KALP HERKÜLÜ
Sekiz-dokuz yaşlarındaydım. Ilık bir Eylül akşamıydı, caddeler boş, sokaklar ıssızdı. Ev ahalisi tam kadro televizyon başındaydık. Babam koltuğun önüne doğru, her an ayağa fırlayacakmış gibi oturmuş, elleri dizlerinde gözlerini kırpmadan ekrana kitlenmişti. Hepimiz derin bir sessizlik içinde heyecanla bekliyorduk. Öyle bir haldeydik ki hani birisi yanlışlıkla hapşırsa linç edilecekti.
Ve nihayet o göründü. Adı anons edildiğinde yer yerinden oynadı, ortalık alkış kıyamet. Dünyanın birçok yerinde milyonlarca kişi onu izlemek üzere nefesini tutmuştu. Ve o kendi küçük, yüreği kocaman dev adam kürsüye geldi. Gözlerini kapadı, gözüne düşen perçemine üfledi ve kendi ağırlığının üç katını kaldırarak üç dünya, dokuz olimpiyat rekorunun sahibi oldu. Evet O, halterin efsane ismi Naim Süleymanoğlu’ydu…
Filmin başlamasına az kalmıştı ve sinema salonun fuayesinde işte bunlar geçiyordu aklımdan.
O unutulmaz olimpiyat günü, Bulgaristan’dan kaçırılması, ailesiyle kavuşması dün gibiydi sanki. Belki de o yüzden gitmek istiyordum filme, çocukluğumu mu kovalıyordum ne :)
Ayla’ dan Müslüm’e, Çiçero’dan Sarıkamış Çocukları’na gerçek hayat hikayelerini ustalıkla ele alan yapımcı Mustafa Uslu’nun filmi Naim…
Diğer filmleri gibi, uzun araştırmalar, titiz incelemelerden sonra ortaya çıkmış bu film. Senaryo Barış Pirhasan’ın olunca mevzu daha da derinleşiyor tabi. Şöyle en damarlısından, yüreği dağlayan, içi parçalayan, izleyenleri baya baya ağlatan bir film çıkmış ortaya. Ama favorim kesinlikle şarkıları. Tabii ki Fahir Atakoğlu şov izliyorsunuz film boyunca.’ İnsan insan’ ile Fazıl Say kalbinizi titretiyor. Ama Eypio bu filme özel şarkısıyla kariyerinin zirvesini yaşıyor. Buram buram milliyetçilik kokuyor film, öfke, hüzün, isyan taşıyor. Ama en çok da umudu hatırlatıyor. Çünkü film Naim Süleymanoğlu’nun, gelecek kuşaklara, gençlere, Türk çocuklarına, kendilerindeki enerjiyi bulabilecekleri, inandıklarında ne yapabileceklerini görecekleri, muhteşem bir emanet olma özelliği taşıyor.
Lakin filmde başka bir şey var ki asıl orası her şeyi anlatıyor, büyük bir yanlışı göz önüne seriyor. Malum Naim, Bulgaristan’ın Mestanlı köyünde doğmuş Türk asıllı bir Bulgar vatandaşı. Eğitimini Bulgaristan’da alıyor, spor disiplini orada öğretiliyor. Henüz on yaşında başlıyor haltere, özel olarak eğitiliyor. Büyük umutlar bağlanıyor kendisine, emekle ilmek ilmek işleniyor. Yatırım yapılıyor onun için, ülke imkanları seferber ediliyor. Naim de tüm bunların karşılığını fazlasıyla veriyor, Bulgaristan’ı çeşitli müsabakalarda en güzel şekilde temsil ediyor, şampiyonluklar getiriyor. Tüm kalpleri kazanıyor. Cep herkülü, kalp herkülü oluyor.
Bir gün ülkede bir şeyler değişiveriyor. Oraları memleketleri kabul edip yerleşen, yüzyıllar boyu kök salan, ağız tadıyla huzur içinde oturan milyonlarca Türk’ün kaderi bir anda değişiyor. Bulgar hükümetinin aldığı bir kararla Bulgaristan’da yaşayan Türkler’in Türklüklerinden vazgeçmesi isteniyor. Adlarını, dillerini, dinlerini Bulgarca yapmaları, özlerini kaybetmeleri için zorlanıyor. Uymayanlar, şiddete maruz kalıp işkence kamplarına yollanıyor. Orada yaşayan Türkler için tarihe utançla geçecek acı bir dönem başlıyor. Naim ve ailesi de bu çaresizliği yaşayan milyonlarca aileden biri. Ve Naim, ailesinin, komşularının, orada yaşayan tüm Türklerin yaşadığı bu drama sessiz kalmamaya ant içiyor. Dünyanın en iyisi olup bu zulmü duyurmaya karar veriyor.
Büyük kaçış planı böyle devreye giriyor. Büyük zorluklar ve o dönemki Özal hükümetinin desteğiyle Naim, Türkiye’ye iltica ediyor. Ve artık Türk vatandaşı olarak katılıyor müsabakalara, yarışmalara…
Türkiye kazanıyor onunla, Türkiye’nin adı duyuluyor artık arenada, olimpiyatlarda. Türk bayrağı dalgalanıyor, istiklal marşı okunuyor. Yani Bulgaristan’ın onca eğitimi, emeği, yatırımı heba olup gidiyor, bundan yararlanan da Türkiye oluyor.
Neymiş yani, bir insanın kendine yaptığı kötülüğü başka kimse yapamazmış. Burada da bir ülkenin kendine yaptığı kötülüğü görüyoruz işte. Aldığı saçma ve gereksiz bir kararla durduk yere düzeni bozmakla insanları üzmek, huzursuz etmek uğruna onca emeğin, yıllar süren çabanın eğitimin Türkiye’ye yaradığını üzüntüyle izleyen Bulgaristan işte. Kendi kendine zarar verdi, cefasını çekti, ekmeğini başkası yedi, var mıydı başkasının suçu? Yoktu elbet, kendi hatasının bedelini faiziyle ödedi.
Valla bir şey diyeyim mi, insanın en büyük düşmanı kendisidir. Kendini en iyi tanıyan yine kendisidir çünkü tüm korkularını, zaafların bilir. Nefsine yalnız kendisi hükmedebilir, en çok kendine yenilir, kendinden vazgeçebilir. En kolay da kendine inanır insan, hep kolayı seçer. Mücadeleyi sevmez, parayı sever, şan şöhret ister. Kimisi gezmek, uzak diyarlara gitmek, kimisi ise sadece başını sokabileceği bir yuva ve bir parça ekmek. Başını belaya sokmakta ustadır bazıları, bazıları da kendi yalanlarında boğulmak da. Egolarına kurban edenler de vardır düşlerini, satanlar da hırsları uğruna hayallerini. Velhasıl diyeceğim o ki;
Yedi düvel, cümle alem de gelse bir araya yine edemez kimse, kişinin kendine ettiğini…
Bu durumda, somak gerekir;
Kötüler, aslında zavallı iyiler midir ?
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan