SLM CNM!
Tam da Gençlik ve Spor Bayramının ardından bu yazıyı yazmayı tercih etmezdim aslında. Gerçi iyi de oldu, hep gençlik şöyle iyi gidiyor, yeni nesil gümbür gümbür geliyor diyecek değiliz, madem yaşlanmaya başladık, eleştiri yapacak hakkı da kendimizde bulabiliriz, değil mi ama?
Tamam, şimdi; “Ne olacak bu gençlerin hali, aah bizim zamanımızda gençlik böyle miydi?” diye cıkcıklayan teyzelerden olmayacağım da e bazı şeyler var ki söylemeden duramayacağım. Hazırsanız, çağdaş Türkiye’min çağdaş dilinden küçük bir diyalogla başlayalım;
- Slm cnm, nbr nslsn?
- iidr cnm sndn?
Ya bu nedir Allah aşkına! O aradaki harfleri kullanmadın da ne oldu? Bir gün lazım olur diye mi saklıyorsun? O harfleri yazacağın zamanı neye harcıyorsun? İki, üç harf az yazdın diye madalya mı kazanıyorsun?
Bir şey diyeyim mi, bu sadece dili katletmek değil aynı zamanda karşındakine karşı saygısızlık, ilişkiler arası yapaylıktır. Çünkü bu tarz yazımın ardında şu vardır; “Seni ancak bu kadar dikkate alıyorum…”
Bilerek ya da bilmeyerek, karşındakini hafife almaktır bu, saymamaktır. İnsan önemsediği, sevdiği ya da saydığı kişiye kelimeleri harfleri özenerek seçer hatta imla kurallarına bile dikkat eder. Böyle harf hırsızlığı, söz arsızlığı yapmaz. Sevdiğine böyle kelimelerle aşk mektubu yazabilir mi insan? Ya da “Slm patron” diye hitap edilebilir mi patrona? “Nbr nslsn” diye mesaj atılır mı babaya?
Olmaz çünkü yemez. Çünkü değerlidir karşındakini, risk almaya değmez.
“Zamandan kazanıyoruz biz, böyle yazarak” demişti birisi, sorduğumda sebebini. İki-üç harfle kazandıkları o zamanı artık nasıl harcıyorlarsa. Oğlum sürekli süt içmek istiyor, bir an evvel büyümek için. Planları varmış, yapacak çok şeyi olacakmış. Bense zamanı durdurma derdindeyim, büyümek iyi bir şey değilmiş, geç olsa da öğrendim. Çocukken yıldızlara bakıp hayaller kurardım. Biraz büyüyünce, yıldızlarımın üzerine gelen bulutlara üfleyip yolumu aydınlatacağımı düşünmeye başladım. Bir zamanlar, havada buluttan buluta koşardım. Şimdi ayağım tökezlemeden yürümeye çalışıyorum.
Gençler, hayalleriyle, yaşlılar anılarıyla yaşarlarmış. Zaman, ardından kovalayan varmışçasına hızla geçip gidiyor. Yıllar geçtikçe anlıyorum ki kışı yaşamadan bahara kavuşmak değilmiş marifet. Baharın gelişini beklemekmiş, kışı yaşarken. Ağaçların çiçek açtığını hayal edebilmekmiş, sert, karayel rüzgarları eserken…
Dünü olmayan yarında, hayatı yaşamak; Hayatın içindeki en keyifsiz denklemlerden biri bu olsa gerek. Çok bilinmeyenli denklemin zamansal sığıntılar determinantı işte.
Soluk kesen anların varlığını, varlığıyla soluk kesenle yaşarken fark ediyor insan, yaşamayı- ki yaşam, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.
Her şey zamanında güzel; zamanında yaşanan aşk, zamanında yaşanan mevsim, zamanında yenen meyve gibi...
Namazsız bir ezanla başlayıp ezansız bir namazla biten hayatta ânı ıskalamamak…
Dünün yaşanmışlığından, yarının korkusundan, bugünü yaşayamamak…
Erken gelmiş, zamansız bahara aldanmış, çiçek açan erik ağaçlarının hayal kırıklığını yaşamak, çalışma rutininde hayatın tadını çıkaramamak, sevdiğini söylemeyi, dostunu özlediğini hep ertelemek…
Ve beklenilen zaman geldiğinde; kurulan hayallerin, görülen düşlerin, yapılan planların, onların gerçekleşmesinden belki de daha çok keyif verdiğini ansızın fark etmek…
Ama iş işten çoktan geçmek…
Zamanı doğru kullanan insanlara hayranım. Çünkü ben yetişememekten yoruluyorum her şeye, zaman kalmıyor diye yakınıyorum. “İyi ki”lerim, düşük dozdan fayda etmiyor. “Keşke”lerim ise sınır ihlalinden müebbette mahkum. Hem çok şey yapmak istiyor hem de zaman bulamıyorum. Oysa insanoğluna aynı oranda dağıtılmış, eşit miktarda paylaştırılmış tek şey belki de zaman. Herkese yirmi dört saat verilmiş günlük. Başka bir deyişle kimseye yirmi üç ya da yirmi beş verilmemiş. Bu açıdan bakınca, ‘zamanım yok’ kelimesi saçma gözüküyor aslında. Neye zamanın yok kardeşim, ikimize de verilen yirmi dört saat, benim var da senin niye yok ?’
Zaman, sinsi bir hırsız, herkesten bir şey çalıp götüren. Di’li geçmiş pişmanlıklar ile miş’li geçmişlerin bihaberliğinde kaybolan anların katili aynı zamanda. Gözünün içine baka baka alan, en mutlu olduğun dakikaları, bitmesin hiç diye dilediğin anları. Merhemmiş yaralara, dermanmış acılara, yok öyle bir şey. Yoğun bir toz bulutu zaman, acıların üzerinde sadece.
Biz zaman öldürürüz ya, zaman ise bizi gömer. Sevgileri, dostlukları, ilişkileri usul usul sonlandırır. Zaman ayırmadığımız her şeyi, zaman bizden alır. O yüzden durmayın, sevdiklerinizi arayın. İnsanın karşısındakine verebileceği en güzel hediye, ona ayıracağı zamandır. Çünkü;
Siz sevdiklerinize zaman ayırmazsanız, zaman sizi sevdiklerinizden ayırır…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan