“Bir sahilde durmuş, denize açılan bir gemiye veda ederek el sallayan bir grup insan vardı. Gemi yalnızca yelken direği görünene kadar uzaklaşmıştı. Sonra direk de gözden kaybolunca seyredenler gitti…" diye mırıldanmışlardı. Ama tam o sırada, uzaklarda bir yerde, bir başka grup insan, ufku tarıyor, direğin yükseldiğini görüyor ve "İşte geldi!" diyordu...
Irvin Yalom’un “Annem ve Hayatın Anlamı” adlı kitabında beni çok etkileyen bir bölümdü bu… Klasik bir uğurlama sahnesinin tasviri gibi gözüken bu yazı, hayatın ta kendisiydi aslında… He bitişin ardından gelen başlangıç, her vedadan sonra gelen kavuşma…
Enteresan yerlerdir istasyonlar, terminaller, havaalanları…
Zaman, oralarda bir başka işler sanki. Bir tarafta, vedalar yaşanır; bulutlu gözlerde, sağanak yağmurlarla. Hemen yanında, kavuşmalar vardır; sıcak sarılmalarla, şen kahkahalarla…
Beni de etkileyen bu sanırım; İki tezatın, birbirine yaptığı caka, azıcık da fiyaka…
Ne hayatlar yaşanır oralarda; Anne vardır, gözleri hüzünlü, kalbi buruktur, babaysa mağrurdur, gururludur, biricik oğulları askere gidiyordur… Az ötede bir grup genç, arkadaşlarını uğurlamak için bekleşiyordur… Onların yanı başında bir çift, az sonra ayrılacaklarına inat birbirlerine sarılıp duruyordur…
Vedalar soğuktur, pusludur…
Hüzün kokar buram buram…
Acaba hangisidir daha çok yaralanan; giden mi yoksa kalan mı?…
İkisi de aynıdır aslında; hesap verilen, bir yalnızlıktır sonuçta…
Ve ardından el sallamak kolaydır da, ya içinden çıkıp gitmedikten sonra…
Acı bir düdük, ya da soğuk bir anons duyulur önce; ayrılık vakti, gelmiştir işte. Gelmiştir de o son anda, el çekilemez bir türlü evladın yanağından, dostun sırtından, sevgilinin dudağından…
Tükenmek bilmez olur o son sözler, cümleler...
Tekrar tekrar sarılmak istenir, sanki bir daha hiç görmeyecek gibi, öpülmek istenir, bir daha hiç sevmeyecek gibi…
Ve onlar; gidenler ve kalanlar, yüreklerinin çığlıklarını nefessiz bırakıp içlerindeki isyanları sessizce bastırırlar, dişlerini sıka sıka…
Sözün kifayetsiz kaldığı nokta, sözün ortada kalabalık yaptığı bir andır veda…
Kavuşma arzusuyla, kavuşamama korkusu arasında salınıp duran bir başka zaman tahayyülüdür aslında…
Vedanın en güzel tarafı nedir diye sorulursa, cevap “kavuşmak” olacaktır mutlaka. Gebedir vedalar, kavuşmalara. Beyaz bir mendil semada ortak olurken ayrılıklara, eller acı acı sallanırken ve istasyonda son bakışlar dolaşırken huzursuzca, nur topu gibi doğuşu beklenir kavuşmanın hayata…
Kimi kez, kilometrelerin uzaklığı, yakınlaştırır insanları, bazen santimetrelerin yakınlığının korkuttuğu gibi…
En değerli sevgiler, bazen gösterilmeden yaşanır.
Erken vedalar coğrafyasında, bundandır, takvimsizdir kavuşmalar
O yüzden, bütün güzel çiçekler bırak gitsin be gönül, gitsin ki, bahara tomurcuklar devşirsin…
Ve seviyorsan, bırak gitsin sevgili, dönerse o hep senindir, kıymetini bilirsin…
Eğer dönmezse, hiçbir zaman senin olmamıştır zaten,unut gitsin…
Giden tamamen gittiğinde, kimi zaman da gitsin diye arkasından itildiğinde, veda, “elveda” olur ki aslında en çok da koyan odur.
Anılar canlanır bir bir, son bakış gözlerin önüne gelir ve biter tüm ümitler, vuslata dair…
Hayat da böyle bir şey iste;
Gece sabaha, yalan doğruya, veda kavuşmaya hasret...
Vuslat, giden dönecek diye beklemekten ibaret…
Kimi zaman biz hayatı kovalarken, kimi zaman da hayat bizi, belki de geçmiş ve geleceği, masal tadında yaşayabilmektir asıl olan...
Teşekkür etmek paylaşılanlara, gülümsemek anılara ve arkana bakmadan devam etmek yola...
Düşünmemek ; “ ben nerede hata yaptım,bunun neresi yanlış…” ;
Çünkü, her sevda bir veda ve her veda bir başlangıç…
Cansen Erdoğan