Almış başını giden dolar, savaşla ilgili manifestolar, önümüzdeki seçime bağlanmış olan televizyonlar, radyolar. Hemen hemen her yıl bir seçim için sandık başındayız maşallah. Her konuda fikrimiz soruluyor ya, ne kadaaan da demokratik bir ülkeyiz valla. Referandumda evet-hayır diyeli kaç ay oldu şunun şurasında. Tamam, demokratik bir ülkede özgür bireyler olunduğunun göstergesi seçimler iyi hoş da anlayamadığım şu; Her şey yolundaysa neden seçime gidiyoruz, e değilse niye aynı kişileri etrafında dönüp duruyoruz?
Anketler, mitingler, her kafadan ayrı sesler korosunda, en çok duyduğumuz sözcük, ‘seçim’ oldu bu aralar. Cumhurbaşkanı seçimi, milletvekili seçimi, oy pusulasının rengi seçimi derken baya baya çoktan seçmeli bir hayat yaşıyor olduk. Üç yanlış mı götürüyor bir doğruyu yoksa bir doğru silebiliyor mu tüm yanlışları, bilemiyorum. Bildiğim şu; Hayat çizgisinde yapılan seçimler, kaderi belirliyor. ‘Kader diyemezsin, sen kendin ettin’ şarkısı da zannımca oradan geliyor.
Habitatımda yüzlerce kararsız kişi olduğu için midir nedir bilmem, en sevdiğim yönüm, çok da kararsız olmayışım galiba. Hayat felsefem; “En kötü karar, kararsızlıktan iyidir”. Kararsızlıkla geçen her an, yaşamdan çalınan zamanmış gibi geliyor çünkü bana. Nasıl bu kadar çabuk karar verebiliyorsun ve kararının arkasında bu kadar net nasıl durabiliyorsun diye soruyorlar.
“ Tevekkül” diyorum. Seçeceğimiz şey beli zaten, yazılmış alnımıza. Yazılmış olanı söylüyoruz biz aslında. Biz seçtiğimizi sanıyoruz ama Allah istiyor, bize söyletiyor. Böyle düşününce çok daha kolaylaşıyor her şey. Hak şaşmaz, yazmışsa bozmak olmaz.
Şu kararsızlık ve seçim meselesiyle her sabah gözümü açar açmaz muhatabım ben. Saatin alarmı çalınca, beşer dakika erteleyerek uykuyu uzatsam mı yoksa her beş dakikada bir öleceğime bir kere ölüp ayaklansam mı arasında kalıyorum ilk evvela. Sonra onu mu giysem bunu mu giysem, rujumu ne renk sürsem, yürüsem mi arabayla mı gitsem seçenekleri arasında patlayan afyonumla gün başlıyor benim için.
Yılların test çocukları olarak en az dört seçenekle karşı karşıya bırakılmış olmanın alışkanlığıyla doğru şıkkı seçme konusunda iyi kötü bir fikrimiz oluyor neticede. İstediğimiz sorudan başlayamasak da hayatta, kaydırma yapmadığımız sürece çok da sıkıntı yok zannımca. Yeter ki süreyi doğru kullanalım, bildiğimiz sorudan, bizim için iyi olacağını hissettiğimiz seçenekten başlayalım.
Sizi bilmem de ben yıllarca en büyük badireleri kalp-mantık savaşında atlattım. Zavallı mantığım yıllarını, benim haddini, yerini bilmeyen, hep zor ve imkansız olanı seçen, laf dinlemeyen sonra da çok üzülen kalbimi toplamakla geçirdi. Devrimci ruhumu kendine yoldaş seçen asi yüreğim, yıllarca çatıştı mantığımla. Çok kanlar döküldü bu savaş meydanında ama aşk kazandı her defasında. Özünü sevgiden alan kocaman bir cumhuriyet kurdum hep, kalbimin tam ortasına.
Şimdi meydanlarda bağıra çağıra oy isteyip ‘beni seçin, beni seçin’ deniyor ya, benim de şu soru geliyor aklıma;
Seçilmek mi güzel, seçen olmak mı acaba?
Cevap veriyorum;
‘Bilmiyorum !’
Seçen olmanın pek bir azameti, havası ve ağırlığı olsa da seçilmiş olmanın da gururu, onuru da bir başka. Bazen seçim yaparsın bazen de seçimler seni olduğun kişi yapar. Yaptığın seçimler de, cesaretinin sınırını ortaya koyar.
Düşünüyorum da benim seçim barometrem mutluluk. Mutlu olmadığım, zorla bulunduğumu hissettiğim her şeyden kaçıyorum ben; Eşten, işten, yerden, çevreden…
Öyle büyük ızdıraplarla elem ve keder içinde olmama da gerek yok mutsuzum demek için kendime. Keyif almıyorsam, derdimi anlatamıyorsam, koşarak gitmiyorsam, paylaşmıyorsam ve orası yerine başka bir yerde olmak istiyorsam gitme vakti gelmiştir benim için. Rahmetli Hemingway’in; ‘Çanlar kimin için çalıyor’ sorusunun cevabı böylece verilmiştir. Çünkü cesaret her zaman seçtiklerin değil bazen de vazgeçtiklerindir.
Yeni planlar, yeni kararlar aldığım tam da bu dönemde içimdeki fitili ateşleyen cümle şu olmuştu; “Bir yere ulaşmanın ilk adımı, olduğun yerde kalmayacağına karar vermektir.”
Gökkuşağı görmek istiyorsam, yağmura tahammül edecektim. Ayağa kalkmadan istediğim yere gidemezdim ki. Amaç önümdeki hedefe, hayal ettiğime gitmekse arkaya bakarak ilerleyemezdim. Ve harekete geçmek için tüm koşulların uygun olmasını bekleseydim, hiçbir zaman harekete geçemezdim.
Mitinglerden gelen kesif seçim kokusu, hayatı sorgulattı bana resmen. Geniz yakan vaatler, kararsız seçmenler, gün gün yapılan anketler, havada uçuşan tahminlerle hareketli bir seçim döneminde tercihler, kararlar, kararsızlıklar mevzuyu nereye getirdi.
Velhasıl seçmekle karar vermek arasındaki tek şey bir köprüdür.
Bir ucu köprünün geçmiş, bir ucu gelecektir. Bence hayattaki en zor şey de;
Hangi köprüden geçmek, hangi köprüyü yakmak gerektiğine karar vermektir...
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan