-biber-patlıcana da o şarkının devamıyla sesleniyorum;
“Şimdi benden çok uzaklardasın biliyorum/ Belki bir gün dönersin diye dualar ediyorum
Seni bir daha görsem yeter inan ki bu bir ömre bedel/ Yeter ki yıkılmasın bir daha dünyam..
Domates, biber, patlıcaaannn…”
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan