ÇOK ŞÜKÜR
Eveettt, geldi gelecek, az kaldı geliyor derken inanılır gibi değil ama 2021 işte geldi.
Aslında inanılır gibi olmayan şey, cümledeki gizli, gerçekteki aleni özne olan 2020’nin bitişi.
Valla şunu söyleyeyim son ana kadar inanamadım biteceğine. Bir son dakika haberi düşecek de “2020, altı ay daha uzatıldı” denecek diye de düşündüm bile. Öyle bir yapışıp kaldı ki bize, ne yalan söyleyeyim ümidim yoktu pek gideceğine…
Neyse oldu da bitti maşallah, yeni yıl güzel olacak inşallah!
Eee, o zaman bittiyse yeni yıl dilekleri, Noel Baba’dan talepler, istekler, niyetler o zaman gelelim diğer meseleyeeee.
Hep istemeyi biliyoruz, dilek diliyoruz, yalvarıp yakarıyoruz da en önemli şeyi unutuyoruz; Şükretmeyi!
Oldukça sıkıntılı hatta ötesinde çok zor bir yılın ardından şükretmek çok da kolay değil, biliyorum.
Ama şu an bu yazıyı okuyabiliyorsanız bile, yaşıyorsunuz demektir ve en azından salimen atlattığınız için şükredebilirsiniz.
Ya da şöyle düşünün; 1900’lerde doğmuş olsaydınız henüz 14 yaşındayken Birinci Dünya Savaşı başlamış ve 18 yaşındayken bittiğinde milyonlarca kişinin savaşta öldüğü gerçeğini bizzat yaşamış olacaktınız.
Sadece bu olsa iyi, savaştan iki yıl sonra İspanyol Gribi, küresel bir salgına dönüşecek, bu salgın iki yıl sürecekti. Siz ise 22 yaşına gelmiş olacaktınız. Bundan yedi yıl sonra, 29 yaşına geldiğinizde New York ve Japon Borsalarının çöküşüyle tüm dünyada baş gösteren global ekonomik krizden, enflasyon, işsizlik ve kıtlıktan sağ çıkmak için uğraşacaktınız. Yıllarca süren bu krizi olur da atlattıysanız 52 yaşında Kore Savaşı, 64 yaşına girdiğinizde de Vietnam Savaşı’nı yaşayacaktınız. Tüm bunlar bittiğinde ise 75 yaşında olmuş olacaktınız.
Oysa biz şu anda, yine bir küresel salgında ama bu kez konforlu, elektrikli, yemekli, internetli, Netflix’li evlerimizde oturuyor, gezememekten, eğlenememekten, maskeden şikayet ediyor, durmadan söylenip duruyoruz.
Sağ olduğumuza şükredeceğimize kızıp hayıflanıyoruz. Sorun şu ki almaya, harcamaya o kadar alışmışız ki nankörlüğümüzle bir türlü yüzleşemiyoruz.
Var var, hepimizin isim koyamadığı acılar, anlar, yıllar, hatalar, pişmanlıklar var.
Yıldıklarımız, yıkıldıklarımız, yasaklarımız da...
Yollarını gözlediklerimiz, özlediklerimiz, sevdiklerimiz, sildiklerimiz var büyük isyanlarla…
Kavuşamadıklarımıza, başaramadıklarımıza, yapamadıklarımıza kırgınlıklarımız ortada…
Peki ya var olanlara, sahip olduklarımıza teşekkür ediyor muyuz acaba?
İşte o şükür kısmını maalesef atlıyoruz galiba!
İnsanoğlu malum, ne yoksa elinde, gözü hep ondadır işte. Kendinde olmayanın hayranı, arzularının kölesi, hırslarının kurbanıdır. Sahip olamadıkları için yas tutmaktan sahip olduklarının farkında bile değildir. İşte şükür de tam da bunun tersidir;
Elinde olmayanlar için üzülmek yerine, elindekiler için sevinmektir.
Bir gün zengin biri, sokaktaki çöp kutularını karıştıran hırpani kılıklı birini görür ve “Allah’ım İyi ki fakir değilim” der.
Çöpleri karıştıran o fakir adam, kafasını kaldırıp yukarıya baktığında, balkonda tekerlekli sandalyeyle kendisini izleyen adamı fark eder ve “Çok şükür, engelli değilim” diye dua eder.
O engelli adam, yoldan geçmekte olan ambulansın acı siren seslerini duyunca; “İyi ki hasta değilim, hastane yerine evdeyim” diye hamd eder.
Ambulans ile hastaneye götürülen hasta, asansör kapısında ölen birinin morga götürüldüğünü görür ve “Neyse ki sadece hastayım, yaşıyorum ve ölmedim” diyerek kendini iyi hisseder.
Şükür, ‘teşekkür’ den türemiş bir sözcük. Allah’a edilen teşekkür manasında.
“Verdiklerin için teşekkür ediyorum, hayrı da şerri de sen geldiği için kabul ediyorum” demek.
Ama bencilliğimizden mi, almaya çok alışıp verme konusundaki beceriksizliğimizden mi bilmem hep bir isteme, dileme halindeyiz Yaradan’dan. Ama iş teşekküre gelince, şükretmek gerekince hep bir kaçma, kaybolma durumu var, ortadan.
Yalnız o iş öyle olmaz diyeyim size, ne kadar ekmek, o kadar köfte. Şükretmeyi bilmeyen aç da kalır açıkta da, bu da böyle biline!
Adak mevzusu da buradan geliyor olsa gerek; Edilen dualar, tutulan dilekler gerçek olunca adanan adaklarla teşekkür ediliyor. Bence güzel fikir valla, hem seviniyorsun hem sevindiriyorsun. Mutluluğunun sadakasını aç doyurarak, yetim giydirerek, yardım ederek ödüyorsun!
Beni soracak olursanız da sizin gibiyim işte; Hatalarım var, tarifleri zor, dönüşleri imkansız. Yenilgilerim, zaferlerim, ‘keşke’lerim var bir dolu. Unutmayı yürekten dilediklerim, unutmayı beceremediklerim. Affettiklerim var bazen de affetmeyi beceremediklerim. Kendimle yüzleşebiliyorum rahatça. Hayal kırıklıklarım için üzülmüyorum artık, hayalini kırdıklarım için ise; ‘vardır sebebi, hak etmiş demek ki’ diyebiliyorum. Çok şükür kendimi seviyorum, içimden geleni söyleyebiliyorum. Sağlıklıyım, mutluyum, umutluyum; Bunun için de Allah’a teşekkür ediyorum!
Ve itiraf ediyorum;
‘3’ü bir arada’ deyince Nescafe’yi değil duayı, şükrü, sabrı hatırlıyorum!
Şimdi şükretme zamanı, yeni yıla girebildiğimiz için teşekkür etme anı. Nefsi toparlama ve de ruhu tadil!
Bir duamız var bir de ‘duyanımız’! …
Gerisi de mühim değil!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan