Aslında bambaşka bir yazı yazmak için oturmuşken, Şeyma Subaşı ile Acun Ilıcalı’nın bile düğününü geçen başka bir düğünden, yılın düğününden bahsetmeden olmaz diye düşündüm. Eee iki kelam da biz edelim bu düğünle ilgili canım, şuracıkta dursun.
Daha yeni, 23 Nisanda, veliaht bebeklerden birini kucağına alan İngiltere, üstüne 19 mayısta da veliaht prenslerden birini evlendirince, bu kez 30 ağustosta ne olacak diye bir işkillenmedim değil. Bunlar hep Amerika’nınoyunları diyecekken gelinin Amerikalı olduğunu hatırladım bir de üstüne.
“Biz bu saraya kefenimizle geldik, kefenimizle çıkarız ancak” imajını veren gelinliği sevmedim valla. Sade olacağım diye bu kadar da kasılmaz ki canım. Gelinliğin üst tarafındaki potlar, Megan’ın ileride kıracağı potların habercisi mi sanki?
Dağınık topuz iyi fikir ama topuz değil saçlar dağınık olmuş gibi. Bunu da sana kimse söylemediyse kuzum, sarayda pek dostun yok yani- kolla kendini!
Düğün dedikodularına devam ederken kıdemli gelin Kate’in daha önce iki kere giyip bu düğünde de giymeyi tercih ettiği tayyöre de değinmeden olmaz. Acaba Kate; "Geline odaklanın burada görecek bir şey yok." mesajı verip jest mi yapmış yoksa; “Seni pek sallamıyorum, uğraşmaya değmezsin, evdekilerden birini giyer gelirim” mesajı mı vermeye çalışmış?
Bana sorarsınız saygısızlık yapmış. Biricik kaynının düğünü canım, azıcık özenseymiş. Hem sen kraliçe olacaksın, o olamayacak- elti’ lik yapmanın ne gereği var, di mi ama?
Düğünün en keyifli yanı, kasım kasım kasılan Elizabeth’e karşı kurum kurum kurulan gelinin annesiydi valla. Neymiş, atasözleri gerçek olabilirmiş; Analar, kızlarının hem tahtını, hem bahtını yapabilirmiş.
Giydiği cart yeşil tayyöründen çok suratsızlığıyla dikkat çeken ve inatla ölmemekte direnen Elizabeth ile zannımca çoktan ölmüş ama kendisine bu söylenmemiş Philip’e söyleyecek tek sözüm var; “Geçmiş olsun”!
Tam kan asil İngiliz Diana’ya onca çektirdiklerinizden, bekaret kontrolüne dahi sokacak işkencelerinizden sonra alın size Katolik, dul, melez, abi hapiste, baba mecburen hastanede, mesleği setlerde artist gelin! Elizabeth şimdi Diana’yı saray koridorlarında mumla arıyordur ama nafile. Şimdi gelin diye yaşlı cadı Camilia'yı bağrına bassın, Camilia'da Diana'nın aslan gibi oğullarına bakıp dünyanın kendisinden nefret edişini ve asla Diana kadar sevilmeyecek oluşunu düşünüp düşünüp ağlasın.
Amerika’dan getirttiği ve sürekli ateşten bahsedip uzattıkça uzatan deli rahip ile aristokrat bir kilise düğününde ‘Standby me’ şarkısıyla hoplayıp zıplayan zenci şarkıcıları görünce yeni geline kanım ısındı valla. Yılın dizisi başlıyor galiba; “Buckingham Sarayı’nda Şenlik Var” !
Düğündeki en kocaman alkışı, seçimiyle, tercihiyle, saraya kafa tutan karakteri, baskılara boyun eğmeyen şahsiyetiyle Prens Harry hak etti bence. Yüzyıllardır süregelen monarşik geleneklere, sarayın kendisinden beklentilerine kulak asmayarak sevdiği kadının arkasında durdu. Böyle karakterli adamlar da var dedirtti, etrafta dolanan nicesinin aksine. Kadınına sahip çıktı. Bu kez dünyada ‘aşk’ kazandı.
Yazarken düşünüyorum da İngiltere’nin yeni gelini de kraliyet ailesine göre tam da ‘doğru’ olmadığı için bu kadar konuşuluyor. Ne menem şeyse şu ‘doğru’?
Doğru insan olabilmek, doğru mesleği seçebilmek, doğru işe girebilmek, doğru eş seçebilmek, doğru çocuklar yetiştirebilmek ve geride doğru yaşanmış bir hayat bırakarak göçüp gitmek…
Peki, ama nedir o doğru?
Size göre doğru olan, ya başkasına göre değilse?
Şu hayatta öğrendiğim şeylerden biri, gerçekten de ‘doğru’ diye bir şey olmadığı…
Kalbin kapılarını kilitleyip uzak tutunca onu sorunlardan, üşümeyince yürek soğuk yalnızlıklardan ve acıtmayınca kabuk bağlamış yaralar artık onu, geçiremez söz artık ayaklarına, doğru’ ya gider, kollarını aça aça.
İşte o ‘doğru’, aynasıdır kişinin, kendidir, özüdür yüreğinin. Ağızlarını büze büze ‘cıkcık’layan teyzeler, ‘dünyanın çivisi çıktı, başımıza taş yağacak’ tellalı amcalar bir de ailelerin çok sevdiği, saydığı, her işe karışan ama bir türlü karşımıza çıkmayan ‘el âlem’, kendi doğrularını dayatmak için aramızda dolaşırlar.
Bence doğru, yanlışların ardından çıkan sonuçtur, yağmurdan sonra çıkan güneş, geceden sonra doğan gün gibi. Hataların ardındaki vahadır, örselenerek, acıyarak gelinen noktadır ve herkesin doğrusu farklıdır.
Bilirsiniz iş hayatında çok para kazanmaktır hedef, yoksa keyif alıyor musun işinden, severek mi yapıyorsun, kimsenin umurunda değildir. ‘Mühendis ol’ denir, ‘heykeltıraş olup da ne yapacaksın, aç kalırsın valla’. Ayağının geri geri gitmesi hiç önemli değildir o başkaları için, işini severek yapıp yapmadığın da. Önemli olan o işi yapıyor olman, karşılığında saygıdeğer olup bir de bol para kazanmandır önemli olan. Emekliliğinde yaparsın derler heykelini, resmini, müziğini. Nasılsa bol vaktin olacak o zaman, değil mi?
Peki ya doğru eş, doğru sevgili? Omzunda ağlayabildiğiniz, kadeh tokuşturup kahkahalar atabildiğiniz, en iyi ve en kötü anınızda aklınıza gelen ilk gelen, sizin için doğru isimdir. Vazgeçmenin mümkün olduğu şu dünyada, ‘vazgeçmek ne mümkün’ diyebileceğiniz kişidir.
‘Doğru’ sizin gördüğünüzdür, başkasının gördüğü değil.
Elle tutulamayan ama yürekle hissedilendir.
Neyin doğru olduğunu siz, yalnızca siz bilebilirsiniz. Doğru bildikleriniz de her zaman doğru değildir; Bazen bir başkasının fikri, düşüncesi hatta hayalidir. Siz ise çoğu zaman olduğu gibi inanmışsınızdır ona, tutunmuşsunuzdur sıkı sıkıya.
Boş verin başkalarını, kendi doğrularınızı koyun ortaya, onları savunun inatla. Ben artık öyle yapıyorum valla.
Misal;
Hiç düşündünüz mü;
Ya aslında kuşlar duruyor da, gökyüzü hareket ediyorsa…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan