“Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse…”;
Hayatın garip tezahürlerinden birisi işte!
Hoş ben büyüme kelimesini daha çok seviyorum, yaşlı’ ya göre. Güzün sarı bulaşmış melankolik günlerinde bana kızıl yalanları hatırlatan bu sahte, güneşli günlerinde bambaşka anlamlar yüklüyorum artık geçmişe, bugüne, geleceğe…
Bu aralar Edith Piaf eşliğinde Nazım’a, Edip Cansever’e, Turgut Uyar’a vermişken kendimi, zamanın nasıl hızlı, nasıl yavaş, nasıl sıkıcı, heyecanlı geçtiğini fark ediyorum. Kör kuyularda merdivensiz kalıyorum sonra çıkışı yine kendim buluyorum. Bütün şiirlerin, dizilerin, dizelerin sonu umuda bağlanıyor bu aralar. Gecenin kör vakti, uyku tutmayıp balkona çıktığımda şu sesi duyuyorum sol yanımda, göğüs kafesimin hemen altında; “Unutma, gecenin en karanlık anı, şafaktan önceki zamandır”
Çocukluğumun belirgin cümlelerinden biriydi dedemin; ‘Hadi akşam oldu ajansı açın’ demesi. Annemin; ‘Saat yedi oldu, haberleri açın’ ı takip etti onu yıllarca. Ben ise haberleri izleyemiyorum. Birbirlerine silah değil çiçek uzatan toplumlar, açlıktan değil mutluluktan ağlayan insanlar düşlüyorum. Kanla parayla sulanmış, köpük köpük kötülük akan coğrafyalarda değil iyiliğin ve ümidin yeşerdiği topraklarda büyüsün istiyorum çocuklarım…
Bak yine umuda bağladım cümlemin sonunu, ah benim iflah olmaz yüreğim. Bağlayacağım tabi; Hangi güç, hangi kanun, ağzına günah bulaşmış hangi varlık susturabilir ki çocukluk hayallerimizi, kırabilir ümitlerimizi?
‘Ne oldu sana da, haberlerden geldin umuda’ derseniz, cevabı burada, tam karşımda duran Edip Cansever’in mısralarında;
“Bütün iyi kitapların sonunda,
Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda,
Meltemi senden esen,
Soluğu sende olan,
Yeni bir başlangıç vardır…”
-İçinizde bir yıldız kaydı mı hiç?
-Binlerce mi ?
-Benim de öyle. Dilek bile tutamadan hem de. Göğsümün orta yerine kurduğum, o lunaparklı harikalar diyarının tam ortasına, kırmızı rugan ayakkabılı çocukluğumun hemen ardından en ateşli haliyle, bir değil bin yıldız düştü. En sevdiğim şiirlerin, sonu iyi biten öykülerin, dağınık yatakların öncesindeki ateşli saatlerin yüzü suyu hürmetine, içinde umut sakladığım koskoca bir cumhuriyet kurdum yüreğime.
Şimdi böyle yazınca tatsız tutsuz geldi değil mi, ama merak etmeyin devamı dünyanın en güzel, en faydalı, en anlamlı duygusuna bağlanıyor; Umuda…
Yaşanabilir mi umut etmeden?
Nasıl atlatılır bunca ölüm, gözyaşı, aşksızlık ve de haksızlık umut olmadan?
Nedir sahi umut?
Filistinli bir çocuğun, savaşın olmadığı bir hayatı ve babasının hala yaşadığını hayal etmesidir. Yaşıtları parklarda oynarken, sokakta mendil satan çocuğun eve ekmek götürmeyi düşlemesidir.
Hastane koridorunda beklerken iyileşeceğini düşünmektir, hasta annenin.
Sıkılan kurşunlara taşlarla sapanlarla karşılık veren Mezopotamya çocuklarıdır.
Barışın tomurcuğunu saklayan topraklar, F-16’lara uçurtmalarla saldırmaktır umut.
Olmayacağını bildiğin halde sevmektir.
Böyle umut kelimesi yankılanırken kafamda, Nazım’ın; ‘İnsan, denizin olmadığı yerde umut adına martı olmalı’ sözü geliyor aklıma. Tam da vay be derken Piraye ile olan trajik aşkını hatırlayınca susuveriyorum. Piraye’ciğim yirmi yıl boyunca aşkını, hapishanelerde, sürgünlerde kalan Nazım’ı bekleyerek yaşıyor, umutla. Sonu malum, boşuna…
Yine de bu, duygularımı, inançlarımı işgal altına almıyor tabiki. Ne demişler, cebindeki kalan son şey umutsa, kaybetmiş sayılmazsın. Bir tutam bulut, kuruyan topraklara can veren, huzur dediğimiz de, denizlerden, gökyüzünden mavi mavi yolduğumuz…
Sayfalarca da yazsam, susmaksızın durup da anlatsam inanmak istemeyen için umut, görmeyen birine gökkuşağını anlatmak kadar imkansız. ‘Ne düşlediysem olmadı, suya düşen tüm hayallerim boğuldu’ diyenlere cevabım tek; ‘Yaşıyorsan hala umut var!
Aldığın her nefes, Allah’ın senden vazgeçmediğinin kanıtı.
Şans kapımı çalmıyor diyorsun ya belki kapı yok ortada;
Kapı koy, zil tak.
Ay bile niye var;
Geceleri, yüreği gece gibi karanlık olanlar için umut ışığı olsun diye…
An itibariyle buram buram arabesk salgılayan ruhum; ‘Umuda bin kurşun sıksa da ölüm
unutma umuda kurşun işlemez gülüm’ diye kamyon arkası sözler fısıldasa da ben ona uymayacağım. Daha modern ya da siz ne diyordunuz buna –kült- bir yaklaşımla söylemek gerekirse; Hayat bisiklete binmeye benzer, pedal çevirdikçe düşmezsin!
Her doğan güneş fısıldar kulağına;
Uyanma vakti!
Saklambaç oynama zamanı bitti.
Saklama kendini, dolambaçlı yollarda kaybolma.
Önün-arkan-sağın-solun-için-dışın umut olsun;
Sobe- sobe-sobe !
Herkesin tek başına dinlemesi gereken bir müzik vardır.
Yüreğinle ritim tutabilirsen eğer, notaların umutsa unutma;
Ruhun şarkı söylerse hayat seni mutlaka dansa kaldırır!…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan