ÇOLUK ÇOCUK !
Ülkesel, kişisel, bedensel ve ruhsal gelişimin Rönesans tadında olduğu bu zalim karantina döneminde, bizler için değerli zamanları, yıldönümlerini, doğum günlerini ve daha nice özel günleri de layığıyla kutlayamıyoruz haliyle. Coşkulu bir milletiz biz, eğlenmeyi bilir, kutlamaları severiz. Hele milletçe olan kutlamaları tek geçeriz. Birbirimizin gözünü oysak da zaman zaman, söz konusu millet olunca sımsıkı kenetleniriz, bilirsiniz.
Bu hafta da milletçe kutladığımız o özel günlerden biri var; 23 Nisan. Ama bu yılın bir özelliği daha var o da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun 100. Yıldönümü olması. 23 Nisan 1920’de kurulan Meclis, tam 100 yaşında. Cümbüşlerle şarkılarla dört bir yanda dalgalanan bayraklarla kutlanacak en büyük bayram aslında. O yüzden de hapis olsak da evlerde, şöyle renkli menkli, alacalı bulacalı hatta şekerli çikolatalı bir 23 Nisan yazısı yazmak istiyorum, müsaadenizle;
23 Nisan Çocuk Bayramı, onlara hediye edilmiş, onlar sahiplensin denilmiş. Sadece bu günü sahiplensinler değil tabi ki; Vatanı, milleti, demokrasiyi, cumhuriyeti. Çünkü yarınlarımız onlar, geleceğimizin emanetçileri…
Sevinç bulaşmış dudakları, pamuk helvaya bulanmış suratları, yara bere içindeki dizleri, bembeyaz düşleriyle çocuk olmak…
En büyük hedef büyümektir çocukken. Anlamsız bir telaş vardır büyümek ve büyütmek için hızla. ‘Yemeğini yersen çabuk büyürsün’, ‘süt içersen boyun uzar’ nidalarıyla hızla büyütülür çocuklar, ne acelesi varsa…
Büyümeyi beklemek zor iştir; Şeker kavanozuna sandalyesiz erişebilmek, sınırsız çikolata yiyebilmek, saatlerce çizgi film izleyebilmektir ilk hedef. Oyuncak arabalar yerine sahicilerini sürebilmek, harçlık yerine kendi paranı kazanabilmek, izin almadan evden gidip istediğin zamanda geri gelebilmektir sonraları.
Oysa büyümek, satmaktır düşlerini. Düşlerini gerçekleştirmek için sunulan imkanlar karşılığında, vazgeçmektir onlardan. Uçlarına birer yıldız bağlayıp geceye salıverdiğin düşlerini, bir daha görememektir gökyüzünde. Büyüyüp de gerçekleşme vakitleri geldiğinde, o düşlerin yok olduğunu fark etmektir çaresizce. Kuyrukluyıldız koleksiyoncusu olmaktan vazgeçip gökyüzünün lambalarını söndürmektir sessizce…
Hayatın en tuhaf ironilerinden biridir; Çocukken büyük, büyükken çocuk olmayı istemek.
Büyümek, aslında gitmektir; Gece karanlıkta sımsıkı tutunduğun yıldızlardan, oyuncaklardan, kalp ağrılarının yanında hiçbir şey olan diz yaralarından gitmektir. Masallara inanmaktan vazgeçmektir büyümek…
-İçinizde bir yıldız kaydı mı hiç?
-Binlerce mi?
-Benim de öyle, dilek bile tutamadan hem de. Göğsümün orta yerine kurduğum, o lunaparklı harikalar diyarının tam ortasına, kırmızı rugan ayakkabılı çocukluğumun yanına en ateşli haliyle, bir değil bin yıldız düştü. En sevdiğim şiirlerin, sonu iyi biten öykülerin, dağınık yatakların öncesindeki ateşli saatlerin yüzü suyu hürmetine, içinde umut sakladığım koskoca bir cumhuriyet kurdum yüreğime. Büyüdükçe sallandı bazen o cumhuriyet, darbeler gördü, kalple mantık savaşında kan gövdeyi götürdü. Ama her düştüğümde içimdeki o hiç büyümeyen çocuk göründü, tuttu ellerimden hep, beni yeniden yürüttü.
Dopdolu düşleri, kırmızı renkli hayalleri vardır çocukların. Biz büyüklerden farkları, bu hayallerin gerçekleşeceğine inanıyor olmaları. Ustası öldüğünde yağ satan, bağ satan çocukların, bezirgan başına aç kapıyı diyerek meydan okuma kudreti vardır. Büyüdükçe çok da değişmiyor oyunlar, değişen sadece cezalar. Kaybedince ebe olurduk küçükken, büyüyünce de rezil, işte o kadar…
Çocuklara öğretebileceğimiz iki şey var aslında; Biri nereden geldiklerini unutmasınlar diye ataları, diğeri de zamanı gelince uçabilsinler diye kanatları. Öğretmekle değil örnek olmakla mümkün her şey. İyiyi, doğruyu, sevgiyi, evet en çok da sevgiyi anlatarak değil göstererek. Sımsıkı sarılıp, kokularını içimize çekerek, şapır şupur öperek, takdir edip överek…
Şimdi anlıyorum neden çocukluğa dönüldüğünü tüm psikiyatrik olaylarda, işin sırrı tam da buradaymış galiba. Atalarımızdan miras kalmadı bize bu dünya, çocuklarımızdan ödünç aldık onu aslında. Şahane bir adam yetiştirmek mümkün olmasa da her zaman, şahane bir çocuk yetiştirmek elimizde. Tüm dünya üzerinde bir tane güzel çocuk vardır, tüm anneler de ona sahiptir. Ancak sahip olmak ile sahip çıkmak farklı şeydir. Çocuklar, yaşamayı öğrenmek için Yaradan’ın bize emanetidir. Onların kendi fikirleri, ümitleri, geleceğe dair düşünceleri vardır. En önemlisi de onlar, kendi eksikliklerimizi tamamlamak için gönderilmiş müsvedde defteri değillerdir.
Sevmeyi ve de sevilmeyi öğretelim onlara; Bitkileri, güneşi, çiçeği, böceği, kelebekleri
Düşünmeyi, gülmeyi, dans etmeyi…
Düşseler bile yeniden kalkabilmeyi, o gücü bulabilmeyi…
Ve kendileri büyüseler de içlerindeki çocuğu hiç kaybetmemeyi…
Çünkü bugün her kötü kalpli kişinin içinde;
Sevilmemiş, yolunu kaybetmiş, düşlerini yitirmiş bir çocuk gizlidir! …
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan