ŞAH - MAT
O değil de sığdık valla ya. Sıkıştık, yapıştık, kaynaştık ve sonunda hayatı eve sığdırmayı başardık. “Hayat eve sığar” diye diye evde yaşayamaya baya alıştık. Evde kendimizi oyalamayı, zoom’dan buluşmayı, sabırlı olmayı başardık. Bu covid belasını da atlatacağız evelallah, hatırlayın biz zamanında neler neleri aştık.
Eve kapandığımız bu dönemde, yemek tarifleri, film tavsiyeleri de uçuşuyor havada malum. Netflix’te yayınlanan “The Queen’s Gambit’ de hararetle önerilen dizilerden biri. Yetimhanede büyüyen, müthiş bir satranç oynama yeteneğine ama aynı zamanda bazı bağımlılıklara sahip Beth’in, kişisel sorunlarıyla sakinleştiricilerle ve takıntılarıyla dolu hayatını anlatıyor dizi. Satranç sevseniz de sevmeseniz de Beth’in, satranç yarışmalarının erkek egemen dünyasındaki geleneksel sınırları altüst eden başarılarıyla zekanın salt erkek hegamonyasında olmadığını göstermesi ve kadının kadın olarak var olma savaşını da anlatması sebebiyle hayatı anlatan bu diziyi seveceğinizi düşünüyorum şahsen. Tutkunun ve tutkunun peşinden gidebilmek için nelerin feda edilebileceğini anlatan bu dizi, Netflix'in cinsellik olmadan tutkuyu anlatabilen nadir yapımlarından biri aynı zamanda. Yalnız sonrasında satranca merak salarsanız karışmam, nereden bulaştırdın bizi demeyin, valla anlamam.
Satranç, Milattan sonra 500-600. yıllarda Hint kralı için bir rahip tarafından bulunmuş oyun. Kral oyunu çok beğendiği için rahibi ödüllendirmek ister ve kendisinden ne istediğini sorar. Rahip de 1.kare için 1 buğday tanesi, 2.kare için 2 buğday tanesi, 3.kare için 4 buğday tanesi, yani her seferinde bir önceki karedeki buğday tanesinin iki katı buğday ister. Bu istek, krala çok az gelir, "benden sadece bu kadarcık buğday mı istiyorsun" der ve bu buğdayları hesaplayıp bir tane bile fazla verilmeden rahibe verilmesini emreder. Kralın adamları buğdayları hesaplamaya başlar. İlk karelerde hiçbir şey dikkati çekmez ama ilerledikçe buğday sayısının hızlı bir şekilde artmaya başladığı görülür. 54.kareye gelindiğinde buğdayın 771 milyon ton olduğu hesaplanır. 64.kare sonunda ortaya çıkan rakam ise dünyanın 1500 yıllık buğday ihtiyacını karşılayacak miktardadır. Verdiği sözü tutan kral sözünü tutar ve buğdayları verir. Rivayete göre de o gün bu gündür Hint ekonomisi, belini doğrultamamıştır. Öyle ki Hint fakiri kavramının da bu sebeple ortaya çıktığı söylenmektedir.
Vay oyuna bak be, ülkenin kaderini değiştiriyor. Hoş zekanın değiştiremeyeceği bir şey var mı sanki. Bu zeka oyunu, eski dönemlerde şahlar arasında oynanıyormuş ve aslında bir savaş stratejisi. İşin özüne bakarsak satranç sadece bir oyun değil tam anlamıyla bir yaşam mücadelesi.
Çok haşır neşirliğim yok ama birkaç kere seyredince gerçekten anlıyorsunuz satrancın hayata benzediğini. Her parçanın başka bir özelliği var, piyonlar, filler, şah, vezir gibi. Bazıları zayıf bunların bazıları güçlü tıpkı biz insanlar gibi. Bazıları oyunun başında işine yarar bazıları da sonunda. Hayatta olduğu gibi skor yok satrançta da. Tüm parçaların dökülüp kaybedip yine de kazanabilirsin oyunu. Hiç ummadığın anda işler her an tersine dönebilir, kaybederken kazanabilir, kazanırken kaybedebilirsin. Gereken tek şey doğru hamleleri seçmek ve karşındakinin ne yapacağını önceden sezmek.
Hep öyle değil mi, şartlar her an değişebiliyor hayatta. Yanlış kararlar kaybettiriyor, doğru hamleler zafere taşıyor. Bir şah oluyor hayatımızda bir de yardakçısı vezir. Piyon gibi öne sürülüp ateşe atılanlar var çaresiz, fil gibi değerli ama hareketleri limitli. Hayatta da satrançta da strateji önemli. Doğru strateji, hem aşkın hem başarının temeli. İkisinde de kayıplar kazançlardan maalesef daha çok şey öğretir. İkisinde de teori değil pratik konuşur. Ve ikisini de, hayatı da satrancı da yüzde yüz çözmek pek mümkün değildir.
Sizi bilmiyorum da bana hep aristokratların oynadığı oyun gibi gelir satranç. İngilizlere de pek bir yakıştırıyorum kendisini, bundan mütevellit. Gözümün önüne, şömine başında buzlu viskisini yudumlarken elini çenesine koymuş yapacağı hamleyi düşünen adam ve karşısında gözlerini ona dikerek stratejisini tahmin etmeye çalışan diğer oyuncu geliyor, satranç deyince. Asillik falan tamam güzel de o kadar beklemek, tek bir hamle için saatlerce düşünmek bana göre değil ama, içim şişer benim o kadar beklerken…
Hayat, bir oyunsa satrançtır olsa olsa. İkisi de sonuç odaklı ve ikisi de siyah- beyazdır çoğunlukla. Düşünüyorum da belki de hayat, tanrı ile şeytan arasındaki bir satranç maçıdır. Bizler de belki oyun tahtası üzerindeki taşlarızdır.
Ya şimdi aklıma geldi; “Muhatap oldukların, hayatındır” derler ya, gerçekten de öyle ya. Piyonlar piyonlarla didişir, filler fillerle şahlar şahlarla. İşte aynısı öyle hayatta da. Kimlerle görüştüğünüze, didişip dövüştüğünüze, kimi sevdiğinize dikkat edin. O kişiler, karşınızdaki aynadır.
Ve nihayet son olarak;
Oyun bitince, en güçlüsü de en güçsüzü de aynı kutuya konuluyor. Satrancın ve hayatın da şahı, piyonu aynı yere atılıyor. Sadece adı değişiyor;
Satrançtakine kutu, hayattakine tabut deniliyor !...
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan