BEYAZ BAYRAK
Şimdi kafam karıştı benim!
Biz neredeyiz ve hangi zamandayız?
Bir festivalin içinde ya da bir film setinde miyiz?
Olanlar gerçek mi yoksa zihnimizin oynadığı oyun mu bu izlediklerimiz?
Allah’ım dünya ne ara bu geldi, işler çıktı çığırından, valla kontrolü kaybetmişiz!
Geçen hafta Amerikan Kongre Binasını basanları izlerken aklımdan geçenler bunlardı.
Bir Viking, binaya girmeye çalışırken ayı postu giymiş biri, cam-çerçeve ne varsa indiriyordu.
Grubun en önünde tam kamuflajlı bir komando istifini bozmadan ilerlerken polislere saldıran bir dalgıç, tozu dumana katıyordu.
Evet, dalgıç ya, zıpkınıyla, dalış elbisesi, tüpüyle bildiğimiz dalgıç.
Ninja kaplumbağa, arabaların üzerinde zıplarken boynuzlu adamlar, yumruklarını sallaya sallaya ilerliyorlardı. Sanki biraz daha dikkatli baksam Coechella Festivali’ne katılan Şeyma Subaşı’nı da görecekmişim gibi geldi ekranda, o derece yani.
Bir ara Holloween haftası mı bu hafta acaba diye de düşünmedim değil.
Ne de olsa o da Amerika’nın milli(!) bayramlarından biri. Biz de malum sıkıca sahiplenip bağrımıza bastık bu Holloween’i. Ama sonra hatırladım, Kasım’da mıydı neydi o ve layıkıyla da kutlamıştık kendisini.
Trump taraftarlarının Kongre Binasının duvarlarına tırmandıkları sahne, Braveheart’taki İskoçların İngiliz soylularına isyan ettikleri o meşhur sahneyi hatırlattı bana. Bir ara Mel Gibson, elinde bayrakla fırlasa şaşırmam dedim kendi kendime. Batman ile Spiderman ile büyütürsen bu gençliği, sonu böyle olur işte. Şaka maka Amerikan eylemleri de ayrı bir renkli oluyor be :)
Türkiye, küçük Amerika olacak derken Amerika, büyük Türkiye oldu valla. Sandıklara sahip çıkmaları, çöp kutularındaki oy pusulaları, hile yapıldı, oylar çalındı iddiaları ile yeni başkan seçildi ama bu durum, Trump tarafından bir türlü hazmedilemedi.
Mesele, Başkanlar meselesi gibi görünse de bu aslında derinlerde, büyük çaplı ayrışmanın başladığını gösteren işarettir bence.
Sağa- sola, özellikle de Ortadoğu’ya demokrasi götürüyorum bahanesiyle binlerce masumun, çoluk- çocuk, sivil-askerin ölümüne sebep olan bir devletin, ‘ettiğini bulma’ halidir.
Amerika’nın Hollywood kanalıyla yıllardır ilmek ilmek ördüğü ‘süper güç’ imajının yerle bir olmasını izledik hep birlikte. Dünyanın jandarmalığını üstlenmiş bir ülkenin, kendi meclisini kıyafet balosuna gelmiş gibi giyinen fanatiklerden koruyamadığını izledik hayretle.
Ve Amerika gibi kuvvetler ayrılığının güçlü olduğu bir ülkede bunlar olabiliyorsa tüm yetkilerin tek kişide olduğu Ortadoğu ve benzeri ülkelerde neler olabileceğini düşündük dehşetle.
Demokrasinin beşiğinde seçim sonuçlarını kabul etmeyen ve bu yenilgi karşısında her şeyi yapabilecek bir lider, bak yaa!
Şarkıdaki gibi, al sana; “Macera dolu Amerikaaaa!”
Zor iş kabullenmek yenilgiyi, hiç de kolay değil.
Donald Trump başkan olduğunda buna en çok kendisi şaşırmıştı ve kaybedince de toparlayamadı.
Bahsettiğimiz sadece bir ülkenin başkanlığını kaybetmek değil yalnız, aslında dünyayı yönetmekten vazgeçmek. Lakin sadece kendini değil, ülkesini, kocaman bir kıtayı küçük düşürdü.
Mağlubiyeti hazmedemedi, kontrolü kaybetti.
Bu rezilliğe değer miydi?
Asla değmezdi!
Dışarıdan ahkam kesmek kolay da içeriden zor, kabul ediyorum.
Onca emek, uğraştan sonra, hazırlayıp kendini galibiyete, inanıp zafere, yenilmek sonunda.
Yenilginin hüsranı henüz bitmemişken dudağının ucunda bir tebessümle tebrik etmek kazananı.
Nasip deyip kabullenmek, kısmet deyip avunabilmek ve hayırlısı buymuş diyebilmek gerek de bu kolay olmuyor maalesef. Fırtınalar koparken zihninde, anlayamamışken nasıl olduğunu henüz, kıyametler koparken yüreğinde, kolay değil ‘kabullenmek’ her şeyi öylece.
Yıllar geçtikçe anladım ki yaşananlar, yaşanmaları gerektiği için yaşandı.
Onca kaybın, yenilginin, hezimetin vardı bir sebebi.
Örseleye örseleye, törpüleye törpüleye olduğumuz kişi yaptı bizi hayat.Düşürdü yere çoğu zaman, kapaklandık boylu boyumuzca.
Niye mi?
Kalkıp ayağa düştüğümüz yerden, yeniden başlamayı öğrenelim diye!
Şunu düşününce rahatlıyor insan; Yenilgiyi kabul etmek, vazgeçmek veya pes etmek demek değil, olanı kabul etmektir. "Ben yenildim, buraya kadarmış" yerine "evet yenildim, ama bunu düzelteceğim." diyebilmektir.
Velhasıl yenilgiyi kabullenmek, kazanmanın değerini bilmek ve güçlenerek geri dönmektir!
Misal Fatih Sultan Mehmet!
Bilindiği gibi Fatih, İstanbul’u fethetmeden önce iki yıl boyunca denemiş ama olmamıştır.
Ancak her yenilgi, ona nerede yanlış yaptığına dair bir şeyler öğretmiş ve nihayet başarmasını sağlamıştır.
Edison’u düşünün, bir ampulü icat edebilmek için ikibinin üzerinde deney yapmıştır.
O yüzden belki de yenilgiler, sonuçta kazanan olmak için giden yolda verilmiş küçük molalardır.
Yeryüzündeki en güçlü insanlar, kayıpları, acıyı, yenilgiyi, mücadeleyi yaşamış olan ve çıkış yolunu bulmuş olan insanlardır.
Yaşadıkları, boğazlarında yumru, içlerinde ukde, kursaklarında heves olarak kalsa da takılmazlar orada. Kabullenip olanları, devam ederler yollarına.
Yani azizim;
Güçlü insanlar öylece ortaya çıkmazlar. Onlar oluşurlar!
Savaşçının dizlerinin üstüne çöktüğü, boynunu eğdiği ve secde ettiği an, kutsaldır.
Yenilgiyi kabullenip beyaz bayrak diktiği o an, sadece kabullenme değil, zafere gidecek yolun kaldırım taşıdır.
Dalaşmak değil kendinle uzlaşmaktır mesele ve yenilmeyi bilmek, yenilenmektir özünde.
Ve bizi de birbirimizden ayıran en büyük fark da budur aslında;
Kimimiz kaybetmemek için çabalar, kimimiz için her yol mubahtır, kazanmak için.
Bazılarımız ise çoktan kabullenmiştir yenilgiyi.
Peki ya siz hangisisiniz?
Düşse bile ayağa kalkıp tarih yazanlardan mı?
Yoksa yerde kalıp, üzerine basılıp unutulanlardan mı… ?
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan