DAHA!
Kaosu bol, heyecanı çok bir dönemden geçiyoruz. Bu sefer dünya olarak çuvalladık yalnız. Yurdum insanına kızıp isyanlardayken, ne olacak bu milletin derken Avrupa’yı, Amerika’yı izlemekten bu ara, ona vakit gelmiyor bile.
Son zamanlarda okuduklarım, gördüklerim ve hayretle izlediklerime bakınca fark ettim ki biz büyürken dünya ne sıkıcıymış meğer. Düzen aynı, seçim sonuçları, sınav konuları, liderler, öğretmenler, gezilecek yerler, gidilecek ülkeler hep aynı.
Oysa şimdi öyle mi…
Her an bir adrenalin, aksiyon, sonunu bilememe, yarını tahmin edememe hali.
Ay ne rutinmiş hayatımız önceden. Küçücük bir virüs, dünyanın şaftını kaydırdı yeminlen.
Biz küçükken bir kar tatili vardı sevindiğimiz. İki gün tatil olurdu kar yağınca, hayat dururdu.
O zaman bana deselerdi ki; “İleride çocuğun olunca bulaşıcı bir virüs dünyayı saracak, salgınlar yüzünden okullar iki hafta tatil olacak, gazinolar, lokantalar kapanacak, duruşmalar olmayacak, beyaz kıyafetli robocop tipli adamlar aletlerle temizlik yapacak”, kahkahalarla güler, çok fazla Amerikan dizisi izliyorsunuz der geçerdim.
Oysa şimdi bir gerilim- korku filminin tam içindeyim.
İşin ilginci bu ‘Corona’nın faydalı tarafları da oldu. Milletçe el yıkamayı öğrendik bir kere.
Kolonyayla tanıştık. Öpüşüp koklaşmamaya, sarılmamaya alıştık. Ter kokusu yerini törenle ıslak mendillerdeki pudra kokusuna bıraktı, ortalık bebek poposu gibi kokmaya başladı.
En önemlisi de Amerika elli milyar dolar yatırımı, bu kez silahlara değil tıbba, sağlığa yaptı.
Rusya, Suriye’den ne koparırım telaşını bıraktı, korkudan kendini karantinaya aldı.
İran’ın o meşhur atom bombaları bu sefer elinde patladı, zayiatı büyüktü, içine kapandı.
Tarihte ilk kez Çin orijinal bir şey bulmuş oldu, taklit eden de tersine İtalya oldu.
Ekonomisi yerinde, gücü dengede bu batılı ülkeler, açgözlülüklerinden bir türlü doymayıp, sahip olduklarından tatmin olmayıp daha da çok sahip olmak, daha çok sömürmek, ezmek için uğraşadururken minik bir virüs, toz toprağa buladı planlarını. Beklemedikleri yerden geldi darbe, dıştan değil içten vuruldular bu sefer.
Yıllarca mutluluğun formülü şudur, budur diye yazılar yazıldı, ipuçları paylaşıldı, yayınlandı, anlatıldı. Oysa mutsuzluğun formülü tek bir kelime; “Daha”.
Daha çok kazanmak, daha çok harcamak, daha çok eğlenmek, gezmek, sevilmek, beğenilmek. Kapitalizmin en büyük silahı, daha. Yetinmemek, sadeleşememek, hep daha çok istemek, gözünü daha da yukarılara dikmek.
Daha çok kazanmak için zirveye tırmanırken durup da aşağıdaki manzarayı izleyememek ne acı.
Bin bir zorlukla tırmanırken yukarılara, arada durup bakmak lazım arkaya; Gurur duymak için kendinle, şükretmek için haline.
Oysa daha çok çıkıp daha çok başardığın o zirveye ulaştığında başka bir zirve çarpar gözüne birdenbire. Sıra artık oradadır, oraya da çıkılacaktır ama aşağıdaki manzaranın tadı yine çıkarılamayacaktır.
Bu yüzyıl bozdu bizi. Olduğumuz yerden memnun olamayan, daha iyisine sahip olmak adına kendimizi hırpalayan bir nesil olduk. Her an yarış halindeyiz.
Daha iyi bir işe sahip olmak, daha çok kazanmak, en iyi düğünü yapmak, en iyi ebeveyn olmak gibi en’lerin ve daha’ların yaşandığı sanal bir dünya her an elimizin altında.
Tüketim çılgınlığı aldı başını gitti, içimizdeki kıyaslama dürtüsünü ateşledi.
Hedefe kitlenmiş mekikler, sırtına pervane takılmış bedenler gibi ilerliyoruz, tam yol ileri.
Öylesine kitlenerek dümdüz ilerliyoruz ki anayolda, tali yoldaki güzellikleri, sağa sola ayrılan sapaklarda açan çiçekleri görmüyoruz bile. Amaç belli; bir şeylere ulaşmak, daha iyisine sahip olup en iyisi olmak.
Bunun için de sonsuz bir gayretle çırpınıp çabalarken, hayatı ucundan tutarak yaşıyoruz işte, tam ortasından ıskalıyoruz.
Bu ülkece karantina durumu, okulların tatil oluşu, AVM’lerde dolaşmayın, kalabalık yerlerde olmayın, evinizde oturup sakin kalın olayı, bence evrenin bir ‘dur’ deyişi.
Madem siz yapamıyorsunuz o zaman minik bir virüsle kilitleyeyim sistemi de görün gibi sanki. Koşturmaktan, daha çok kazanmaktan, daha çok harcamaktan çılgına döndüğümüz ve başı kesik tavuklar gibi oradan oraya yürüdüğümüz bir dönemde, doymak bilmeyen nefislere yapılan dur ihtarı bu işte.
Taaa dünyanın öbür ucunda, çekik gözlüler diyarında ortaya çıkan bir virüs, gelir memlekete yerleşir hayatının göbeğine. Sen de pahalı markalardan çantalar, elbiseler, eğlence yerlerinden videolar, selfie’ler, Avrupa tatillerinden resimler paylaşacağına makarna kuyruğunda sıra beklersin.
Hayat öyle şahane bir düzen üzerine kurulu ki abarttığında bir şeyleri, kaybetmeye başladığında bazı değerleri, kilitliyor sistemi.
Aç- kapa yapıyorsun yeniden tüm düşüncelerini, yüzleşiyorsun kendinle, sorguluyorsun bildiklerini. Valla seviyorum ya ben bu dünyayı, serdiği halıları da attığı tokatları da…
O zaman tam da burada Demet Akalın’a bağlanmak gerek;
Mutluluğun formülü madem çok açık; “Bir sen bir ben bir de bebek”
Mutsuzluğun formülü de azıcık; Daha daha diye azıp haline şükretmemek…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan