‘Senin için dünyaları yakarım’ dedi delikanlı, kız arkadaşına sarılarak... ‘Canımı iste, canımı vereyim, bundan sonra seni mutlu etmek için yaşayacağım ben’… Kız, usulca sokuldu delikanlıya ve gülümsedi… Sinemada, gişe kuyruğunda beklerken hemen önümde geçti bu diyalog… Sonra sıra onlara geldi ve girecekleri filme karar veremediler bir türlü… Her ikisi de başka filme gitmek istiyordu ve delikanlı; ‘kusura bakma canım, ama ben o istediğin filme ölsem girmem, ya benim filme gireriz ya da sinema olayından vazgeçeriz’ dedi. Durdum bir an; bu delikanlı değil miydi az önce, canını vereceğini söyleyen mutluluğu için… Üstelik canı da istenmemişti, sadece bir filmdi beraber izlenmek istenen… Sonuç mu; filme girilmedi… Bu beylik cümleler hayatımızda öylesine yer tutmaya başladı ki artık bunları yalan klasmanına bile sokamaz olduk… Hepimiz yer veriyoruz bu klişelere hayatımızda bir şekilde. Eee o zaman hepimiz yalancı olmaz mıydık bunlara yalan deseydik eğer… Aklımız ermeye başlayıp iki üç cümleyi yan yana getirmeye başladığımızda Pinokyo girdi küçücük dünyamıza… Zavallı Pinokyo’nun, yalan söyledikçe burnu nasıl da uzayıp duruyordu... Hayata dair ilk derslerimizden biriydi; ‘Bak sakın yalan söyleme, burnun uzar Pinokyo gibi’… Biz büyümeye başladıkça, yalan daha çok girdi hayatımıza; okula gitmemek, sınava girmemek, daha çok gezmek için türetilen çocukça yalanlar; ‘Karnım ağıyor, okula gidemedim, elektrikler kesikti çalışamadım, okulda parti var, kalmam lazım’… Pinokyo, bir fenomen olarak devam ederken hayatımızda, ‘Yalancı Çoban’ da koşarak yetişti ona; ‘Çoban hep yalan söylemiş, doğruyu söyleyince kimse inanmamış’ sözünü düstur edindik kendimize… Zaman geçip kavak yelleri esmeye başladıkça başımızda, yalanın ayıp sayıldığı steril dünyamızda ilk çatlaklar oluşmaya başladı. Nilüfer ‘ufak tefek yalanların, mühim değil olur canım’ la fırtına gibi eserken bizim için de basit yalanlar dönemi başladı; ‘24 saat seni düşünüyorum’, ‘aklımdan biran olsun çıkmıyorsun’… Daha sonra ütopik yalanlara geçildi; ‘seninle cehenneme bile giderim’, ‘güneş bile senin sıcaklığının yanında soğuk kalır’. Bu geçiş döneminde bir de kendini kandırma dönemi yaşandı sessiz ama sancılı; sevilen aramadığında ‘kaybetmiştir belki de numaramızı, hastalanmıştır belki de’ diye yalanlar söylendi kendi kendimize… Oysaki ne numara kaybedilmişti, ne de hastalanmıştı sevgili; aramak istememişti, aramamıştı o kadar… İşte bu hassas dönem de külliyen yalan dönemiydi, sancılı oluşuna binaen… Yaş kemale erdikçe, klasik yalanlar çıktı büyüklerimizin de kullanıp attığı tavan arasından; ‘Aahh beni kimler, kimler, ne doktorlar, mühendisler istedi’ ve tabiî ki unutulmaz nostaljik yalanla; ‘mahallenin bütün kızları bana hastaydı’, ‘bendim sınıfın en güzel kızı’… Karanlığın aydınlıktan korktuğu kadar, yalan da doğrudan korkar için için… Ve çok iyi bir hafıza gerekir iyi bir yalancı olmak için… Çok sık yemine başvuranların sözleri de yalandır genelde. Çünkü yalan, rahatsız eder insan gönlünü, huzursuz olur gönül… işte bu gönül rahatsızlığının atılması için yemine, huzursuzluğu da dindirmek için yalana koşulur… ‘Nefessin’ der sevilen sevdiğine, ‘benim için nefessin sen..’ oysa gayet de güzel yaşar o olmadan yani bu durumda nefes almadan’… ‘En iyisin’ der patronu , ‘En güvendiğimsin’… Ve kapı önünde buluverir kendini eleman, daha bir hafta dolmadan… Yatsıya kadar yanaaar yanar yalancının mumu ve bir gün söner…. Söndüğü zaman bir karanlık başlar... Cezası kesilir, hüküm verilir; Doğruyu söylese de bir gün, kimse ona inanmayacaktır… Oysa bilinmez ki yalancının cezası, ona inanılmaması değil, onun kimseye inanmamasıdır… Çünkü kişi herkesi, kendi gibi bilir… Ufak tefek yalanların mühim olmadığı ama bunların da sınırının konulamadığı bir zaman yaşadığımız… Çaresizlikler, tükenmişlikler ve bitmek bilmez dertler içinde, yalan belki de mecbur kaldığımız… Yakışmasa da meşrebimize, istemeden sığındığımız… Zehirler adamı acıtmadan o yüzden uzak durmak lazım yalandan bir de yılandan… Ve bazen de kabullenmek hayatı bununla birlikte olduğu gibi, çok yıpratmamak kendini ve yaşamak fazla da takılmadan… Çünkü dünyada ölümden başkası yalan…