KAYBEDENLER KULÜBÜ
Kapandık, kapanıyoruz, kapanacağız derken kapandık işte!
Tam kapanamayan bir kapanmadan herkese merhaba!
Yine enteresan oldu her şey tabi, birileri muaf, birileri değil. Seyahat belgesi alanlar şanslı, alamayanlar sefil. Tam kapanma dendi, ek toplu taşıma seferleri kondu. Trafik normalden de çok oldu. Millet kendini Bodrum’a, Çeşme’ye, yazlık yerlere attı. Bence Covid virüsünü denize dökersek kurtuluruz sanıldı belki de haklılardı :)
Şaka bir yana eve tıkılı koca bir kışın ardından bahar geldi çattı. Geldi gelmesine de karşılayan olmadı. Böyle mi olurdu önceden, bu zamanlarda herkes sokaktaydı. Deniz kenarları, balık tutan, yürüyüş yapanlarla dolup taşardı. Mangal kokuları duyulurdu yeşillerin arasından, kahkaha sesleri yükselirdi kafelerden, lokantalardan. Boğaz’da erguvan zamanı şimdilerde, salkım söğüt kokusu gelirdi rüzgarla. Lale devri çocuklarıydık biz şarkıdaki gibi, dolaşırdık laleler arasında, Emirgan’da, Yıldız Parkı’nda…
Eskiden normal, sıradan gelen şeyler bir lütuf gibi sanki. İç çekerek anıyoruz o günleri. Şimdi anlıyoruz taze çiçek kokusunun, denizin- güneşin-okulun kıymetini. Yüz yüze görüşmenin, sarılıp öpüşmenin, dışarıda görüşmenin değerini. Bu da bir dersti belki, kaybettiğimiz ve önemini sonradan fark ettiğimiz onca şey gibi!
Ahmet Kaya’nın; “Hep sonradan gelir aklıma, hep sonradan” şarkısı geldi şimdi dudaklarıma. Niye böyleyiz ya, niye hep sonradan gelir, aklımız başımıza. Kıymet bilmek için kaybetmek mi gerek illa! Ya da hep gidince, bitince mi anlaşılır değer acaba!
Önümden geçip giden baharı izlerken balkonda, düşündüm bunları. Bir bahar daha geçip gidiyor ömrümüzden, gönlümüzden. ‘Bir bahar daha eksik yaz Usta, alacaklıyız senden !’
Van Gogh’a benzettim baharı şimdi. Renkleri, paleti, boyası, tuvalinden değil canım, kıymet bilinmeyişinden.
Van Gogh, okulu bitirdikten sonra baba mesleği olan papazlığı seçmiş ve Güney Belçika’daki maden ocaklarında çalışan işçilere ve köylülere vaaz vermeye başlamış. Orada gördüğü fakirlik onu o kadar etkilemiş ki kilise tarafından kendisine verilen yiyecek, giyecek ve ayakkabılarını fakirlere dağıtmaya başlamış ve kiliseden atılmış.
Bu arada da resim yapmaktan zevk aldığını ve bu konuda yetenekli olduğunu fark etmiş.
Modele verecek parası olmadığı için model olarak çoğu kereler köylüleri, çiçekleri, doğa manzaralarını ve kendi eski ayakkabılarını çizmiş. İlginç olan, yaptığı 1800 resim ve tablodan hiç birini satamamış, yakası da fakirlikten hiç kurtulamamış.
Bu arada fakirlikten ve gıdasızlıktan ruh sağlığı bozulmuş ve kriz geçirdiği sırada onu bir akıl hastanesine kaldırmışlar.
En ünlü ve en değerli eserini “Yıldızlı Gece” adıyla orada çizmiş. Hastaneden çıktıktan bir sene sonra, 37 yaşındayken tabancayla kendini göğsünden vurarak öldürmüş.
Ölümünden tam 80 yıl sonra, “Selvi ve Çiçeklenen Ağaç” adlı tablosu, müzayedede bir milyon üç yüz bin dolara satılmış. Bir koleksiyoncu da 1990 yılında “Dr. Gache” isimli portreyi 148 milyon 600 bin dolara satın almış. Zavallı Van Gogh, sefalet içinde açlık ve yokluktan ölürken ölümünden ancak yıllar sonra değerinin anlaşılacağını, sanatının fark edileceğini acaba hiç düşünmüş müydü?
Hayat bu işte, hepimizin bilerek ya da bilmeyerek yaptığı. Önce elde etmek için çabalarız, edince de bir kenara atarız. Gerçek değerini ise kaybedince anlarız. Bu, her şeyde böyle; Sevince de, kazanınca da, başarınca da!
Valla bir zamanlar telefonla aramadıklarınızı mumla ararsınız bazen. Avuçlarını sımsıkı tutamadıklarınızın kıymetini, avucunuzu yaladığınızda anlarsınız. Pişmanlık denen illeti, yarım bıraktığınızı başkası tamamladığında yaşarsınız.
Ne zordur bir insanı tanımak. Günler, geceler boyu uykusuz kalıp ona dair hayaller kurmak. Büyük büyük cümleler dökülür dilden; “Sensiz yaşayamam, seni azıcık bile üzeni yaşatmam!” Öyle güçlüdür ki hisler, dünyanın dönüşünü değiştirebilecek, insanlığı düzeltebilecek, her şeye meydan okuyabilecek sanırsın kendini. Gün geçtikçe alışırsın, heyecan azalır, o zaten hep yanında, elinin altındadır. Hiç gitmeyecek sanmışsındır, hiç bitmeyecektir. Ama öyle değildir. Bir gün usulca kayar ellerinin arasından, sen ne olduğunu anlayamadan gidiverir. Emek vermediğinden, kıymet bilmediğinden, sevgi göstermediğinden uçup gitmiştir. Bir insanı kazanmak zaman meselesi, kaybetmek ise an meselesidir. Ah be cancağızım, ne kazandığını bilmiyorum ama umarım kaybettiğine değmiştir!
Güzeldir vazgeçmek; Kadir kıymet bilmeyenden, menfaat için değişenden, önemsedikçe değersizleşen, kendini vazgeçilmez zannedenden!
Şunu bilir şunu söylerim, sevmeyi bilmeyene ömür emanet edilmez!
Giden geri gelmez, gelse de eskisine benzemez!
En korktuğum kelimedir ‘keşke’, acılı pişmanlıklar, titrek hayıflanmalar içerir çünkü. Kaybedince dökülür en çok, yitirince. Sonunda anladım ki sonra ‘eyvah’ diyeceğin şeye, başta ‘eyvallah’ deme. Pişman olsan da pişman ölme!
Sımsıkı sarıl, kaybedersen üzüleceklerine aman!
İş işten geçmeden, yıkmadan ortalığı darmaduman!
Bak söylüyorum, kaybetmeden bil kıymetini,
Çünkü;
Açtığın her yaradan, hesap sorar Yaradan!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan
Elinize, yüreğinize sağlık