Bu üç kavram arasındaki ilişki Ülkemizde bugüne kadar pek anlaşılamadı. Konu hakkında fikir beyan edenler kendi inançlarına yakın görüşler ileri sürdüler ve ortak uzlaşma sağlanamadı. İslam ile Cumhuriyet beraber yaşar mı? İslam lâik düşünceye ne kadar yakın? Ne kadar uzak? Laiklik olmadan cumhuriyet olur mu? Toplum olarak, bu sorulara bugüne kadar gerçekçi cevap veremedik. Bu nedenle bu konularda kafa karışıklığı yaşıyoruz.
Bu yazı dizisinde, söz konusu kavramlar açıklanarak onların birbirlerine uyumu veya uyumsuzluğu ortaya konulacaktır. Gaye, toplumsal birlik ve bütünlüğümüzü pekiştirmek ve onu güçlendirmektir.
Önce sizlere kendimi tanıtayım.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. 78 yaşındayım. İnşaat mühendisiyim. Mesleğim ve aldığım eğitim gereği olayları veya konuları analiz ederek anlamaya ve onlara gerçekçi bakmaya çalışırım.
Müslümanım. İtikatta (inançta) Matûridiye amelde (uygulamada) Hanefi mezhebine mensubum. İslam’ın temel kitabı olan Kuran ı Kerim ve Hazreti Muhammed’in (SAV) doğru kabul edilen hadislerini kendime rehber edindim. Bu nedenle onu sürekli okur, önce anlamaya ve kavramaya, sonra yaşamıma uygulamaya ve aklımı kullanarak bilimsel gerçeklerle İslami değerleri beraber yorumlamaya çalışırım. Hiçbir tarikatın mensubu veya izleyicisi değilim.
İslam’ın öngördüğü adalet düşüncesi ve Tanrının “adil ol” emri benim için vaz geçilmez temel ilkedir.
Şimdi yukarıda saydığımız kavramların analizine başlayabilirim.
1-İslam nedir? Müslüman kimdir?
1.1 İslam’ın tarifi: İslam’ın temel kitabı olan Kuran ı Kerimin Ali İmran suresi 19. ayetindeki ifade ile yani, “Allah (cc) indinde geçerli sayılan din İslamdır.” sözleriyle tanımlanan İslam, tevhid esasına yâni tek tanrı inancına dayanır.
İlk insan olan Hazreti Âdem ile(as) başlayan ve Lâ ilahe illallah= Allahtan başka ilah yoktur inancı, son peygamber Hazreti Muhammed (as) ile ve Muhammedün Resulullah = Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir cümlesi ile tamamlanmıştır. Bu cümleye Kelime i Tevhid denilir.
Kelime i tevhidi veya onun şehadeti ifade eden şekli olan Kelime i Şehadeti söyleyen ve bu gerçeğe kalben inanan kimseye, Kuran ı Kerimin Hac suresi 78. ayetinin aşağıdaki ifadesinden anlaşılacağı üzere Müslüman denilir.
“Allah yolunda gerektiği gibi cihâd edin. Sizi O seçti ve size din konusunda güçlük çıkarmadı. Atanız İbrahim’in dininde olduğu gibi. O size hem daha önce hem de bu Kuranda Müslümanlar adını verdi. Ki peygamber size şahitlik etsin sizde insanlara şahitlik edesiniz. Haydi namazı kılın, zekâtı verin ve Allaha sımsıkı bağlanın. Sizin mevlânız (dostunuz) odur. O ne güzel Mevla ve ne iyi yardımcıdır.”
Kalplerin sırrını insanlar bilmezler. Sadece yaradan Tanrı bilir. Bu nedenle Kelime i tevhidi söyleyen kişi Müslüman sayılır.
1.2 İmanın esasları: Hazreti Muhammed (sav) ile insanlığa tebliğ edilen ve Tanrının son kitabı olan Kuran ı Kerim ile bizler; Tanrının varlığı ve birliğinin yanında, peygamberlerin, onlara indirilen kitapların, bu kitaplarda bahsedilen meleklerin varlığını ve insanın öldükten sonra süresi sonsuz olan ahiret hayatı yaşayacağını, insanın yaşam çizgisinin Tanrı tarafından çizildiğini (kader), bu çizgi üzerinde yürüyen insanın dünya hayatında yaptığı tercihlerden (kaza) dolayı sorumlu olacağını öğreniyoruz.
İmamı Matûridi tarafından Kelam İlmi olarak kural haline getirilen ve her Müslümanın inanmak zorunda olduğu İmanın Esasları şu 6 maddeden oluşmaktadır.
Bu yazı dizisinde, söz konusu kavramlar açıklanarak onların birbirlerine uyumu veya uyumsuzluğu ortaya konulacaktır. Gaye, toplumsal birlik ve bütünlüğümüzü pekiştirmek ve onu güçlendirmektir.
Önce sizlere kendimi tanıtayım.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. 78 yaşındayım. İnşaat mühendisiyim. Mesleğim ve aldığım eğitim gereği olayları veya konuları analiz ederek anlamaya ve onlara gerçekçi bakmaya çalışırım.
Müslümanım. İtikatta (inançta) Matûridiye amelde (uygulamada) Hanefi mezhebine mensubum. İslam’ın temel kitabı olan Kuran ı Kerim ve Hazreti Muhammed’in (SAV) doğru kabul edilen hadislerini kendime rehber edindim. Bu nedenle onu sürekli okur, önce anlamaya ve kavramaya, sonra yaşamıma uygulamaya ve aklımı kullanarak bilimsel gerçeklerle İslami değerleri beraber yorumlamaya çalışırım. Hiçbir tarikatın mensubu veya izleyicisi değilim.
İslam’ın öngördüğü adalet düşüncesi ve Tanrının “adil ol” emri benim için vaz geçilmez temel ilkedir.
Şimdi yukarıda saydığımız kavramların analizine başlayabilirim.
1-İslam nedir? Müslüman kimdir?
1.1 İslam’ın tarifi: İslam’ın temel kitabı olan Kuran ı Kerimin Ali İmran suresi 19. ayetindeki ifade ile yani, “Allah (cc) indinde geçerli sayılan din İslamdır.” sözleriyle tanımlanan İslam, tevhid esasına yâni tek tanrı inancına dayanır.
İlk insan olan Hazreti Âdem ile(as) başlayan ve Lâ ilahe illallah= Allahtan başka ilah yoktur inancı, son peygamber Hazreti Muhammed (as) ile ve Muhammedün Resulullah = Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir cümlesi ile tamamlanmıştır. Bu cümleye Kelime i Tevhid denilir.
Kelime i tevhidi veya onun şehadeti ifade eden şekli olan Kelime i Şehadeti söyleyen ve bu gerçeğe kalben inanan kimseye, Kuran ı Kerimin Hac suresi 78. ayetinin aşağıdaki ifadesinden anlaşılacağı üzere Müslüman denilir.
“Allah yolunda gerektiği gibi cihâd edin. Sizi O seçti ve size din konusunda güçlük çıkarmadı. Atanız İbrahim’in dininde olduğu gibi. O size hem daha önce hem de bu Kuranda Müslümanlar adını verdi. Ki peygamber size şahitlik etsin sizde insanlara şahitlik edesiniz. Haydi namazı kılın, zekâtı verin ve Allaha sımsıkı bağlanın. Sizin mevlânız (dostunuz) odur. O ne güzel Mevla ve ne iyi yardımcıdır.”
Kalplerin sırrını insanlar bilmezler. Sadece yaradan Tanrı bilir. Bu nedenle Kelime i tevhidi söyleyen kişi Müslüman sayılır.
1.2 İmanın esasları: Hazreti Muhammed (sav) ile insanlığa tebliğ edilen ve Tanrının son kitabı olan Kuran ı Kerim ile bizler; Tanrının varlığı ve birliğinin yanında, peygamberlerin, onlara indirilen kitapların, bu kitaplarda bahsedilen meleklerin varlığını ve insanın öldükten sonra süresi sonsuz olan ahiret hayatı yaşayacağını, insanın yaşam çizgisinin Tanrı tarafından çizildiğini (kader), bu çizgi üzerinde yürüyen insanın dünya hayatında yaptığı tercihlerden (kaza) dolayı sorumlu olacağını öğreniyoruz.
İmamı Matûridi tarafından Kelam İlmi olarak kural haline getirilen ve her Müslümanın inanmak zorunda olduğu İmanın Esasları şu 6 maddeden oluşmaktadır.
- Tanrının varlığına ve birliğine tereddütsüz inanmak
- Meleklerin varlığına inanmak
- Kitaplara inanmak
- Peygamberlere inanmak
- Ahiret gününe inanmak
- Kadere, hayır (iyilik) ve şerrin (kötülük) Allahtan (cc) geldiğine inanmak.
1.3- İslam’ın esasları: Topluma İslam’ın şartları olarak öğretile gelen ve sadece Tanrıya yapılan ibadetleri ihtiva eden bu ifade eksiktir. İslam’ın şartları;
1-Tanrının varlığına ve birliğine inanmak
2-Namaz kılmak (ki Tanrının hakkıdır)
3-Zekât vermek (ki muhtaçların hakkıdır)
4-Oruç tutmak (ki insanın kendi hakkıdır)
5-Hac ibadetini yapmak (ki tüm Müslümanların hakkıdır) olarak ifade olunur.
Oysa aşağıda mealinden anlaşılacağı üzere Asr suresinde; iman etmenin yanında sâlih amellerde (iyi davranışlar) bulunan, hâk (adalet) sahibi olan ve sabırlı olan kişilerin zarar görmeyecekleri ifade olunmaktadır.
“Zamana yemin olsun ki insanlar hüsrandadırlar (zararda). İman edenler, sâlih amellerde bulunanlar, hâkkı tavsiye edenler ve sabredenler başka.” Kuranı Kerim. Asr suresi 1-4 ayetler.
Salih ameller kapsamında Tanrının rızası için ona yapılan ve farz olan ibadetlerle beraber
insanlara ve canlılara karşı yapılan iyi ve güzel davranışlar da, yer almaktadır. Bu eylemler esnasında insana adil davranılması ve sabırlı olunması tavsiye olunmaktadır.
İyiliğe yönelmek (emri bil maruf) ve kötülükten uzaklaşmayı (nehy il anıl münker) da tavsiye eden İslami esaslar, Kuranın pek çok yerinde insana misaller verilerek anlatılmaktadır.
İmanın esasları ile İslam’ın esaslarını kabul eden ve bunları hayatına uygulayan kişi gerçek Müslümandır ve mümindir.
1.4 Müslümanın tarifi: Kuran ı Kerimin birçok yerinde Kelime i Tevhid inancına sahip olan insanlar, Tanrı tarafından doğru yola (sırat ı müstakim) giren kimseler olarak tanımlanmış ve övülmüşlerdir.
Kuran ifadesi ile orta sınıf olarak tanımlanan Müslümanlar insanlığa şahit ve örnek olarak olmakla şereflendirilmiştir. Bu nedenle gerçek Müslümanın Tanrı nezdinde itibarı çok yüksektir.
Hesap günü insanlığa şehadet edecek olan Müslüman’ın insanlığa örnek olma gibi büyük sorumluluğu vardır. Her Müslüman, acaba bu sorumluluğa müdrik midir? Ne yazık ki hayır.
Çünkü; Müslümanlar, inanç açısından mümin ve münafık olmak üzere ikiye ayrılırlar.
Mümin: İnancında şüphe duymayan, günah işlediğinde pişman olup Tanrıya tövbe eden ve Tanrıya dost kalmaya çalışan kişilerdir.
Fasık: İnançlı olduğu halde günah işlemeyi alışkanlık haline getiren, tövbe konusunda özen göstermeyen, küfre yakın günahkâr kişilerdir.
Münafık: Kalben inanmadığı halde inanmış görünen ve Müslümanları aldatan en aşağılık kişilerdir. Münafıklığın üç alameti vardır. Devamlı yalan söyler. Verdiği sözde durmaz. Kendisine emanet edilen şeye hıyanet eder. Bu üç vasfı üzerinde sürekli olarak taşıyan kimse münafıktır.
Çevrenize bu gözle bakındığınızda etrafınızın münafıklarla dolu olduğunu görürsünüz.
1.5 Tarihsel süreç: Tevhid inancı, ilk insanla başlar. İlk insan olan Hazreti Adem (as) aynı zamanda ilk peygamberdi. Tanrı, yeryüzünde kendine halife olarak yarattığı insandan umutludur. Tanrı, insana yeryüzündeki hayatında uygulayacağı kuralları peygamberler ve kitaplar ile bildirmiş, ona iyiyi ve kötüyü açıklamıştır. Son peygamber Hazreti Muhammed(sav) ile gönderdiği Kuran ı Kerim ile vahiy yolu sona ermiştir. Ancak Kuran, verdiği örneklerle yaşamakta ve insana yol göstermeye devam etmektedir.
Şöyle ki;
İnsan, büyük bir kâinat içinde nokta kadar küçük dünya üzerinde yaşamaktadır. Kâinat içinde olaylar belli bir disiplin içinde ve belli bir zamanlama ile gerçekleşirler. Kuran, insana kâinatta oluşan olayları düşünmesini ve bu düzenin boşuna yaratılmadığını anlamasını ve bu sisteminin gerçek sahibini bulmasını ister. (Ali İmran suresi 191.ayet) Bu yönteme, tefekkür denilir.
Bu yöntemi uygulayan Hazreti İbrahim (as) yıldızı, ayı ve güneşi gözlemleyerek Tanrıyı aramış ve bunların Tanrı olamayacağına karar vererek gerçek Tanrıyı bulmuştur. (Enam suresi 75-79.ayetler)
Kuran, MS 610 yılında nazil olmaya başlamış ve 23 senede tamamlanmıştır. İslami kuralları anlatan bu kitapla başlayan Müslümanlık ilk 13 sene pek taraftar bulamadı ve gelişemedi. Bunun en önemli sebebi Mekke dönemi denilen bu dönemde İslam inancının özgür olmamasıydı.
İslam’ın yaşayabilmesi ve gelişebilmesi için maddi ve düşünsel özgürlüğe ihtiyacı vardı.
İnanç, kalpte yer aldığından bu inanca kimse mâni olamaz. Ancak insanın inancı doğrultusunda sâlih amelleri yapabilmesi için özgür olması şarttır.
Bu özgürlük siyasi, ekonomik ve düşünce özgürlüğüdür.
Siyasi özgürlüğü olmayan insanın ekonomik ve düşünce özgürlüğü olamaz.
Siyasi özgürlüğün devamlılığı için ekonomik özgürlük şarttır.
Düşünce özgürlüğü ise ancak bu iki özgürlük varsa uygulama şansına sahip olur. Aksi halde inanç, düşünceden ileriye gidemez.
MS 622-632 yılları arası: 622 yılındaki hicret ile Medine’de kurulan ilk İslam Devleti, Müslümanlara hem siyasi hem de ekonomik özgürlükler getirmiş, bu şartlar düşünce özgürlüğünün gelişerek eyleme geçmesini sağlamıştır.
632-661 Dört halife dönemi: Hazreti peygamberin vefatından sonra O’nun halifelerince yönetilen bu dönem, insanoğlunun peygamber olmadan yönettiği ve dini kuralların egemen olduğu en önemli dönemdir. Bu dönemde din özgürdür ve saltanat dinin emri altındadır.
Son 5 yılı karışıklıklarla geçmiş olmasına rağmen bu dönemde İslam inancı, fetihlerle batıda Atlas Okyanusuna, doğuda Türkistan’a kadar yayılmıştır.
661-1299 yılları arası: Saltanat gücünün hâkim olduğu ve dini kuralların ikinci plana düştüğü bu dönemde yâni Emeviler, Abbasiler ve Endülüs Emevileri zamanında İslam toplumu, dünyanın en önemli siyasi, ekonomik ve teknik gücü konumuna ulaşmıştır.
9. yüzyılda Bağdat merkezli başlayan daha sonra başta Endülüs, Horasan ve Batı Türkistan’da yoğunlaşan İslam Rönesansı, Müslümanların aklı kullanarak onlara bilimsel gerçeklere ulaşma yolunu açmış, Müslümanlar bu çağlarda astronomi, tıp, cebir-geometri, coğrafya, robotik teknoloji, mantık, felsefe ve daha pek çok alanda Dünyayı aydınlatmışlardır.
Bu görkemli dönem önce, 1095 yılından itibaren batıdan gelen Haçlı saldırıları ile sarsılmış, daha sonra doğudan gelen Moğol akınları karşısında çok büyük kayıplara uğramıştır. Bu dönemin son 60 yılı bunalım dönemidir. Bu bunalım sonucunda, İnşirah suresindeki ‘’Her sıkıntıdan sonra bir ferahlık gelecektir.’’ hükmü gereği, İslam yeniden yükselişe geçmiş ve Dünyaya yeniden egemen olmuştur.
1300-1918 yılları arası: Bu zaman aralığını üç ayrı bölümde incelersek:
1300-1453 arası: Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve genişlemesi, İslam bayrağını eline alan Müslüman Türklerin İstanbul’u zapt ederek Doğu Roma İmparatorluğuna son vermesi ve yükselme dönemine giriş, bu dönemde gerçekleşmiştir. Bu dönemde de saltanat önde din, ikinci plandadır.
1453- 1683 arası: Osmanlının siyasi, ekonomi ve kültürel alanlarda en üstün dönemini yaşadığı bu dönemde siyasi zirve, 1526 yılıdır. Doğuda bu tarihte kurulan Hint-İslam Devleti ile aynı yıl batıda gerçekleşen Mohaç Zaferi ile perçinlenen Osmanlı İmparatorluğunun temsil ettiği İslam iktidarı, dünyaya egemendir.
Ancak 1517 yılında Mısırdan getirtilen sözde halifelik ile Osmanlıya ulaşan tutucu Arap- İslam anlayışı, Osmanlı İmparatorluğunda Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman ile en görkemli seviyeye ulaşan Türk-İslam bilim anlayışını durdurmaya başlamış, Osmanlıda bilimsel gelişmeler 17. Asır başlarında durma noktasına gelmiştir.
Aynı tarihlerde skolastik çağı Rönesans ve Reform hareketleri ile geride bırakan Avrupa’da, akla dayanan bilim anlayışı yükselmeye başlamış ve bilimsel çalışmalarla elde edilen bu üstünlük, bu çağın sonunda Osmanlıdan Avrupa’ya geçmiştir. İslam 17 asır sonunda artık dünyaya egemen değildir. Bilimsel çalışmalar sonunda Osmanlı yenilmeye başlamış, ekonomide gerilemiş ve siyasi üstünlüğünü kaybetmiştir.
1683- 1918 arası: Bu dönem, Dünyada İslâm hakimiyetinin gerileme ve sömürge haline gelme dönemidir. Batıda Osmanlı İmparatorluğu Avrupa ve Rusya karşısında sürekli olarak yenilerek toprak kaybına uğramış 1881 yılında imzaladığı Düyun u Umumiye anlaşması ile resmen sömürge konumuna düşmüştür. Doğuda Babür Şah tarafından kurulan ve Hindistan ile Malezya ve Endonezya’ya egemen olan Hint. İslam İmparatorluğu İngilizler, Hollandalılar ve Portekizliler tarafından paylaşılarak sömürge haline getirilmiştir. 1918 yılında Osmanlı devleti dahil, İslam’ın çoğunlukla yaşandığı bütün bölgeler ekonomi yönünden sömürge durumuna düşmüşlerdir.
1918-2022 arası: Bu dönem, başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere bütün İslam ülkelerinin siyasi yönden özgürlüklerini kazandığı dönemdir. Türk Kurtuluş savaşı, bütün mazlum ülkeler için özgürlük umudu olmuş, başta Hindistan ve Pakistan olmak üzere İslam’ın yaşandığı Asya ve Afrika ülkeleri bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Ancak İslam, dünyayı yönetme gücüne ulaşamamıştır.
Günümüz dünyasında siyasi olarak özgür olan ve 1969 yılında kurulan İslam İş birliği Teşkilatına üye olan İslam Devleti sayısı 57’dir. Bunların içinde ekonomik yönden özgür olanların sayısı ise son derece azdır. Şimdi bu konuyu inceleyelim.
1.6 Bugünün dünyasında İslam’ın durumu.
Dünyanın nüfusu: 7 milyar 924 milyon kişi
İslam nüfusu: 1 milyar 650 milyon kişi
Müslümanların oranı: %20,8
1.6.1 Siyasi yapı:
Dünyada siyasi yönden özgür devlet sayısı: 208
Özgür İslam devleti sayısı: 57
Müslüman devletlerin oranı: %27,4
Bu devletlerin hiçbiri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olmadıklarından Dünyanın siyasi yönetiminde egemen konumunda değillerdir
1.6.2 Ekonomik yapı:
Dünya ticaret hacmi: 85 trilyon ₴
Müslüman ülkelerin ticaret hacmi: 8,5 trilyon ₴
İslam ülkelerin ekonomik etkinlik oranı: %10
Nüfus olarak %20,8 oranına sahip olan Müslümanlar dünya ekonomisinde bu oranın çok gerisinde bir etkinliğe sahip durumdadırlar.
İslam ülkelerinin gelişmişlik durumu: Gelişmişlik çizgisini geçen hiçbir İslam Devleti yoktur. Bu çizgiye en yakın ülke büyük doğal kaynaklara sahip olmamasına rağmen bilimsel yönde çaba göstermeye çalışan Türkiye Cumhuriyetidir.
Bugünün ekonomisinde en etkin kaynak olan hidrokarbon doğal kaynaklar açısından çok zengin olmalarına rağmen, İslam Ülkelerinin dünya ekonomisinde olması gereken etkinliğe sahip olmamasının en önemli sebebi, siyasi özgürlüklerine rağmen bu devletlerin, ekonomik özgürlüğe sahip olmamalarındandır.
1.6.3 Hukuki yapı: İslam ülkelerinin birkaçı mutlakıyetle ve şeriat hukukuna göre yönetilirler. Ancak bu ülkelerde kral veya yönetici konumunda olanlar, her türlü hukukun üzerindedirler.
Bir kısım ülkeler İslami Cumhuriyetle yönetilirler. Genellikle tek adam yönetiminin hâkim olduğu bu ülkelerin bir kısmında sembolik bir demokrasi vardır. Gerçek demokrasi ile yönetilen ve anayasasında laiklik yazan tek İslam ülkesi Türkiye Cumhuriyetidir.
Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye Cumhuriyeti, neden laikliği seçmiştir? Bu soru II. Bölümde cevaplandırılacaktır.
İslam ülkelerinde ister şeri hukukla yönetilsin ister bu hukuka tabi olmasın bugünün dünyasında hiçbir ülkede İslam hukuku tam olarak uygulanmamakta, özellikle kadın erkek ilişkileri ve ekonomi yönetiminde büyük yanlışlıklar sergilenmektedir.
İslam, bu ülkelerde daha çok siyasi erki elinde tutanlarca bir destek aracı olarak kullanılmakta ve İslam aşırı ölçüde istismar olunmaktadır.
Bu nedenle inançları aynı olmasına rağmen hukukları farklı olan bu ülkeler bir araya gelerek bir güç oluşturamamakta ve dünyanın siyasi- ekonomi yapısında söz sahibi olamamaktadırlar.
Bugünün dünyasında Müslümanlar dünya yönetiminde hâkim konumda değillerdir.
1.7 İslam toplumu bu hale nasıl geldi?
1. Sebep: Müslümanların Kuran ahlâkından yâni İslam’ın özünden uzaklaşmaları.
2. Sebep: Müslümanların akıllarını gereği kadar kullanmamaları, bilimsel gerçeklerden ve dünya gerçeklerinden uzaklaşmaları.
1.7.1 Kuran nelerden bahseder:
* Kuran insana Tanrıyı tanıtır ve insanı Tanrının varlığına ve birliğine inanmaya davet eder
* Kuran, insana insanı anlatır. Onun sorumluluklarını belirtir. Dünya hayatında Tanrıya ve diğer varlıklara karşı nasıl davranacağını söyler. Yapması gerekenler ile yapmaması gereken şeyleri bildirir. İnsanın uhrevi hayatında yaşayacakları anlatılır.
* Tanrı insana şu dört şeyi kesinlikle yapmamasını emreder
Tanrıya şirk- ortak koşma (Saldırı halinde aynen karşılık verme - cihad)
Haksız yere adam öldürme (Ceza hukuku)
Zina yapma (Ceza hukuku)
Hırsızlık yapma (Ceza hukuku)
Bu fillerin cezası Kuranda Tanrı tarafından belirlenmiş ve Tanrı bu suçların cezasının dünyada verilmesini istemiştir
Faiz almanın şiddetle cezalandırılacağı uyarısı dışında yapılması istenen farzların yapılmaması veya yapılması istenmeyen haramların yapılması gibi daha çok ahlaki konular hakkında Kuran’da kesin bir ceza belirlenmemiştir.
* Kadının hakları, kadın ve erkek için tesettür, evlenme ve boşanmada kadına sağlanacak ekonomik haklar, çocuğun hakları ve miras hakkı gibi medeni hukuku ilgilendiren hususlar Kuran’da açıkça belirtilmektedir.
* Ekonomide faizin haram kılınması, israfın önlenmesi, ticarette kimsenin kimseyi aldatmaması, yönetimde işin ehline verilmesi, zekât ve sadaka sistemi ile muhtaçlar için sosyal adaletin sağlanması gibi konularda insana yapacağı ve yapmayacağı hususlar Kuranda açıklanmaktadır.
Bu konularla ilgili uygulamalar, İslam Devletlerinde mezhep anlayışlarından ortaya çıkan farklı hukuk sistemleri içinde çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu konuda İslam aleminde bir mutabakat sağlanamamıştır. Her devlet kendi hukukunu uygulamaya devam etmektedir.
1.7.2 İslam inancını yok eden önemli yanlışlar:
Bir Müslüman isteyerek veya istemeyerek aşağıda ifade edilen eylemleri yaparsa, Müslüman olma vasfını kaybeder. Bu konu Müslüman için çok önemlidir ve çok dikkatli davranılmalı böyle bir hatanın yapılması halinde, hemen tövbe edilerek Tanrıdan özür dilenmeli ve ona sığınılmalıdır.
* Şirk ve türleri:
Şirk, Tanrının birliğine ortak koşma eylemidir. Bu eylemin Tanrı tarafından asla affedilmeyeceği birçok kere tekrar edilmiştir. Toplumumuzda Müslümanları şirke götüren davranışlar şunlardır.
Yöneticinin kendini kutsal sayması, kibre ve dokunulmazlığa bürünmesi, kişilerin yöneticiye kutsallık atfetmesi ona “tanrısal vasıfları üzerinde taşıyor” demesi veya onu “ peygamber gibi adam” gibi tanımlaması.
Hazreti Peygamber (SAV) şu hadis i şerif ile insanları uyarıyor. “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişi cennete giremez.”
Kişilerin Kuranı ve peygamberleri aşağılaması, Kuran hükümlerini eksilterek veya çoğaltarak değiştirmesi,
Kişinin rızkı Tanrıdan değil kutsallaştırdığı yöneticilerden beklemesi ve onlara tam teslim olarak Tanrıdan uzaklaşması,
Kişilerin sadece Tanrıdan yardım istemesi gerekirken türbelerden, yatırlardan, diğer varlıklardan yardım istemesi ve onlardan medet umması.
Geleceğin sadece Tanrı tarafından bilindiği gerçeğine aykırı olarak fal ve astroloji ile insan için gizli tutulan gelecek hakkında fikirler ileri sürmesi ve bunlara inanması.
*Diğer suçları sürekli işleme:
Doğruları her koşulda müdafaa etmemek, yanlışlar üzerinde ısrar etmek, bunlardan pişman olmamak ve Tanrıya sürekli isyan etmek, insanı fâsık yapar ve küfre götürür.
Münafıklaşmak; yalan söylemeyi, sözünde durmamayı ve emanete sürekli olarak ihanet etmeyi alışkanlık haline getirmek, bu işleri yapan kişileri uyaracağına onlara sürekli olarak destek vererek onların davranışlarına ortak olmak yani onlar gibi olmak, Müslümanın mümin vasfını yok eder ve onu imandan çıkarır.
Maide suresinin 51. Ayetinde ifade olunduğu gibi “Ey İman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları kendinize dost edinmeyin. Onlar sizin dostunuz değillerdir. Onları dost olarak kabul edenler de onlardandır.” Hükmüne aykırı hareket edenler.
1.7.3 İslam toplumunun üç büyük mikrobu: Cehalet, fakirlik ve esaret.
Cehalet önce ahlakı bozar.Ahlaki yönden yozlaşırsan evvela adâlet kaybolur. İnsanları birbirine bağlayacak saygı ve sevgi azalır. İnsanlar, birbirlerini dostu olmaktan çıkar ve toplumda birlik beraberlik yok olur. Bu toplum artık bir kurtlar sofrasına dönüşmüştür.
Bilimsel gelişmelerin durması iki önemli sonuç doğurur,
1. Ekonomik üstünlük kaybolur. Toplum fakirleşir.
2. Toplumda cehalet artar. Toplum aklını kullanamaz, yönünü bulamaz.
Bunların topluma egemen olması sonucu toplum siyasi varlığını kaybeder. Görünüşte siyasi varlığı varmış gibi görünse de o toplum artık hem ekonomik yönden esirdir. Hem de kültürel yönden.
Esir olan bir toplumda İslam yaşayamaz. Bugünün dünyasında İslam aleminin hali budur. İslam dünyayı yöneten değil yönetilen bir toplum konumuna gerilemiştir. Bu durum birkaç yüzyılda gerçekleşmiştir. Bu durumdan geçmiş ve yaşayan bütün Müslümanlar sorumludurlar.
Özetlersek; Bugün İslam Dünyasının ekonomik ve siyasi yönden geri kalmasının en önemli sebeplerinden ilki Müslümanların, İslam’ın gerçek değerlerinden ve ahlâkından uzak bir hayat yaşamakta olmalarıdır. İkincisi akıllarını kullanmamalarıdır.
Müslümanlar ancak İslam ahlâkını hayatlarına uygularlarsa ve akıllarını kullanıp bilimsel dünya gerçeklerine göre hareket ederlerse çok kısa bir sürede yeniden Dünyayı yönetir hale gelebilirler. Tarih bu gerçeği kanıtlamıştır
Sorunlarımız, aşılamaz ve yenilemez değil. Ümitsizliğe gerek yok. Sorunlarımızın üstesinden gelebiliriz.
Çünkü İki önderimiz var. İkisinin de adı seçkin anlamına gelen Mustafa.
Hazreti Muhammed Mustafa (sav) bize, adil olmamızı, ahlaklı davranmamızı ve birlik ve beraberlikten ayrılmamamızı ve Kuran a göre hareket etmemizi bildiriyor.
Mustafa Kemal ise gerçek İslam’ı yaşayabilmek için özgür olmamız gerektiğini ve çağın gereklerine göre hareket etmemizi bilimin ışığından ayrılmamamızı öğütlüyor.
Yapılacak iş, yanlışlıkları terk ederek iki liderin öğütleri doğrultusunda hareket etmek ve ayrılıkları sulh yolu ile çözmekten geçmekte.
Kuran bu konuda Müslümanlara yeterli güvenceyi vermiyor mu? Veriyor. Hem de fazlasıyla.