Dikkat dikkat! Kendiyle yüzleşmekten korkan, alıp takkesini önüne, düşünmekten kaçınan varsa okumasın bu yazıyı, baştan söyleyeyim. Ben yazarken yüzleştim kendimle, kızdım bazen aynada gördüğüme, söylendim, öfkelendim. Çokça kızdım, anlamaya çalıştım ama sonunda rahatladım. Böyle bir yazı bu işte, sonradan söylemedi demeyin de
Hava kararmak üzereydi. Trafik, acaba bugün kaç kişiyi delirtsem de, başka şehre göçme planları yapsınlar diye ince bir hesap içindeydi. Burnumu arabanın camına dayamış dalmışken, önünden geçtiğim lunaparkla irkildim ansızın. Korkunun soğuk dokunuşu değdi göğsüme, bir el sıktı sanki boğazımı, bir yumru yerleşti yüreğime. Yıllar öncesine gittim, üstümde kırmızı bir palto olan çocukluk günlerime. Burnumu cama dayayarak gitmeyi beklediğim lunapark dönemlerine…
Heyecanlı bir bekleyişti lunapark, bir umut, özleyiş. Babamın elinden tutup heyecana doğru ilerleyiş. Ama her seferinde içimi saran aynı korku, huzursuzluk. İçeri girene kadar heyecanla beklenen, girdiğim anda da ayaklarım geri geri giden…Korkutur beni lunaparklar; devasa kalabalıklar, boğuk çığlıklar, derin uğultular. Neon ışıkların ardında gizlenen metallerin sinsi duruşları, atlıkarıncaya feleğini şaşırtan çocuk haykırışları, çarpışan otomobillerden gelen kesif yanık kokusu…
Çocukluğuma inersek -yani en azından arada bir profesyonel olmadan, kendi aramızda- korkuyla ilk tanışmamdır lunapark. Yıllar, çok başka korkularla tanıştırdı sonraları, en tanıdık duygu oldu hepimiz için. Bazen kabullenmedik, direndik ama arada korkularımıza yenildik…
Şimdi fark ediyorum ki en çok korkanlar, en güçlü görünenlermiş aslında. Gücü, kuvveti, iktidarı elinde tutup; “Ayna ayna söyle bana, en cesur kim bu hayatta” diyenler, korkacak çok şeyi olan kimseler. Oysa ki onlar, kendileriyle aynı fikirde olmayan insanlardan korkmak yerine, aynı fikirde olmayıp bunu söyleyecek cesareti olmayanlardan korkmaları gerektiğini bilmezler.
Hani derler ya; ‘Ah şimdi genç olsaydım keşke, o günlere dönseydim’, ben hiç istemezdim inanın. Ne kadar büyük, tehlikeli ve de gizemli gelirdi hayat bana o zaman. Sonunu ve yolunu bilmediğin, uzun ve çetrefilli bir yol. Şimdi bakıyorum da haklıymışım ya, tam da tahmin ettiğim gibiymiş hayat, hiç de kolay değilmiş. Mutsuz olmaktan korkardım, çok mutsuz zamanlarım oldu. Yalnızlığın ihtimali bile yoktu oysa en yakın arkadaşım oydu. Kalmak kolay olan, kaçmak zordu. Yanlıştı belki ama bu benim yolumdu. Şimdi görüyorum ki ayağa kalkacak kadar cesur olduktan sonra düşmekten korkmak gereksizmiş. Gücünü aşktan, umuttan ve de mutluluktan alan her olayda, kaybetmeyi göze alarak girdiğin her savaşta, kaybolacağını bildiğin ama yine de vazgeçmediğin her yolda haklıysa korkma, Hak seni korur mutlaka !
Evinden, işinden, eşinden, ilişkisinden, oturduğu mahalleden, görüştüğü kimselerden mutlu olmayan o kadar çok kişiyiz ki aslında. Ama kolay geliyor kabullenmek, bir şeyleri değiştirmemek, emek sarf etmemek. Düzeni bozmak zor gelir çünkü değiştirmek, değişmeyi de beraberinde getirir. Hayat yeterince zor canım, kim uğraşacak şimdi bir de bununla?
O iş öyle değil ama;Bir kereliğine verilmiş bu hayatı başkaları için yaşamayın. Paket size ait, başkalarına çaldırmayın. Olmak istediğiniz kişiler, gitmek istediğiniz yerler, yapmak istediğiniz şeyler doldursun hayatınızı, klişeler ve mecburiyetler değil. Çok da zor değil aslında biraz yürek istiyor o kadar. Hayat, hayallerimiz ve seçimlerimizden ibarettir. Bence, olduğumuz gibi kabul eden değil olmak istediğimiz kişi yapan, bizi hak edendir. Ve insan, uyuduğu yere değil yanında uyumak istediği kişiye aittir.
Yıllar içinde fark ettim ki ne karanlık, ne açlık ne de yalnızlık, beni korkutan tek şey kaybetmekmiş. Sevdiklerimi, düşlerimi, değerlerimi, kendimi…
Korkmak ve Korumak aynı kökten türemiş kelimeler. Bu da mı tesadüf yani
Kendinden daha fazla korumayı önemsediğin şeyler olduğunda daha da çok korkuyorsun. Aileni, sevdiklerini, kırılmaya müsait hayallerini. Hayal demişken, küçükken ne hayaller kurardık; Doktor olup insanları kurtaracak, avukat olup suçsuzları savunacak, astronot olup aya çıkacaktık. Pembe panjurlu evimiz olacak, mutlu mesut yaşayacaktık. Zamanla yüzme öğretmediğimiz hayallerimiz suya düşüp boğuldukça hayal kurmaktan da korkar olduk. Kurmaya çalışanlara da bahaneler uydurduk. Bak işte bak, şu cümleye bak; “Bir şeyi çok istersen olmaz, bu hayatın sen bakarken soyunamıyorum şeklidir…”
Acıya acıya, kanaya kanaya büyüyorsun işte. Pısıp da kapanacağıma içime, güneşi aldım örnek kendime. Korkmuyorum batmaktan her akşam, yılmıyorum yeniden doğmaktan. Ayakta duracak halim kalmasa da hayatta kalmamı sağlayacak nedenlerim varsa neden korkayım ki düşmekten. Düşsem de yeniden başlarım, ne olacak…
Ne mi yapıyorum ben, söyleyeyim; Denizi seviyorsan dalgaları da seveceksin arkadaş. Dikenine katlanacaksın o gülü koklamak için. Büyük muharebeleri kazanmak için küçük çatışmaları kaybedeceksin. İnandığın doğrunun peşinden gideceksin. Ait hissetmediğin kimsede, mutlu olmadığın yerde, sevmediğin işte olmayacaksın.
Mutsuz insanlardan uzak duracaksın, mutlu olmaktan korkanlardan da!
Gitmekten, yenilmekten, düşmekten, sevmekten vazgeçme!
Unutma;
Korkanlar her gün ölür, cesurlar bir kere… !
Cansen ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan