EN BÜYÜK ZENGİNLİK
Ekrumsu beyaza boyanmış duvarları ile geniş hastane koridorundan geçip az ilerideki bankoda oturan, saçını kalemle toplayarak atkuyruğu yapmış hemşireye gülümseyerek odaya girdim. Derin derin uyuyan annemin üzerini örtüp pencereye doğru ilerledim. Gökyüzü, geceye kavuşmak için sabırsızdı sanki. Şehir hafiften kararmaya başlamış, kokteyl elbisesini andıran ilk ışıklarıyla geceye akmak için hazırlanıyor gibiydi. Belinden bir operasyon geçirmişti annem, altı gecedir hastanedeydik. Çok şükür bizde her şey yolundaydı da ya yolunda olmayanlar ne yapıyordu? Tedavisi olmayan hastalığa yakalananlar, hastaneden ne zaman çıkacağı hatta çıkıp çıkmayacağı belli olmayanlar…
Hastane, sadece bir şifa yeri değil bence, bir yüzleşme bir karşılaşma, bir dönüp de kendine bakma yeri aynı zamanda. Söz konusu sağlık olduğunda her şey nasılda önemini yitiriyor. Giden sevgilinin ardından ağlamak ne kadar anlamsız, işten kovulmak ne kadar önemsiz, para kazanmak, kaybetmek, kazık yemek her şey ama her şey ne kadar boş geliyor. “Hele bir iyi olayım, başka bir şey istemiyorum”, “Aman şu ağrım sızım geçsin de başka bir şeyim olmasın” cümleleri çıkıyor ağızdan bir dua gibi, bir dilek, adak gibi…
Hep ilk önce diye dua ettiğimiz sağlık. Para kazanmak için önce harcadığımız, sonra da geri kazanmak için uğruna para harcadığımız. Varken değerini yok saydığımız, yokken değerini anladığımız. Nasıl tuhaf bir ironidir bu yaşadığımız.
‘Evin varsa bir sıfır koymalısın varlıklar hanene, İşin varsa bir sıfır daha koymalısın. İşin iyi gidiyorsa üç sıfır daha koymalısın, sevdiğin varsa üç sıfır daha. Araban varsa bir sıfır, yazlığın varsa bir sıfır daha. Daha sıralanabilir sıfırlar hanesi. Ancak, sağlığın varsa bir koyarsın başına, bütün sıfırlar anlamlı bir değere ulaşır. Yoksa sonuç sıfırdır, hiç uğraşmayasın boşuna…’
Uzun zaman önce Vehbi Koç’un söylediği ama o zaman sadece doğru diyerek geçiştirdiğim, sonrasında da ne kadar haklıymış dediğim bu cümleler, hayat içindeki sessiz ama mutlak hakimiyetini anlatıyor aslında sağlığın…
Bir hüzün çöküyor insana hastane odasında, bir yalnızlık hissi, kasvet. Hani geleceğini hiç düşünmediğimiz o yol var ya hani, o yolun sonundaymışsın gibi sanki. Camın önünde dışarıyı izlerken legodan yapılmış binaları andıran dev plazaların arasında telaş içinde koşturan kalabalığa, ekmek parası için uğraşan onca insana bakarken düşünüyorum da; ‘En kötü, diş ağrısıdır’ demiş mesela, dişinden uyuyamayan. ‘Bundan büyük ağrı olamaz’ demiş midesi, karnı ağrıyan. Canı orada atarmış; dizini, belini incitenin, ruhu bedenden kopmak için can çekişenin…
Sağlık hissedilmez de hastalık hissedilir nedense. Yeri geldiğinde cenaze törenlerinde, bazen de hastane ziyaretlerinde hatırlanır varlığı da değeri de. Derin bir nefesle iç çekilir, okkalı bir şükredilir, sonra da unutulur gidilir. Artık vakit, ruhu tatmin vaktidir. Beden, ruhun isteklerini yerine getirmekle görevlidir. Ruh isteyecek, beden gezip eğlenecektir. İçki, sigara içip bilumum sağlıksız abur cuburla beslenecektir. Uyumadan çalışıp para için kendini çiğneyecektir. Huzura arkasını dönüp derde, kedere yürüyecektir. Sonra bir gün beden isyan eder. Ruhu şöyle bir kavrayıp kulaklarından çeker ve hakimiyetini ilan eder. ‘Sen de kimsin’ der ruha, ‘Ben olmasam sen de hiçsin. Bak, hasta olunca, gördün mü ne kadar acizsin. Salla hırslarını, boşver gitsin. Beni hoş tut ki, varlığım sana hizmet edebilsin. O zaman direncimiz, bu oyunu kazanabilsin’…
Bedenimizde görülen bazı hastalıklar, ruhumuzda saklanan hastalıkların ufak parçalarıymış aslınsa. Örneğin sol tarafta duyulan ağrılar bir erkeğe, sağ tarafta duyulanlar, bir kadına duyulan öfkeyi sembolize edermiş. Boğaz ağrısı, söylemek isteyip de söylenemeyenler, kulak ağrısı bilmek istenip de işitilmeyenler demekmiş. Kronik boyun ve omuz ağrısı genellikle başkalarının yükünü üstlenmekten, bir kişiyi ya da olayı unutamamaktan ya da affedememekten kaynaklanan, kol ağrıları ise hayattaki olay ve deneyimlere tutunmakta ne kadar zorlanıldığını gösteren ağrılarmış. Sessiz ve inceden gösterirmiş kendini duygular, organlarda. Beden yenilip gitse de, kalp beden ölene dek can çekişirmiş. Hepsi hemen sönse de, en son yürekler ölürmüş…
Sağlık, insanın tek gerçek sermayesi, en büyük özgürlüğü. Hasta için her vadi bir hapishane, her kuruş bir gardiyan. Gözü görmüyor insanın en güzel yemekleri, kıyafetleri, mücevherleri hastayken. Uykunun kucağına sığınmak, ağrılardan azıcık zaman için bile uzak olmak en masum dilektir o zamanlarda. İyileşmek uzaklardaki bir umuttur, ışıktır o karanlığı aydınlatan. Hazinelerin en değerlisi, mükafatların en büyüğüdür.
Sağlığın asli görevi, köklü bir çınar ağacı gibi bedensel ve psikolojik acılardan korumaktır insanları. İnce bir çizgidir, iki dünyayı ayıran. Düşünüyorum da hangisi daha kötü acaba; Yokken ağlayıp sızlanmak, beyhude hayıflanmak mı, yoksa sağlıklıyken farkında olmamak mı? Yağmuru yanağında hissetmeden öylece yaşlanmak, sevdiğinin bedeninde kaybolmadan yaşamak mı? Yıldızların altında hiç uyumamış olmak, güneşin doğuşunu hiç izlememiş olmak mı? ...
Sağlık olmadan, her şey boş gibi. O varken, tamam olan her şey, o yokken eksik sanki. Başındaki ‘1’ olmayınca tüm o kıymetli sıfırların anlamı yok ki!
Sağlıklıyken her şey tam her şey anlamlı, hakiki. İşte o yüzden yedi cihanın padişahı Muhteşem Süleyman’ın da dediği gibi; ‘Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi’…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan