NESLİ TÜKENENLER
Yakılan mangallar, atılan izmaritler, tutuşturulan çalı çırpılar nedeniyle kocaman ormanların, çaresiz hayvanların yanışını izlemiştik yazın hatırlarsınız. Göcek, duman altı kalmıştı günlerce, Fethiye, Bodrum cayır cayır yanmıştı. Kalbimiz ne acımıştı. Doğa karşısında acizliğimizle yüzleşmiştik hep birlikte. Hayvanı öldüren, ağacı kesen, kadını döven, çocuğu ezen bir coğrafyanın içinde yaşamanın utancı sarmıştı birçoğumuzu. Şimdi de Avusturalya yaşıyor bu dramı, kat kat misliyle hem de. Bir kıta yanıyor, canlılar ölüyor, doğa acı çekiyor…
Avustralya'da aylardır devam eden yangınlarda milyonlarca hektar alan küle döndü. 25b kişi ve 480 milyon hayvan öldü, 500’ den fazla canlı türü yok oldu. İşin aslı bu yalnızca bir ülkede yaşanan yangın değil, tüm dünyayı etkileyecek büyüklükte bir kayboluş. İnsanlar, ‘daha fazla, en fazla ben tüketeceğim’ diye birbirini boğazlarken milyonlarca canlı yanıyor, can çekişiyor. Peki, bu arada dünyanın gelişmiş ülkeleri ne yapıyor? Ne yapacak, gelişememiş pardon yeni tabirle; “gelişmekte olan” ülkelerin tepesine çökmekle meşguller!
Küresel ısınma diye bas bas bağıranları görmezden geliyorlar. Evet, efendim küresel ısınma. Bumerang gibi geri dönüp vurdu Avusturalya’yı. Gidip de otel yapmak için, tatil köyü kurmak amacıyla otlakları, tarlaları yakmadılar herhalde, o Türk kafası, her yerde bulamazsınız o yaratıcılığı (!) Avustralya, 47 milyar dolar ile dünyanın en büyük kömür ihracatçısı ve üçüncü büyük fosil yakıt ihracatçısı. Bu kömürlerin büyük çoğunu, dünyanın en büyük karbon salınımı yapan ülkeleri olan Çin ve Hindistan'a satıyor. Bu ülkelerin de Avustralya üretimi fosil yakıtları kullanmak suretiyle dünya atmosferine saldıkları karbon miktarı doğrudan Avustralya'yı etkiliyor. Rüzgar da bu kötülüğü yanlarına bırakmıyor, kuruyan otlar yanıyor, yangın da rüzgarla kilometrelerce uzaklara yayılıyor. Doğa insan olmadan da yaşar ama insan doğa yok olduktan sonra yaşayamaz. Televizyonda, internette haberlerde orman yangınlarından kaçmaya çalışan, telef olan hayvanları gördükçe kalbim ağladı benim. Hayvanların mitolojisi olsaydı bugünü kıyamet olarak yazarlardı eminim. Hele iki fotoğraf vardı ki gözlerimden silinmeyen; Bir koalanın itfaiyeciye tutunmuş fotoğrafı ile anne koalanın yavrusuna korkuyla sarılmış hali. Gitmiyor bunlar gözümün önünden. Ve bilanço; Dünyadaki koalaların 3'de 1'i bu yangında öldü. Yapılan araştırmalara göre nesilleri de artık tükenmek üzere…
Koalaların da nesli tükeniyormuş, bazı insanlar gibi…
Nesli tükeniyor deyince geldi aklıma, bazı özellikler, vasıflar, jestler de bitti- nesilleri tükendi.
Kimler mi?
Yağmurda arabayla geçerken çamur sıçratmamak için yavaşlayanlar, hata yaptıklarında özür dileyebilenler, teşekkür edenler. Arabaya binerken bayanların kapısını tutanlar, önce onlar geçsin diye yol verenler, gülümseyenler. Çalışanlarına, garsonlara, temizlikçilere düzgün davrananlar, selam alanlar selam verenler, yere tükürmeyenler.
Bakın bir etrafınıza, kaç kişi kaldılar başkalarının mutluluğu ile mutlu olan insanlar. Haset olmayanlar, dost görünüp de sırtınızdan vurmayanlar?
Birleşmiş Milletlere, NATO’ya falan değil insanlığa sesleniyorum buradan; Nesilleri tükeniyor bir çıkarı olmadığı halde yardım edenlerin, zaman ayırıp da dert dinleyenlerin, sır tutup da kin tutmayanların!
Artık yapacak bir şey kalmadıklarımız da var tabi, geç kaldıklarımız, kurtaramadıklarımız. Mesela sevildikçe şımarmayanlar, aleyhine olsa da doğruluktan ayrılmayanlar, sürü psikolojisine uymayanlar. Çoktan tükendi nesilleri bunların, çoktan…
“Müsaitseniz akşam annemler gelecek” diye komşulara giden, daire daire aşure dağıtan bir nesildik biz. Veresiye defteri kullanan bakkal amcalar vardı, arada sakız, çikolata veren. Küçük arabasıyla sokaklarda “zerzevatçı geldi, zerzevatçıııııı’ diye bağıran satıcılar, dantelli masa örtüleri, iğne oyalı nevresimleri ev ev gezip satan bohçacılar vardı. Milli piyangoya inanırdık bir zamanlar, çıkabileceğine dair hayaller kurardık. Tek kanallı televizyonlarda kalabalık izlerdik dizileri. “Köle İsaura”ya üzülür, “Zenginler de ağlar” derdik. “Dallas” çiftliğinden “Uzay Yolu”na “şirinler”dik.
Erkekler de öyle kolay kolay açılamazlardı çünkü emin olamazlardı. Tanımak zordu birbirini, oysa şimdi yaz Google’a ismini, çıksın onunla ilgili her bilgi. Günümüzün öpüşmekten moraran dudakları değil, utanmaktan kızaran yanakları vardı hatırda kalan. Hele o ilk konuşma, ne özeldi. Erkek cesaretini toplamış, kız heyecandan ha bayılmış ha bayılacak. Şimdilerde öyle mi, nasılsa alternatif çok, biri olmazsa illa biri olacak. Şimdilerde dalga geçtiğimiz, nesli çoktan tükenmiş bir teklif vardı hatırlar mısınız; “Çıkma teklifi”. İlişkiyi başlatan devrim hareketiydi o. Elini tutabilmek için çıkıyor olmak gerekirdi, işaretti, o benim diyebilmekti. Şimdi ilk öpüşme, merhaba sayılıyor, ilk buluşma da yatakta bitiyor. Elini ilk tuttuğunda dünya dönmeyi bırakırdı eskiden, pare pare yayılırdı o sıcaklık her bir hücrene. Günlerce düşünür, yeniden yaşardın o anı, aynı heyecanla. Şimdilerde elini tutma diye bir şey kaldı mı acaba?
Tüm o güzel insanlar neredesiniz?
“Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık” diyen Yaşar Kemal, bu günleri görmemişti bile daha.
Nereye kayboldunuz, özledim ben sizi, kontör satın alıp da konuştuğumuz günleri, tüplü televizyondan Eurovision izleyip Almanya’dan 12 puan gelince sevindiğimiz o dönemleri. Sokaklarında bağırarak koştuğumuz, ip atlayıp saklambaç oynadığımız mahalleleri özledim.
Neredesiniz?
Ya bir zamanlar akşamları okuduğum Peter Pan romanındaki ‘Olmayan Ülke” ye gittiniz,
Ya da neslinizle tükendiniz…
Kim bilir belki ben büyüdüm artık,
Ve umarım ben büyümüşümdür! ...
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan