Son zamanlarda enteresan bir şekilde, neyi yazmaya niyet ettiysem, tam da şunu yazayım diye düşündüysem gündem bir anda değişiyor. Yazmayı düşündüğüm konudan farklı, bambaşka bir şey yazarken buluyorum kendimi, hayat belirliyor konuyu yani.
Beni tanıyanlar, sosyal medyadan takip edenler biliyordur, çok yakın bir aile dostumuzu kaybettik bu hafta. Sarı, kuru yapraklarıyla, puslu havasıyla yine aylardan kasımdı ve ölüm yine çok zamansızdı. Kulağa üflenen namazsız bir ezanla başlayıp ezansız bir namazla biten yolculuğun son durağıydı. Benim Çelik’imi, ailesinin Memoş’unu, göklerin Öksüm Kaptan’ını, herkesin Mehmet abisi’ni uğurladık cennete. Kelimelere bile yakışmıyor bu kayıp, satırlara sığmıyor. Öyle çok anı, öyle çok şey var ki paylaşılan, bitti demek çok zor…
Uzun masalarda rakı balık keyfi yaptırırdı bize. Pilotluk anıları, maceraları, yaşadıkları... Gezip görmeye sevdalı bir adamın bu mesleği seçmesi, tesadüf değildi tabi. Dünyayı dolaştı, bir de üstüne para aldı. Akıllı adamın hali bir başkaydı. Kıbrıs gazisiydi hem, ülkesi için savaştı. Yüzlerce kişiyi eğitti, pilot yaptı. UFO’ lara inanmam da onunla başladı.
Keyif adamıydı, yemeğin iyisini, gezmenin zevklisini, giyinmenin en renklisini bilirdi. Bir keresinde birlikte Afrika’ya gitmiştik. Safari için yer ayırtmış ve bize safari yaptıracak tur aracını beğenmemiş, bana dönerek; “Bu eski püskü minibüs de ne böyle, sen bizim prensesimizsin, buna bindirir miyim ben seni” diyerek Mercedes araba ayarlamış ve tarihe ‘Mercedes arabayla safari yapan ilk insanlar’ olarak geçmemizi sağlamıştır.
Bitmez Mehmet abiyle yaşadıklarımız, anılarımız, hatıralarımız. Her birini hep gülümseyerek anacağım ve biliyorum ki hiç unutmayacağım. Tüm özelliklerinin içinde beni en çok etkileyen neydi biliyor musunuz; Sahip olduğu tüm sıfatları layıkıyla, dibine kadar taşıması. Eşine böyle aşık bir adam tanımadım ben mesela. Leyla ile Mecnun’unki de neymiş onların aşklarının yanında. Babalık desen, üstüne tanımam valla. Evlatlarına hayran, resimleri cebinde, gururu dilinde, eli üzerlerinde kasılarak dolaşırdı etrafta. Bir kayınpederin bu kadar sevilebileceğini ummazdım asla. Gelininin, ardından yazdığı okuyunca, damadının nasıl şefkatle sarıldığına şahit olunca defalarca; ‘pes’ dedim. Arkadaş, hiç mi kusuru bir insanın, hep mi çok sevilir, baş üstünde gezdirilir?
Cenaze dönüşü, uzun uzun düşündüm. Çok önemli bir yüzleşme yaşatmıştı Mehmet abi, giderken bana. Hayatın tadını çıkararak, her ana bir şey katarak ve taşıdığı tüm sıfatlara layık olarak görkemli bir finalle sonlandırmıştı yolculuğunu. Evrende her uyanışın bir ölüme gebe, her ölümün de bir uyanışa sesleniş olduğunu hatırlatmıştı bana. Ben yaşıyor muydum, yaşadığımı mı sanıyordum yoksa?
Malum olduğu üzere hayat, cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır ve ölümcüllük oranı yüzde yüzdür. Yani bu hastalıktan sağ çıkılmayacağı kesindir. O halde ölüm kaçınılmazsa durumdan vaziyet çıkarmak, yaşamaktan keyif almak en güzelidir.
Hayat problemi, yıllarca cebelleşip durduğumuz havuz probleminden daha ciddi bir problemdir ve onun öyle kalıplaşmış bir formülü, çözümü de yoktur. Maalesef yaşayarak, acıyarak ve hatta kanayarak öğrenilir çözümü. Eşsiz bir sistemin parçası olmak, yaşam ile ölüm arasındaki o çizginin inceliğini bilmek demek ve tabi ki her iki tarafa da yakın olduğumuzu görmek.
İlk başta kulağa korkutucu geliyor aslında ölüme bu kadar yakın olduğunu bilmek, üstelik bunu duymak.Korkulur adından bile, adı geçtiğinde atılır öteye.Ancak karşılaşıldığında, yüzleşilir. Ve ondan en çok korkanlar, hayata daha katacakları olanlar, henüz iz bıraktığına inanmayanlar, daha yaşaması gereken şeyler olduğuna inananlardır.
Yaşamak, ezeli bir savaş olduğundan beri, post-modern bir direniştir ölüm.Belki de doğumdan sonraki tek gerçek.Dışlanan korkumuz, hep uzak durduğumuz.Oysa inanlar için vuslat, gerçeğe düşen ilk cemre, başlangıçlara açılan yeni bir pencere.Bilinmeze doğru çıkılan, dönüşü olmayan yolculuk, belki de varılacak yer aslında.
Savrulup toprağa düşen bir başak tanesi toprağa değdi mi, canlanabiliyormuş.Ölüm de böyle bir şey olsa gerek, tekrar canlanabilmek için toprağa değmek gerek.
Dibine kadar yaşayabildiyseniz hayatı, ölümüne sevdiyseniz en azından bir kere, yağan yağmura aldırmadan öpüştüyseniz sevgilinizle, yuvarlandıysanız karlarda çocuklarınızla, sabaha kadar sohbet edebildiyseniz dostlarınızla, bir filmde ağlayabildiyseniz içli içli, hiç bilmediğiniz bir ülkede, hiç tanımadığınız insanlarla eğlenebildiyseniz, tüm dünya size karşı koysa da aklınızı yolda bırakıp yüreğinizin sesine koşabildiyseniz eğer,başınız sıkıştığında koşacak en az iki dostunuz varsa adınız geçtiğinde insanlar gülümsüyorsa korkmanız gereksizdir.
Size verilen hayatın hakkını vermişsinizdir.Önemli olan bir iz bırakmak, o izle anılmaktır.
Bıraktıysanız, o izle anılacaksınız, ister kalabalık olsun yanınız ister yalnız…
Ve bunlardan bir tanesini bile yapmadıysanız, sanırım korkmakta haklısınız…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan