EVRENSEL YARA BİRİMİ!
Ayyy aaaayyyy aaayyy… Yılın en kırmızı, en tutkulu, en sancılı, en tatlı, en çalkantılı haftasına mı girdik şimdi biz? Buram buram aşk kokan, her yerden kalpler fışkıran, ritmi hızlandıran “14 Şubat” haftasına…
Ennn sevdiğim konuyu yazıyorum bu hafta; inanmaktan hiç vazgeçmediğim, varlığını yaşayıp bildiğim, uğruna ne yollar, acılar kat ettiğim, kalbimde kelebeklerin uçmasına izin verdiğim o eşsiz duyguyu, Aşk’ı yazıyorum…
Aşkkk… Hiç umulmadık bir anda girip yangınlar çıkaran hani yüreklerde, kibritle oynayan çocuklar misali. Aşkın ateşi deyip umursamazken, küle çeviren kalpleri ve ona dair tüm hayalleri. Kor olmuş tüm renklerle yaşatmaya çalıştığımız, sağanak sevda yağmurlarında ama bazen ne fayda. Arkasından bakakaldığımız, hızla kayıp giderken yüreğimizin logar kapaklarında…
Sevmek bir renkse aşk gökkuşağı bence. Her rengi içinde barındıran, tutkuyu morla şehveti kırmızıyla huzuru maviyle anlatan. Her yaşta başka aşkın tarifi, yürekte hissettirdikleri. Misal kocaman bir ateş topudur, ilk aşkın yaşandığı zamanlar, onbeşler- onaltılar. El ele tutuşmak, gizli gizli buluşmak, öpüşüp koklaşmaktır aşktan anlaşılan. Yirmilerde aşk, tutkuyla paketlenmiş bir hediye paketi gibidir, ucuna yıldız iliştirilmiş. “Sensiz yaşayamam”lar, “Bir daha asla kimseyi sevmeyeceğim”ler uçuşur etrafta. Büyük büyük cümlelerin yanında kalıbına sığmayan vaatler de bonustur yanında; ‘Pembe panjurlu evler, birlikte dünyayı gezeceğiz’ler.
Otuzlu yaşlar, aşkın en katı hali. Artık doğru adam seçilmeli, onunla evlenmeli. Çocuk yapılacak, hayat düzene koyulacak. Aşkla meşkle çiçekle böcekle kim uğraşacak şimdi, daha toplumun beklentileri karşılanacak. İş arama, işi oturtma, eşi bulma, çocuk yapma telaşı içinde aşk, öncelikli işler sırasında çok arkalara düşmüştür bile.
Ve kırklar… Aşkın nar hali. Bir taneden bin taneye, bin taneden bir taneye dönüşülür, aşkın nar halinde. Öyle her babayiğidin de harcı değildir dokunmak; lekesi kolay çıkmaz çünkü. Kazınır üste başa, yüreğe, kalbe. Bir şeylere yetişme değil de bir yerlere yerleşme arzusunun yaşı galiba kırklı yaşlar. Pembe panjurlu ev hayali yerini, önünde iskelesi ve mümkünse bir kayığı, bahçesinde de çift kişilik tahta salıncağı olan bir eve bırakmıştır. Altı, yedi saat aralıksız konuşabilirsin, sadece susarak da anlaşabilirsin. Zerdeçallı, limonlu sularla yanındadır hasta olduğunda, dünyanın en pahalı hediyesinden daha değerlidir o ebegümeci. Şipşak sevişmelerin değil uzun uzun sevmelerin vaktidir artık. Bir şişe şaraba elli sekiz yıla yetecek konu sığdırırsın mesela. Öpünce prense düşen kurbağa masalına inanmaktan vazgeçmediği için içindeki o dokuz yaşındaki çocuğu tebrik edersin. O, elinde kırmızı balonlarıyla çıplak ayak çimlerde koşarken sen Allah’ a şükredersin.
Sadece sizin duyabildiğiniz bir şarkıdır aşk, onun gözlerinden sızan. Hangi şiirden kaçıp geldiği belli olmayan ama tam da yüreğinizin ortasına konan. Namaz gibidir hatta bir kere niyet ettikten sonra etrafına, ona buna bakılmayan. Ruhun iradesidir aşk, bir rüyanın adresi. Tüm zamanların en evrensel yara birimidir kendisi, hem yaradır hem de bant. Ne kadar hazırlıklı olursan ol, ne kadar tecrübeli hissedersen hisset kendini, aşk kapıyı çaldığında her şey değişiyor bir anda, tüm planlar, hazırlıklar boşa gidiyor. Aşkın karşısında hep aynı savunmasızlık ve ne yapacağını bilememe telaşıyla açıyor insan kapıyı. Kısa, çetrefilli, sancılı bir yolculuk; başlangıcı hep tatlı, bitince çok acı.
Hayatın en büyük mucizelerinden biri, yüreğin tutkuya biati, tutkunun mantıkla imtihanı. Kimsenin ölmediği cinayetlere deniyor aşk, sahip olmadığına ait olmak. Bence yılbaşı ikramiyesi gibi bir şey ya, çok şanslılara çıkıyor ancak. İki kalp arasındaki en kısa yol, tek bedende iki ruh. Ters dönmüş bir kaplumbağanın çaresizliği, kalbin gümbürtüsünden başka bir ses duyamama hali. Şeytan işi diyorlar ona, hani mecnun yapıyor ya adamı, dolaştırıyor Leyla Leyla. Kim bilir doğrudur belki, şeytan tüyü yok mu sevilenin ruhunda. Yasaklara direnen büyük aşkları uğruna cennetten kovulmadı mı Adem ile Havva?
Hayatın hızla aktığı, her şeyin an içinde yol edildiği, teknolojinin hızla ilerlediği ama aşkın da soyunun tükendiği bir neslin çocuğu olarak yazıyorum bu yazıyı ama onlardan bir farkla; Sonu mutlu biten aşklara inanarak. Öyle demeyin, zor şeydir onca şeye rağmen sonu mutlu biten aşklara inanmak. Tıpkı uyumadan önce bir masal yaşadığını varsaymak- ki en gerçek masal aşktır. Rengarenk kelebekleri izlemek gibidir önce uzaktan. Sonra o kelebekler, midenizde kanat çırpmaya başlar. Kalbiniz sıkışır, eliniz kalbinizde, gözlerinizi kaparsınız. Bir yandan bu masal hiç bitmesin diye açık tutmaya çalışırsınız gözlerinizi, bir yandan da ‘ya açınca biterse’ diye sımsıkı yumarsınız. Gerçek olsun istersiniz masallar ya da biraz düş biraz gerçek. Ve o çıkageldiğinde, baharda yağan kırkikindi yağmurları gibi süzülerek akar yüreğinize, kainat gözlerinizde dize gelir. Başlık koyamazsınız, kıyamazsınız.
Tüm şarkılar aşka dairdir, tüm filmler aşk üzerine. Sayıp sövdüğümüz ama olsun diye beklediğimiz, dudaklarda, ateş kırmızısı buseler biriktirip yüreğimizin ayazlarında sarıldığımızdır, üşümeyelim diye. Ve aşk, güneş gibi doğarken kalbimizin sabahlarına, onun ışığına mevzilenen ve vuslatı arzu eden başak taneleri gibi omuz veririz düşlerimize. Düşsün diye düşlerimize, tutamayana aşk olsun diye…
Tüm kutsal kitaplarda adı geçen, kötülükleri kovan, demet demet çiçekler açtırandır aşk. Yüreği coşturan, kalbi titretendir. Acıtsa da ciğerini, cana can verendir. Şeytana bile pabucunu ters giydirendir.
Ve bir şey diyeyim mi;
Şeytan aşık olabilseydi eğer, şeytanlığı gider melek kesilirdi.
İşte bu yüzden AŞK, dinin ve imanın ta kendisidir.
SEVGİLİLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN! ...
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan