Bebek’ de bir sabah…Vakit erken yani şehir tam uyanmamış, uyandıysa da ayılamamış.
Öyle bir yürümek istedim ben de, gitmek istedim belki yüreğimin değil ama ayaklarımın götürdüğü yere. Parkın içinde bir banka oturdum, karşımda deniz, tepemde güneş. Kısacık ama kocaman bir umut doğdu içime ve dilimden döküldü bu dizeler;
En güzel deniz, henüz girilmemiş olandır
En güzel çocuk, henüz büyümedi
En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız ...
Ah be Nazım dedim, ne güzel yazmışsın, umudu ne derin anlatmışsın.
Sadece umudu mu;
Hayır tabii ki. Aşkı, özgürlüğü, memleketi, özlemi, hasreti, devrimi, her şeyi. Tam o sırada yanımda katlanmış gazeteye ilişti gözüm ve o gün Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü olduğunu okudum şaşkınlıkla. Nazım Hikmet’i anma haftasında, hiç bilmeden onun satırları geçmiş aklımdan. Tesadüf müydü bilemedim. Gülümsedim.
Siyasi yönüne girmeyeceğim burada. Çünkü o başka bir mecra, farklı bir derya. Görüşlerimiz birbirinden çok farklı olsa da hatta o ‘vatan haini’ olarak adlandırılıp vatandaşlığı elinden de alınmış olsa Türk dilinin en önemli şairi. Böyle düşünen de tek ben olmasam gerek, Unesco tarafından 2002 yılından ‘Yüzyılın Şairi’ seçilmiş kendisi.
Nasıl bir vatan haini şu dizeleri yazar bilemiyorum gerçi ;
“Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim…
Yasak kelimeleri özgür bırakan bu cesur adamın aşkları ve en çok da aşkı yaşayış tarzı, onu başkalarından ayırıyor belki de. Piraye’ ye yazdığı mektuplarda aşkın şiddetini, Vera ile aşkında tutkuyu, Münevver’de huzuru, Nüzhet ile evliliğinde dostluğu hissetmiyor musunuz siz de?
Ne olmuş canım kendisi sıkı bir komünist ise, aşkla davayı karıştırmayan ince ayar adamı o, gerisinden bize ne!
Tam önümden tepesinde uçuşan martılarla boğazı yararak geçen vapuru görünce o şarkı geldi aklıma. Nazım Hikmet denince aklıma ilk gelen, her dinleyişimde içimi eriten, gözyaşlarımı sildiren o şarkı ve hikayesi;
Celile Hanım hem entelektüel bir kadın, hem ressam ve hem de İstanbul’un en güzel kadınlarından biriymiş. Ünlü Osmanlı valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendirmişler onu. Ve Nazım Hikmet de bu birliktelikten doğmuş…
Celile Hanım’la Hikmet Bey arasında zamanla büyük bir geçimsizlik başlamış ve birbirinden uzaklaşmışlar. Tabi doğa yalnızlık kabul etmez, boşluğa izin vermez. Hele de konu, çok güzel ve donanımlı bir kadının yalnızlığı olunca…
İşte Celile böyle bir anda, oğlu Nazım’ın şiir hocası Yahya Kemal ile tanışmış…
Bir aşk başlamış ki aralarında, dillere destan…
Yahya Kemal zannımca hovarda bir adam hiç değil. Duygusal bakan, yürekten seven bir adam...
Sonrasında Celile, bu aşkı evliliğe taşımak için ilk adımı atmış ve kocasından boşanmış…
Ancak hafta sonları Bahriye Mektebi’nden izinli olarak annesinin yanına gelen Nazım, annesi ile hocasının münasebetinin ilerleyerek duygusal boyuta taşındığını görünce çok sinirlenmiş ve bir kağıda şunları yazarak hocası Yahya Kemal’in cebine koymuş:
“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz”
Bunun sonucunda Celile Hanım’ın kadın başına cesurluğuna rağmen Yahya Kemal uzaklaşmış Celile hanımdan ve münasebeti kesmiş ama ona olan duygularını içten içe yaşamaya, aşkını yaşatmaya devam etmiş.
Bir gün Celile Hanım’a bir mektup gelir ve Celile Hanım, büyük aşkıyla evlenmeyi umarken onun vedasıyla karşılaşır mektupta. Daha fazla oralarda kalıp bu acıyı taşıyamayacağını anlayan Celile Hanım, Paris’e gidip resim üzerine çalışmaya karar verir. Celile Hanım Paris’e giderken, limandan kalkan gemiyi saklandığı yerden hüzünlü bir çift göz de izlemektedir. İşte Yahya Kemal hüzünlü yarım kalmış bir aşka veda ediyordur limanda ve hepimizin bir ölüm üzerine yazılmış olduğunu sandığımız mısraları yarım bırakılmış, cesaret bulamayınca sönmüş bir aşkın ölümü üzerine yazmıştır, sevdiği kadına uzaktan bir veda ile.
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden."
İşte ‘Sessiz Gemi’, Yahya Kemal’in hayatındaki en büyük aşkının gemiyle uzaklaşırken yaşadığı çaresizliği anlatıyor. Celile hanımı bir daha hiç görmemiş Yahya Kemal ama hiç unutamamış da. Nice şiire can vermiş onun bu sevdası, nice dizeye hayat. Kim bilir belki de gerçekten kavuşamamaktır aşk…
Umutla başlayıp mutsuz bir sonla bitti ama ne yapayım;
Aşk tesadüfleri sever, kader ayrılıkları. Kısacık zamana bir hayat sığdırdığımız şey değil mi ömür?
Hem ne demiş ‘Mavi gözlü dev’ ;
“Beraber yaşanır, dövüşülür beraber. Ama herkes kendi payına ölür”!...
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan