NÜ! ...
Godiva; Aklınıza çikolata geldi hemen değil mi?
Çok da haksız sayılmazsınız, Godiva deyince hepimizin aklına o şahane çikolatalar geliyor tabiki. Ama tam da diyeti ortasında, tatlı- tuzlu tüm o güzel gıdalardan uzakta, midem de ziyadesiyle yasta iken çikolata ile ilgili bir yazı yazamayacağım belli. Of ya bakın şimdi canım çekti. Hakkım baki kalsın da diyet bitince yazarım onunla ilgili bir yazı da belki :)
Neyse konumuza dönelim, evet ünlü çikolata markası Godiva, ilhamını Lady Godiva’dan almış. Başkaldırının, tutkunun, sanatın ve de şefkatin hikayesinin kahramanı Lady Godiva’dan…
11. yüzyılda İngiltere’de yaşadığı ileri sürülen Lady Godiva’nın, Lord Leofric ile evli olduğu bilinmektedir. Yaşadıkları dönemde eşi Lord Leofric, kira aldığı insanlara büyük baskılar uygulamaktaydı. Vergilendirmeler çok ağırdı ve bölgede yaşayanlar perişandı. Halk artık çok bunalmış, çaresiz durumdaydı. İsyanlar kopuyor, buna bir son verilmesini istiyorlardı. Lakin duruşunu asla bozmayan Lord Leofric, söylenen hiç bir sözü dinlemeden kendi bildiğini ve istediğini yapmaya devam ediyordu. Lord’un eşi Lady Godiva, halktan yanaydı ve her fırsatta vergilerin düşürülmesi gerektiğini söyleyerek eşini ikna etmeye çalışıyordu.
Halkın baskısından yeterince bunalan Lord, eşinin de bu konudaki söylemleri de eklenince fazlasıyla rahatsız olmaya başlamıştı.
Biraz düşündükten sonra bundan kurtulmak için de eşine bir teklifte bulundu. Bu teklif düşünülerek ve özenle seçilmiş, yapılması Lord Leofric’e göre imkansız olan bir teklifti.
Buna göre Lord, Lady Godiva’nın Coventry sokaklarında, üzerinde hiçbir giysi olmadan, sadece saçlarıyla örtünerek bir at üzerinde gezmesi halinde vergileri indireceğine söz verdi. Teklifi kabul etmemesi halinde de Lady Godiva bir daha vergileri indirmesine ilişkin tek söz bile söylemeyecekti. Lord’a göre, Lady bunu yapmaya asla cesaret edemez ve iddia karşısında yenik düşünce de daha fazla halkın yanında olmazdı.
Oysaki çok yanılıyordu. O an geldiğinde, Lady Godiva, atının üzerinde çırılçıplak, vakur ve kendinden emin olarak şehrin sokaklarında gezmeye başladı. Bu durumu öğrenen halk, dükkanlarını kapatıp evlerine girdi. Lady'nin hatrına kimse sokağa adımını atmadı, hiçbir pencerenin perdesi aralanmadı, kapı açılmadı. Lady'nin bu cesur davranışı karşısında, ona duydukları derin saygıyı gözlerini kapatarak gösterdiler. Bunun üzerine de Lord Leofric, eşine verdiği sözü tuttu, vergileri indirdi. Lady Godiva'nın cesareti, kararlılığı, tutkusu ve güzelliği de yüzyıllar boyunca pek çok sanatçıya ilham kaynağı olur.
Vay be dedim kendi kendime, halkın saygısına bak!
Bir de bizim memleketi düşündüm, acı acı güldüm. Çıplaklık erotizmi çağrıştırır çünkü buralarda, pornografidir, iffetsizliktir. Ahlak anlayışı, bunu gerektirir. Oysa özünde masumiyettir o.
Çıplak doğar, çıplak gömülürüz toprağa. En yalın, en sade kıyafettir bence çıplaklık. Utanıldığında ise üzerine ağır ve bol gelen elbisedir.
Savunmalardan arınmışlıktır, keyif, estetik, rahatlıktır...
Bedenlerin gizemi, onun en yalın halinde hayat bulur. Varoluşsal döngü, onun saklı yanlarında kendini tanımlar. Çıplaklık özdür, öze dairdir.
En zoru da; ‘Kral çıplak’ diyebilmektir ve bu her zaman kolay değildir.
Bana sorarsanız günümüzde göze sokula sokula, abartılarak sergilenen çıplaklığın temeli, iletişim ihtiyacı. Evet, evet iletişim ihtiyacı. Daha çok duyulmak, anlaşılmak, beğenilmek, takdir edilmek derken görülmek ve fark edilmek gerek. Bunun için de haliyle yeni yollar bulunmak durumunda. Ve daha az az kumaş, daha çok görülmek, dikkat çekmek demek.
Kıyafetlerini çıkarıp sevişmek kolay da ruhunuzu birine açmak, onun canınıza, aklınıza, korkularınıza, geleceğinize, umutlarınıza, hayallerinize girmesine izin vermek, tüm ruhunuzla çıplak kalmak- işte zor olan o.
Günübirlik, tek gecelik ilişkilerde bedenler soyuluyor, aşkta ise ruhlar. Usul usul soyuyoruz sevdiğimizin ruhlarını, ruhlarını örten örtüleri kaldırıyoruz sevgimizle sohbetimizle sahiplenmemizle.
Aşkın da tanımı bu olsa gerek; Bedenen değil ruhen çıplak kalabiliyorsan, soyabiliyorsan ruhunu çırılçıplak ve kalabiliyorsanız öyle sarmaş dolaş, İbo’nun da dediği gibi; “Sen aşıksın arkadaş !”
Çıplak olanların, çıplak poz verenlerin, bedenini teşhir edenlerin ruhlarının görüntüye inat kapkalın örtülerle örtülü olduğuna inanıyorum ben. İçi göstermemek için dikkati dışa çekmek.
Şöyle bir bakıyorum da hız- hırs- haz üçgeninde körkütük yaşıyoruz, yaşarken gelişiyoruz, gelişirken de körleşiyoruz.
Çılgınca tüketiyoruz her şeyi; Aşkı, eğlenceyi, yemeği, sevgiyi, seksi, dostluğu, kardeşliği. Sosyal medya, reklâm, moda, müzik, para, fast food, temizlik ve kozmetik ürünler ile esir alınan bedenler, ruhlar ordusu gibiyiz sanki.
Bakmayın ‘sosyalleşiyoruz’ kisvesiyle orada burada dolaşan, bunu her yerde paylaşan, her gün bir davette, sergide, eğlencede olanlara. Ve sadece gördüklerine inanıp onlara hayranlıkla bakanlara, yanılanlara. Çünkü onlar kendi içlerindeki terk edilmişliği unutmak için her gece başka kollarda sabahlayan duygu fukaralarının sahte zenginliği ve maskeli yüzleri. Onlara inananlara da, buna aldanmış bir avuç “zaman tüccarı” diyebiliriz sanki.
İşte İnsanlar fotoğraf gibi, ne kadar büyütürsen o kadar düşüyor kalitesi…
Bedenler örtülür, uzuvlarını saklamayı öğrenir insan.
Ruhlar örtülür, duygularını saklamayı öğrenir.
Beyinler örtülür, düşüncelerini saklamayı öğrenir.
Olanla olması gereken arasındaki tek fark;
Ruhunuz çıplakken kurduğunuz hayallerinizdir!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan