İçimde kalp atışını, ilk hissettiğimde başladı bu aşk ve ben onunla hayatımı temize çektim... Varlığını öğrendiğim anda, kalbim daha bir sıcak, toprak daha bir ıslak, güneş daha bir parlak göründü bana . Ve kucağıma ilk aldığım an, minicik ellerini yanağıma koyduğunda, hiçbir şeyin aynı olmayacağını çoktan anlamıştım … Masmavi bir dünya yarattı içimde, sevgi dolu sırça bir köşkle… Öpmeye kıyamadığım, koklamaya doyamadığım... O’ ndan sonra ağlamaya başladım; ‘Uçan fil Jumbo’ yu annesinden ayırdılar diye, Barış Manço’nun ‘Arkadaşım Eşek’ şarkısında, sarı kızın buzağıyı sütten kesmesine... Uykusuz günlerce yaşanabileceğini, onun canı yandığında benim yüreğimin dağlandığını öğendim… Sadece düşündüğümde bile, burnumun sağ tarafında, sızı adında, bir acıyla yaşamayı öğrendim… Anne demeyi beceremeyip ‘ann’ dediğinde koltuğun üstüne çıkıp dansetmeyi, ilk ‘annemmm’ dediğinde hıçkırarak ağlamayı öğrendim… Ve bu yazıyı yazmaya başlamadan az önce yanıma gelip ‘biliyor musun, iyi ki benim annemsin’ dediğinde dünyanın en mutlu insanı olduğumu öğrendim… Ve ben anne olunca, annemi anlamayı öğrendim… Tanrı, bir bebeği yaratıp dünyaya gönderirken, şenlikler olurmuş gökyüzünde… Bebek, korkarmış, hiç bilmediği bir evrene gidecek diye… Tanrı, rahatlatırmış onu; ‘Korkma bu meleklerden dünyada da var, her bebeği, bir melek karşılar orada; sever karşılıksız, korur katıksız, yaşar zamansız... Sevmeyi, saymayı, büyüyüp yürümeyi öğretir hesapsız... Dünyaya varır varmaz seni o karşılayacak, kucağına alacak ve bakacak... Sadece kanatları yoktur onun ve sen onu ‘anne’ diye çağıracaksın...’ ‘Kadın, Hak nurudur, sevgili değil. Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil’ der Mevlana… Küçük tanrılardır anneler; karşılıksız seven, sonsuz affeden Dokuz ay karnında, dört yıl kucağında, bir ömür boyu yüreğinde taşıyan. Teninde tüm mevsimler yaşanır, en kutsal kokudur anne kokusu ve en büyük korkudur, anneyi kaybetme korkusu… En çok naz yapılandır ana ve naz yapmaya hakkı olmayan… Daha doğmadan kanını, doğunca canını ve büyürken de hayatını emerken fütursuzca, anadır bununla mutlu olan, hayat bulan... Tanrının varlığı ve sevgisinin yeryüzündeki yansıması, değil ayaklarının altında, cennetin ta kendisidir aslında… Uyurken üstünüzü örten kadındır, ağlayınca sizinle ağlayan.... Üzgün olduğunuzu ilk fark eden ve de aşık olduğunuzu… Sessizliğinize en derin anlamları yükleyen, kederinize ve kendinize sizden çok sahip çıkan…..
Aşkın anne hali, sevginin karşılıksız şekli… Siyah gecedeki kutup yıldızıdır o; yol gösteren, ışık saçan… Bir öpüşü iyileştirir kanayan en derin yaraları, bir sözü geçirir, yaşanan en hazin anıları… Herkesin yerini alabilen, ama boşluğu asla doldurulamayandır… Anne kucağı, en büyük sığınak, anne olmak, en büyük şanstır… Bir gün kimse kalmasa da, anadır yanında tek kalan ve evladının, bir damla gözyaşı için tüm dünyayı yıkabilecek olan.. Bir zamanlar bir genç, kötü kalpli bir kızı sevmiş ve onunla evlenmek istemiş. Ancak kız, korkunç bir şart ileri sürerek; ‘Senin sevgini ölçmek istiyorum.’ demiş. ‘Bakalım beni gerçekten seviyor musun? Bunun için de köpeğime yedirmek için, bana annenin kalbini getireceksin.’
Delikanlı, tüyler ürperten bu teklif karşısında, uzun bir tereddüt geçirmiş. Sonunda kızın istediğini yerine getirerek annesini öldürmüş. Çıkardığı kalbini, bir mendile koyup kızın evine doğru yönelmiş. Hızla giderken ayağı bir taşa takılmış. Mendile sarılı kalp bir tarafa, kendisi de bir tarafa düşmüş.
Canı acıdığı için, ağzından ister istemez; ‘Ah anacığııım...’ sözleri dökülmüş.
Annesinin tozlara bulanan ve hâlâ soğumamış olan kalbinden, o an bir ses yükselmiş; ‘Canım yavrum, iyisin di mi, bir yerin acıdı mı?...’ Bir anlık mutluluğu için evladının, kendini kör kuyulara atar;
Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar… Cansen Erdoğan