Soğuk, puslu bir pazar günü yapılabilecek en keyifli şeylerden biri kesinlikle sinemaya gitmek. Frigo ve patlamış mısır eşliğinde, uzaklaşmak hayatın rutininden, derdinden ve iki saatliğine, başrol oynamak hiç bilmediğin sadece izlediğin bir hikayede…
Böyle bir pazardı işte bizim için. Filmi oğlum seçti, gittik sinemaya. Ellerimizde abur cuburlar, hiç durmadan konuşa konuşa girdiğimiz için, çok da dikkat etmemiştim filme. Klasik bir Türk filmi olduğunu düşünmüştüm sadece. Hani o klişe konular, acıklı sonlarla biten ve kendimi kesme duygusu uyandıran trajik filmlerden biriydi muhtemelen. Ama oğlum istemişti, emir büyük yerdendi.
“Bir çivi bir nalı, bir nal bir tırnağı, bir tırnak bir ayağı, bir ayak bir atı, bir at bir kumandanı, bir kumandan bir vatanı mahvedebilir "demiş ya Cengiz Han, ben onu değiştiriyorum ve günümüze uyarlıyorum; "Bir çivi bir nalı, bir nal bir tırnağı, bir tırnak bir ayağı, bir ayak bir atı, bir at bir filmi, bir film bir insanı dağıtabilir” .
Ya ne filmmişsin be “Bizim için Şampiyon”, içim çıktı ağlamaktan. Yani tabi ki sadece ben değil, tüm salon ciddi bir boğulma tehlikesi yaşadı gözyaşı denizinde, yaralı sayısı tespit edilemiyor. Bir kere film gerçek bir hikaye, oradan avucuna alıyor seyirciyi. Fikret Kuşkan ve Farah Zeynep Abdullah’ın oyunculukları müthiş ama filmin başrolü yani esas oğlan ‘Bold Pilot’ efsaneydi. Hayır film icabı değil, Bold Pilot, tüm zamanların rekoru hala kırılamayan, tarzıyla kimseyle kıyaslanamayan tüm zamanların en unutulmaz yarış atı…
Özdemir Atman, çeşit çeşit atların olduğu bir haranın sahibi. Harada bir at var ki, evlere şenlik. Ne söz dinliyor, ne denileni yapıyor. Sadece canı isterse, keyfi de yerindeyse o zaman koşuyor. Ama koştu mu da ne koşuyor, sanki uçuyor. Başlama noktasına, tüm hipodrom susmadan, çıt dahi çıkmadan girmiyor. Bakım ve pansumanını ise sadece sahibinin kızına yaptırıyor. Sonra bir adam çıka geliyor. Bir seyisin oğlu, abisini atlar uğruna kaybetmiş. Sarılıyor Bold Pilot’a, sahip çıkıyor, onunla koşuyor. Bir at deyip geçmiyor, ruhunu anlıyor. Bu arada sahibinin kızıyla aralarında bir aşk doğuyor ama kız hasta. Bir yandan hastalıkla mücadeleyi anlatırken bir yandan sevgiyi, aşkı, başarıyı, hayatı sorgulatıyor film insana. Hele sonunda gerçek kişilerin söyledikleri, jokey Halis Karataş’ın eşine olan sevgisi, bunu ifade edişi, hikayeyi zirveye taşıyor. Ve Oscar goes to Boldddd Pilottttt…
Filmin bu kadar sevilmesinin sebebi başka tabi. Bence sır, filmde sık sık geçen şu cümlede saklı; “En dış kulvardan Bold Pilot geliyorrrr…”
Bold Pilot yarışlarda, özellikle son düzlükte biraz sonra gerilerden fırlayıp yarışı son anda burun farkıyla kazanması, izleyicilere ayna tutuyordu bir anlamda. Kendileri, hayatta gerilerde hatta bazen baya “geride duruyorken” son anlarda atağa geçmeleriyle ya da geçmeye çalışmalarıyla umuda tutunmuşlardı belki de. Kişinin kendi ‘yazgısı’nı yenme arzusuyla Bold Pilot’un geriden gelip kazanması arasından kurulan bir ilişkiydi söz konusu olan. Filmde de geçtiği gibi; Tarih, imkansız sanılan savaşları kazanan komutanlarla doludur!
Bir başarı hikayesinin, aşk hikayesiyle zenginleştirilmesi, azim, hırs, başarı, çalışkanlık üzerine yapılmış bir film. Yanı başımızda kim bilir ne hayatlar yaşanıyor denen, hayatın kaçınılmaz gerçekleriyle yüzleştiren bir iki saatti yaşadığımız. “At, adımına göre değil adamına göre yürür” sözü, hem sözlük hem de mecaz anlamıyla karşımızda. Özgürlüğün sembolü değil mi sizce de at, özgürlüğün, azmin ve de zaferin. Kaçmak, kurtulmakla ilişkili biraz, vahşilik, efelikle de. En çok arkasından koşan başka atlar varken hızlı koşar at, geçmesi gereken birileri varsa yani, kim gibi mi? Gayet iyi anladınız siz beni…
Bir aşkın, sevdanın bir de inancın önünde hiçbir şey duramaz derdi rahmetli anneannem. İkisini de tecrübe etmiş biri olarak imzamı atarım altına. Bu tüm canlılar için de geçerli aslında. Onu anlayabilmek için uğraştığın, altta yatanın ne olduğunu bulmak için savaştığın ve sadece görünene değil görünenin altındaki o kor, o hassas kitleye ulaştığın sürece seni hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Bu bir at da olsa, insan da olsa…
Büyük büyük cümleler korkutur beni, zaten çok da oldu kullanmaktan vazgeçeli. Daha bir huzurluyum ben, daha bir kararlı, tek yarışın insanın kendisiyle olduğunu gördüğümden beri. Hedefi yüksek tutmak en iyisi; ulaşamasan da yıldızlara, zıplamış olursun yukarılara. Geriden başlamak da önemli değil, dış kulvardan gelmiş, bakmışsın hepsini geçmişsindir. O arada yaralanmış, sakatlanmış, örselenmişsindir. Ama çok çalışmış, hakkını vermişsen gerisi önemli değildir. Elinden geleni yapmış, için rahat, vicdanın pür-i paksa artık dörtnala gitme vaktidir.
Hem ne diyordu filmde;
“Şampiyonluk, bir gün kaybedeceğini bile bile koşmaya devam etmektir…”