ATAKAN
Bu ülkede yaşamak, bir stand-up şovunun içinde olmak gibi bir şey yeminlen.
Gündem sürekli değişiyor, mevzu bir yerden başlayıp bir yere gidiyor- kimse anlamıyor.
Ata sporumuz da malum, milletçe sahiplenip milletçe linç etmek.
Hal böyle olunca da bu hafta, yurdum insanının doya doya ‘felsefe’ sözcüğünü kullanmasına vesile olan, herkesin pedegog olmasını sağlayan, dinci yobazları, okuma alışkanlığı olmayanları, cahil cühelayı çıldırtan Atakan Kayalar’ı yazmak istedim.
Herkesin bir yorumu var e ben de eksik kalmayayım dedim.
Yün yeleği, derin derin bakan gözleri ve kendisine yöneltilen her cümleyi sorgulayan sözleriyle bomba gibi düştü ülke gündemine. Henüz on yaşında olmasına rağmen okuduğu 250 kitap ile şaşırttı herkesi. Üstelik bu kitaplar da Darwin’in, Freud’un, Nietzche’nin kitapları yani öyle her babayiğidin okuyabileceği okusa da anlayabileceği kitaplar değil.
‘Merhaba, esenlikler dilerim’ diyerek söze başlayan, nihilizm üzerine sohbet yapan, “hayvanlarla aran nasıl’ sorusunu, ‘hangi hayvan olduğuna bağlı’ diyerek cevaplayan yaşının çok ötesinde davranan bu çocukta beni huzursuz eden, tavırlarıyla rahatsız eden bir şey var. Okuduğu kitaplardaki kavramları ezberlemiş lakin yaşı gereği içselleştirememiş Atakan. Psikolojik gelişimini tamamlamadan, daha ergenliğe bile girmemişken ancak yaşamsal deneyimle kazanabilinecek, seçilecek düşünsel cümleler kurması, kullandığı mimikler ve jestlerinde kendi karakterinden izler taşımak yerine bilge ya da akademisyen imajıyla ‘üstün zekâlı’ ya da ‘dahi’ değil de biraz ‘çokbilmiş’ ya da ‘ büyümüş de küçülmüş’ hissi uyandırıyor bende.
Ne güzel kitap okuyor aferin ama yaşına büyük gelen, aklını karıştırabilen kitaplar yerine hayal gücünü çalıştıran, sebep-sonuç ilişkisi yaptırabilen kitaplar okumalı bence.
Belli bir hayat birikimi olmadan bu okudukları psikolojisine de zarar verebilir.
Tamam, belki yaşının üstünde bir akla sahip, belli ki zekâ düzeyi yüksek ama henüz bir çocuk o. Çocuk gibi yaşamalı, ileride anlatabileceği anıları olmalı. Haykırarak maç yapmalı akranlarıyla, hamburger yediği günü bayram saymalı, çamur olmalı üstü başı, çizgi film izlerken uyuyakalmalı. Çünkü her şey zamanında güzel, her şey yaşında yaşanmalı.
Her şeyin bir zamanı var; Doğmanın, yaşamanın hatta ölmenin.
Çocuk olmanın da zamanı var, kaygısız, tasasız.
Oyuncaklarına sarılarak uyumak, durmaksızın oynamak, koşmak ama hiç yorulmamak.
Sonra aşık olmak; İlk elini tuttuğunda, zamanın durduğunu varsaymak, her çılgınlığa muktedir olmak, sabaha kadar konuşmayı, görene kadar özlemeyi, kavuşana kadar beklemeyi mübah saymak. ‘Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk’ diyerek ortalarda salınmak…
Büyüme zamanı da var mesela. Çalışmak, para kazanmak zorundasındır artık. Kör karanlıkta yola koyulup, alacakaranlıkta dönme vaktidir artık eve.
Bu, artık zamanında yaşanamayan eğlenceler, gidilemeyen tatiller, paylaşılamayan dostluklar, ertelenen hobiler, zevkler için yapılan son çağrıdır. Ve az zaman sonra söylenecek, ‘Lale devri çocuklarıyız biz, zamanımız geçti’ şarkısından önceki son solo taksimidir.
Nihayet emeklilik ilanı basılır, hayatın resmi gazetesinde. Zaman baya geçmiş, yaş kemale ermiş, hasretle beklenen bomboş günler gelmiştir işte. İşler oturmuş, düzen kurulmuş, çocuklar yuvadan uçmuştur. Ama hayatın kalanının paylaşılacağı dostlar, yoktur artık ortada. Naftalinlenip kaldırıldıkları yüreklerin çatı arasında, ilgisizlik ve havasızlıktan boğulmuşlardır hunharca.
Artık gezmek için para biriktirilmişse de, bu kez ağrılar başlamıştır sırtta, dizde, belde.
Aşık olma hakkı, gasp edilmiştir toplum marifetiyle. Ve bu kez, dilde bir başka şarkının güftesi ile ‘Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç’…
Dünü olmayan yarında, hayatı yaşamak. Hayatın içindeki en keyifsiz denklemlerden biri bu olsa gerek. Zamanı doğru kullanmanın sanat olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor insan. Soluk kesen anların varlığını, varlığıyla soluk kesenle yaşarken fark ediyor insan. Zaten yaşam dediğimiz şey, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülmüyor mu?
Her şey zamanında güzel; Zamanında yaşanan aşk, zamanında yaşanan mevsim, zamanında yenen meyve gibi. Çocukluğu kucaklamak, gençliği yaşamak, bir şeyleri kaçırmamak.
En önemlisi de namazsız bir ezanla başlayıp ezansız bir namazla biten hayatta ânı ıskalamamak…
Çok kıymetlidir benim için zamanı yakalamak, şu kısacık ömrü tadına vararak yaşamak. En korktuğum da dünün yaşanmışlığından, yarının korkusundan, bugünü yaşayamamak. İçine atıp bir şeyleri, kimselere söyleyememek derdini, aslında bir gün açılmayı bekleyen en büyük kilittir. Ne kadar atarsan içine, ne kadar kalırsa içinde yapamadıkların, yaşayamadıkların o kadar hazırdırlar dışarı çıkmaya, anahtar kapıda, elin tetiktedir. Çünkü;
Aklın zamansız öldürdükleri, yürekte apansız dirilir… !
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan
Kesinlikle katılamadığım bir şey bu büyümüş de küçülmüş tavırları, ellerinize sağlık çok güzel yazı olmuş