Bir iş gününün son saatleri. Nasıl olduğunu anlayamadığım bir tempoda geçen günden sonra eve gitmek üzere yola koyuldum. Bardaktan boşanırcasına yağan deli bir yağmur, zaten şah olan trafiği, şahbaz etmiş durumdaydı. Kornalar çalıyor, araba pencerelerinden çıkarılan kollarla ‘yol verdin, vermedin’ tartışmaları yapılıyordu. Yani İstanbul, yağmurlu bir günü, çılgın bir adrenalinle noktalamak üzereydi. Arabada oturmuş trafiğin ilerlemesini beklerken, gözüm, yandaki durakta, birbirine sarılmış kahkahalarla bir şeyler anlatan çifte takıldı. Kız, üniversitede okuyor olmalıydı tahminimce, erkek de ondan birkaç yaş büyük. Ne yağan yağmurun altında sırılsıklam olmak, ne de korna keşmekeşi içinde ayakta bekliyor olmak umurlarındaydı. Öyle genç, öyle mutlu, öyle umutluydular ki….
‘Genç olmak’… İnsan hayatının en karmaşık, en zor, en kolay, en kıymet bilinmez ve en geri gelmez dönemi… Southey’in dediği gibi ‘Ne kadar uzun yaşanırsa yaşansın; ilk yirmi yıl ömrün en uzun yarısı’ gerçekten… İlkbahar mevsimi gibidir gençlik. Bir bakarsınız her taraf çiçeklerle bezenir, yakıcı güneşin ışıkları vurur yüzlere; bir bakarsınız yağmur yağar, fırtına kopar, şimşekler çakar gökyüzünde… Hem çok güzeldir genç olmak hem de çok zor… Hayata yönelik hazırlıkların sürdüğü; ama henüz tamamlanmadığı, çok özel bir dönemdir; Hiçbir şey bilmezken aslında, her şeyi biliyorsunuz gibidir… Çocuk değildir artık genç, yetişkin de değildir henüz… Bir bağımsızlık savaşı verilmektedir aslında kıyasıya; birey olma kaygısıyla varlıklarını savunan gençler ve bir zamanla genç olduklarını unutanlar arasında…
‘Bana bir şey olmaz’ demektir genç olmak… Her şeyin, eninde sonunda iyi olacağına inanılır. O bitmek bilmez umududur onu yaşatan ve tüm nefesiyle içine çekerek solutan dünyayı…
Coşkudur gençlik… ‘deli kan’ denmesi bundandır işte… Sevdi mi yürekten sever… Sevgisini, denize yazabilir dalgalarla, üstelik buna da inanır tüm kalbiyle… Kızdı mı, dağları yıkar, siler, geçer bir kalemde… Beş dakika görmek için beş saatlik yolları aşar karda, kışta, kıyamette… Beş saat vakit geçirmek doğaldır genç için, aynanın önünde, on saat durmak da telefon nöbetinde… Elini ilk tuttuğunda sevdiğinin, dünya dönmeyi bırakır onun için, bir süreliğine ve o öpüştür ki saklandığı dudak kıvrımlarının arasında, kendini hatırlatır her gülümseyişte, yıllar sonra bile…
Geçen hafta, yaşları 16-20 arasında değişen gençlerin eserlerinden oluşan bir resim sergisine gittim. Resimlerden daha çok, resimleri yaratanların gözlerindeki ışık, heyecan oldu beni etkileyen… Sergide gezerken ‘Günbatım’” isimli tabloyu incelemeye başladım. ‘Bu benim eserim, üç ay sürdü yapmam’ diyen ve sonradan adının İdil Koçer olduğunu öğrendiğim gencecik bir kıza ait bir ses duydum yanı başımda… Öyle gururlu, umutluydu ki coşkusu, gözlerimi doldurdu… Aynı hafta, çok sevdiğim bir arkadaşım vasıtasıyla, Uludağ üniversitesinde bir grup gencin, biraraya gelerek yayınladığı ‘Bonzirik’ isimli bir dergiden haberdar oldum. Tuna Akkılıç ve arkadaşlarının bir araya gelerek, kimseden destek görmeyerek tamamen kendi imkanlarıyla, kişisel becerileri ve çılgın yetenekleriyle çıkardıkları eserlerini büyük keyif ve kocaman bir gülümsemeyle okudum dudaklarımla ve tanıdığım için mutlu oldum, böyle bir yola baş koydukları için de gurur duydum onlarla…
Ve sevgili Zeynep Kiriş; geçen hafta, lisedeki münazara için, Avrupa Birliği’ne girme konusunda fikrimi sordun. Öyle içten, öyle derin sahip çıkmıştın ki görev aldığın sorumluluğa, ‘helal olsun’ dedirttin bana. Avrupa Birliğine girsek de girmesek de sen ve arkadaşların sayesinde bu ülke daha iyiye gidecek, buna sadece inanmıyorum, biliyorum da…
İki üç tane yaşı ilerlemiş büyük, bir araya gelince, en favori konudur gençler; ‘Ne olacak bu gençlerin hali, aah bizim zamanımız da gençlik böyle miydi?’… Valla teyzeler, amcalar; Sizin zamanınızda gençlik, daha terbiyeli, daha ahlaklı, daha çalışkan olmuş olabilir… Ailelerinin dizinin dibinde, yap denileni yapan, yapma denileni yapmayan, kurallardan ve yasaklardan korkan, kontrollü yaşayan düz bir gençlik bahsettiğiniz… Doğru söylüyorsunuz, o gençlik yok artık; bir şeyler üreten, düşünen, yaratan bir gençlik yaşanıyor günümüzde… Suçları genç olmak mı? Yoksa genç olmak suç mu bilmiyorum ama yasakları sorgulayan, araştıran ve yaşadığı düzeni değiştirmeye çalışan, farkındalık yaratan bir gençlik var… Bu uyanışta, biraz edepsizlik, biraz delilik varsın olsun, gülümseyin gitsin… Çocukken yıldızlara bakıp hayaller kurardım… Biraz büyüyünce, yıldızlarımın üzerine gelen bulutlara üfleyip yolumu aydınlatacağımı düşünmeye başladım… Bir zamanlar, havada buluttan buluta koşardım… Şimdi ayağım tökezlemeden yürümeye çalışıyorum… Gençler, hayalleriyle, yaşlılar anılarıyla yaşarlarmış… Zaman, ardından kovalayan varmışçasına hızla geçip gidiyor… Ve ben de kurduğum hayalleri, anıya dönüştürmeye çalışıyorum artık; bilmem, anlatabildim mi?..