Sadece düşündüğümde bile heyecanlandıran…
Varlığıyla geceleri uyutmayan, sabahları keyifle uyandıran.
O bir tutku, beynimi uyuşturan, bedenimi esir alan, içimi dolduran.
Sımsıkı kavradığımda ellerimi ısıtan, genzimi yakan.
Zamanı unutmuş, kendimi kaybetmişken kelimelerin arasında kocaman hayatlar, koskocaman duygular anlatmaya çalışırken, başucumda kara gözleriyle bana bakıp duran.
Parmaklarım yazmaktan uyuşup da diyeceklerim henüz bitmemişken kaybolduğum Araf’ta, dilimdeki lezzetin adı o…
Her damlada prangalaşır yüreğim, her iç çekişte bir yudum katran karası kahveyle.
Gökkuşağının ortasına konan beyaz kanatlı düşler saklıdır aslında bir fincanında.
Korkular saklıdır karanlık telvesinde; ‘İçin kabarmış senin’ ile başlayan, ‘ay doğmuş yüreğine’ ile biten kehanetler…
Nisan yeşili günlerin ikindi zamanlarında, bir şiir ısmarlanır kahvenin yanına.
Saçak altı sevişmelerde, yağmurlar karışır üzerindeki bir parmak köpüğe.
Soğuğa yakışır o en çok, bir de şöyle okkalı bir sohbete.
Kahve bahanedir aslında, yarendir muhabbete…
“Ne içersin; Çay mı kahve mi” sorusuyla geldim valla buralara. Yılların kararsızlığı, karakter tahlili değil midir, sorunun cevabı?
Bence çay ayaküstü içilendir. Yoldan çevirirsin üç-beş kişiyi de; ‘Hadi gelin bir çay için’ dersin.
Ama kahve öyle herkesle içilmez.
‘Otur bir çay iç, ısınırsın’dan ötedir kahve, çay bedeni ısıtır çünkü kahve ise ruhu.
On dakikada üç bardak çay içilir de kahve günde iki, bilemedin üç içilir ancak. Kolay değildir tabi, başını döndürür adamın, kalbini çarptırır. Çünkü o tutkudur, tutku ise acının dik âlâsı.
Sessizliğin içeceğidir kahve;
Kimi zamanlar oldu, umutlar soldu ama kahvenin suçu yoktu, insanlar hatır bilmiyordu.
O yüzden sevdiklerimle kahve içiyorum ben, sade beklentileri, şekerli hayalleri, sütlü hüzünleri olanlarla.
Ve kırk yılı kilitliyorum anında, en helalinden…
Şu da var tabi, aşkın ve çayın hakkını veremiyorsan öyle demli cümleler kurmayacaksın. Çünkü kahvenin kırk yıl hatırı olabilir de çayın ki henüz hesaplanmadı ki. Kahve, entelektüellerin ve bohemlerin çay ise yoksulların, yalnızların ve şairlerin resmi içeceğidir. Kahveyi koyu ve karanlık biliriz ama çayın da derdi var belli; Ateşler içinde yandığına, unutulduğunda soğuduğuna ve çok beklediğinde acıdığına göre…
Çaylar bitince, boşlar toplanır hemen, kahve fincanları ise durur öyle.
Daha fallar bakılacak, umut dağıtılacaktır.
Kara telvelerin arasında birikmiş koyu ayrılıklar konuşulacak, gidenler anılacak, yeni gelecekler karşılanacaktır.
Tadı hep farklıdır;
Sevdiklerinle, ailenle içtiğin, huzurdur-dumanı buram buram tüten huzur.
Sevdiklerinle, ailenle içtiğin, huzurdur-dumanı buram buram tüten huzur.
Dostlarla içilen kahve, neşedir, kahkahası cezveden taşan.
Serin bir gecede, balkonda tek başına içilen, yalnızlıktır, tadı acıdır.
Yorgun bir günün ardından içilen kahve ise hafifletir insanı, alır günün ağırlığını.
Bir de sarhoş akşamların, zil zurna olmuş bilincin kahverengi bir halata tutunarak gün yüzüne çıkma anıdır o, adamı ayıltandır.
Tabi ayrıca, aynı yastıkta paylaşılacak bir ömrün ilk durağıdır da…
Evlenmek için kız istemeye gidince kahve yapılır.
Gerçi son dönem evlenme programlarında çay da afili bir giriş yaptı müesseseye; “Elektrik aldım, bir çay içebiliriz” repliğiyle.
Kahvenin şekerlisini severim ben, en Türk tarafından. Yanına çifte kavrulmuş lokum bir de sakız likörüyle. Yanına sohbeti, koynuma yalnızlığı alır, köpüklü sabırlarımı sınarım kendi yaşanmışlıklarımda.
Çayı, çok açık içerim, kimle içtiğimi bardağın öbür yanından görebileyim diye. Bir içimlik zamanların hatırına sığdırırım kırk yıllık acıları, kaygıları, umutları…
Çay aynı kadın gibi; İnce bellisi var, tombulu, sıcağı- soğuğu, şekerlisi - şekersizi. Tatmasını bileceksin!
Bir Kolombiya atasözü de der ki; “Kahveyi gece kadar siyah, cehennem kadar sıcak ve kadın kadar tatlı içeceksin”!
Ama bence hepsinden mühimi; “Bir seveceğin kişiyi, bir de birlikte içeceğin kişiyi iyi seçeceksin”!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan