SULTAN GELİYOR!
Geldi yine sultan, salına salına, sevile sevile…
Mahyalar asıldı, güllaç yaprakları market raflarında, sıcacık pideler fırın tezgahlarında yerini aldı, onbir ayın sultanı geldi çattı.
Şaban ile Recep’in kardeşi Ramazan; En ayrı tutulan, en kayrılan…
Farklı bir enerjisi, büyüsü, sihri var bu ayın, sarıp sarmalayan, sakinleştirip huzura kavuşturan. İlk on günü rahmet, ikinci on günü mağfiret, üçüncü on günü de berekettir derler onun için. Koca bir aya sığdırılan iyilik hareketidir, zekatla oruçla namazla duayla!
"Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz" sözü bence bu ayda çıkmış ortaya. Çünkü orucunu tutanın, kimi zaman tutmayanlardan saklamak zorunda kaldığı ya da tutmayanların tutmadıklarını, tutanlardan saklamak için uğraştığı bir aydır da kendisi aynı zamanda. Zamanı geldi; Kul ile Allah arasına girmeye meyilli, Müslümanlığı oruç tutup tutmamakla eş bildiği bir güruh, linç tayfa yine ufukta belirdi.
Sizi bilmem de hep çocukluğum geliyor aklıma ramazanlarda. Buram buram naftalin kokuyor anılarım, gözümü her kapatışımda. Dedem geliyor aklıma, anneannem, mutfaktaki annem. Kolunun altına sıkıştırdığı sıcak pideyle eve gelen babam. Masanın üstündeki zeytin tabağı, hurma salkımı, tulum peyniri, duyulan ezan sesi. Sahur vakti, uykulu gözlerle içilen çay, Türk filmi, radyodan gelen oyun havaları, davul tokmakları…
Bana hissettirdiği tamamlanmışlık hissi, ortaklık duygusu. Açlığı yaşama, açları anlama, empati yapma. Hep birlikte zorlukları yaşayıp, yokluğa direnip aç kalma ve sonrasında aynı sofrada buluşma, bayram kutlama. Nefsin terbiye, ruhun eğitim zamanı…
Onbir ayın sultanı ramazanın sultanı da güllaç tabi. Hurma ve kolayı da saymazsak olmaz. Siz de dikkat etmişsinizdir sürekli kola reklamları döner durur televizyonlarda bu ara.
Hurmanın ayrıcalığı başka, ileride tırmalamaması kaydıyla. Bir de Nihat Hatipoğlu gerçeğimiz var, ramazan da onsuz ne bileyim yani. En izlemeyen bile, kanaldan kanala geçerken denk gelmiştir onun ağlamasına. Öyle de duygusal bir amcadır kendisi. Yüzyıllardır cevap bulamadığımız tüm sorular, açıklığa kavuşmuştur sayesinde; ‘Sakız çiğnemek orucu bozar mı’ ‘Uzaya çıkmak günah mı’ ‘Oruçluyken botoks yaptırmak caiz mi’, ‘Gözünde sürme varken abdest alınırsa abdest geçerli olur mu’…
Valla şaka değil bu sorular, aynen de soruluyor. Millet aya gidiyor biz hala sakızın orucu bozup bozmayacağını tartışıyoruz. Çiğneme kardeşim çiğneme! Yeme, içme, çiğneme! Nefsine hakim ol, orucunu gümletme!
Pide kuyruğunda sıradayken sabırsızlıkla ezan sesini beklediğimizdi küçükken ramazan. Top atışıyla ürperdiğimiz, aynı sofrayı paylaşacak ailem, sevdiklerim var diye şükrettiğimiz. Tahin ile pekmezin içi ısıtan karışımı ve televizyonların her nedense bıkıp usanmadan aynı filmleri, ‘Çağrı’, ‘Rabia’, ‘Hafız Yusuf Efendi’yi bir ayın içine sıkıştırma çabaları!
Gerçek Müslümanların kendi kendilerine ibadetlerini yaptıkları, Müslüman olmayanlara ya da Müslüman olup da kendileri gibi olmayanlara, oruç tutmayan, namaz kılmayanlara değil girişmek, dil bile uzatmadan ''kendi'' ruhani bütünlüklerine göre davrandıkları aydı ramazan. Oysa günümüzde durum artık oruç tutanların değil tutmayanların nefs-i terbiyesine döndü. Oruç tutmayanlar; ‘Şimdi sigara içmeyeyim dayak yerim', 'sahilde içersem beni döverler', ‘İçim kıyıldı, bir lokma peynir-ekmek yesem iyi ama onca oruçlunun içinde linç olurum’ diye düşünüp 'terbiye' oluyor böylece.
Ne büyüksün Ramazan! Oruç tutmayanı bile bereketinden istifade ettiriyorsun, bu açıdan da bakarsan!
Senede bir ay elini, belini, gözünü, ağzını haramdan uzak tutmaya çalışarak, kalp kırmayarak, can yakmayarak geçirilmeye çalışılan bu mübarek ayda, trafikte çıldıranlar, ufacık bir hatada bağırıp çağıranlar, kavga çıkaranlar da hep aynı kisvenin altına saklanıyorlar; ‘Orucum ben, açlık başıma vurdu! ‘Kan şekerim düştü açlıktan, sinirlerim bozuldu!’
O zaman soruyorum Nihat hocam; “Başkasını üzen, ağzından çıkanı kontrol edemeyen kişinin orucu kabul olunur mu?
Oruç tutulan bir evde büyüdüm ben. Rahmetli dedemler, anneannemler hiç aksatmazlardı oruçlarını, bize de uzun uzun anlatırlardı. Her iftar, şölen havasındaydı. Onbir ayın sultanıydı o, iyi ağırlanmalıydı. O küçük aklımla içinden çıkamaz, cevap bulamazdım; “Madem en beklenen aydı ramazan, en kutsal en özel, peki o zaman niye bitince bayram yapıyorduk, en güzel kıyafetlerimizi giyip seviniyordu?”
Dedem; ‘Zorlukları yaşayıp birlikte, açlığa göğüs gerdikten sonra bir zaman, sonrasında ödül veriyor bize Allah-ü Teâlâ! Bayram, bittiği için değil kulluk görevimizi yerine getirdiğimiz için’ diye açıklamıştı bunu. Ama ben durur muyum, kanırtacağım ya iyice;
‘Üzülmemiştir değil mi Ramazan, biz böyle kutlayıp arkasından, gidişine sevinmiş gibi gözükünce?’
Dedem de içimi tümden rahatlatan şu cevabı vermişti;
‘Ah be kuzum, bize kızsaydı eğer üzülseydi sence 10 gün önceden gelir miydi her sene !’
Hayırlı Ramazanlar!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan