Şiddeti bol, tansiyonu yüksek, harala gürele bir haftadan sonra, lunaparklardaki o dönüp duran, bir o yana bir bu yana savuran, uçuran şeylere binmiş de inmiş bir haldeyim sanki. Nefes nefese kalmış gibi, stresi kalbinden belli…
İşte böyle zamanlarda, her şeyi olduğu gibi bırakıp gitmek gelir içimden, ‘uzak’lar çağırır beni.
Koşarak gitmek, sımsıkı sarılmak isterim ama her zaman gidemem ki…
‘Uzak’…
Ne kısa, ne uzun, ne zor bir kelime; kime göre, neye göre?
Zaman geçtikçe dünya küçülüyor aslında. Yıllar yıllar önce günlerce at sırtında, beygir tepesinde gidilen yollar, şimdi saatlerle geçiliyor. Kıtalar ötesindeki biriyle görüntülü konuşulabiliyor. Artık ne pireler berber ne de develer tellal. Uçaklar kuşlara emsal, trenler yüreklere pedal, gemiler hasretlere mecal…
İçi ürperten bir kelime gibi gelse de ‘uzak’, çok sevdiklerimin, kalbime dokunup kalbine dokunabildiklerimin uzakta olmasından mı nedir, çok da ürkütmüyor beni. Çünkü uzak diye bir yer yok, sen uzak olmazsan eğer, bir yerlere, kişilere.
Yan yanaysa ruhlar, gözler kapandığında buluşabiliyorsa birbirleriyle, hissedilebiliyorsa her şey görmeden bile, dualar ediliyorsa her akla geldiğinde, uzak sadece bir kelimedir sözlükte…
Güz, kedi gibi kıvrılıp okuma, kendi dünyana dalma, içine bir yolculuğa çıkma mevsimi. Şiirler süzülürken gecelerde, notalar akıp giderken, düşmemek için sıkı sıkı tutunduğun kelimeler çıkarır insanı, kendi ücrasından. Şairin dediği gibi;
“Uzak dediğin önce içinde birikir insanın, sonrası yalnızca yoldur”…
Bir şey diyeyim mi; asıl zor olan, uzakken 'uzak' olmak değil yakınken 'uzak' kalmak. Aynı evde yabancı olmak. Sevmeyen bir kalp kadar uzak değil hiç bir yer. Ve hiçbir mesafe, birbirini anlayamayan iki kafa kadar çok değil.
Yan yana olmak değil mühim olan, kalp kalbe misin ondan haber ver. Kimbilir kaç kişi, ayrı yataklarda birbirine sarılarak uyuyordur o uzun gecelerde, al sana en kötü kader…
Sizi bilmem ama anı yaşayan insanlardan olamadım ben hiç, sadece o anı yaşayan, ona odaklanan. Birden dalar gider uzaklara gözüm, koparım zamandan. Belki de ondan; ‘gözleri uzaklara dalan birinin, yakınlarda olmayan bir hikayesi vardır’ sözünü pek severim.
Bilmem kaç hayal yılı uzakta, kimsenin bilmediği, bilemeyeceğihikayelerde gizli, ‘çok uzaklaragidiyorum’ un izi. Peki o çok uzaklar neresiydi, bilen kimdi- giden döner miydi?
Gurbetin yavuklusu vuslattır, uzağın ki de özlem. Buram buram özlem kokmaz mı uzak’lar?
Aşk, özlemin kaynağı değil özlem, aşkın ölçüsüdür. Aşıkken özlersin, özlüyorsan uzak…
Aşk, özlemin kaynağı değil özlem, aşkın ölçüsüdür. Aşıkken özlersin, özlüyorsan uzak…
Hiç katılmam şu, gözden ırak olanın gönülden de ırak olacağı meselesine. Özlemeyi göz değil gönül bilir, bir kere. Herkes o’na benzer sevince, her yerde o vardır, o kokuyordur her yer. Gözünde değil yüreğinde büyütürsün onu. Büyür, büyür sığmaz da taşar bile. Varsın görünmesin gözüne ama eksik olmasın gönlünde. Önemli olan bu bence.
Uzak nedir?
Kendinin bile ücrasında yaşayan için gidilecek yer ne kadar uzak olabilir?
Yıldızlar kadar mı, yoksa bir ihtiyarın gençliği kadar mı?
Bizim uzağımız, başkasının yakını değil mi?
Ayrıca ne kadar uzak?
Eninde sonunda başladığın yere dönersin, çünkü dünya yuvarlak…
Her uzaklık, geri dönmek için aslında. Ağlamak gelir bazen içinden, binerken trene, arabaya, uçağa. Ya da bir iki damla yaş düşer yanaklarına, yolcu ederken gideni uzaklara.
Oysa gözleri ağlatan uzaklıklar değildir bazen, göze alınmayan yakınlıklardır aslında.
İşte o zaman elinden geleni yapmışsan eğer, sıra ayağından geleni yapmakta;
Gitmek gibi mesela…
Uzak diye bir yer yok gerçekten, ellerin tutuşabileceği aralık var sadece.
Dudağının kenarından öpmek için eğilmek gereken mesafe bir de.
Hani o çok sevdiğim şarkıda dediği gibi;
Aynı beyaz bulutlar geçiyor üzerimizden
Aynı yıldızı seçiyoruz belki de bilmeden
Aynı yağmurlarda sevişiyoruz ayrı ayrı
Aynı ayı seyrediyor, aynı güneş ısıtıyor bağrımızı
Uzak diye bir yer yok
Çünkü ;
Paylaştığımız gökyüzü aynı…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan