4.2.1.1 Cumhuriyetin kuruluşu: 29 Ekim 1923
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile Osmanlı Devleti tarafından 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Anlaşmasının hükümleri yok edildi ve yeni bir devletin kuruluşunun temeli atıldı. Lozan antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti siyasi bağımsızlığına kavuştu. Sıra bu devletin kurulup ilan edilmesine gelmişti. Ülkenin siyasi bağımsızlığının yanında ekonomi ve kültürel alanlarda da özgür olması gerekiyordu.
Ancak sömürge haline gelmiş ve tarihi ömrünü tamamlamış olan Osmanlı Devleti vatandaşlarının bu gerçeği kabul etmesi kolay olmadı. TBMM üyelerinden bir kısmı hatta ileri gelen yöneticiler ve komutanlar, Ülke düşman işgalinden kurtuldu, padişahım çok yaşa! diyerek Osmanlı yönetiminin devam etmesinden yana idiler. Oysa padişah yurt dışına kaçmış, İngilizlere sığınmış, Osmanlı gerçeği ve meşruti yönetim fiilen sona ermişti.
Osmanlı rüyasından uyanamayanlar, padişaha kul olmak duygusundan arınamayanlar ve en önemlisi Ülke gerçeklerini yeterince kavrayamayanların Lozan Anlaşması hükümlerine itirazları artınca Kurtuluş Savaşını kazanan Gazi Meclisin görevini tamamladığına karar verildi.
Yapılan seçimler sonucunda teşkil olunan 2. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2 Ağustos 1923 tarihinde toplandı. Önce Lozan antlaşmasının onaylanması gerekiyordu. TBMM de yapılan ve 20 gün süren sert tartışmaların sonucunda Lozan Antlaşması hükümleri 13 red oyuna karşı 213 kabul oyu ile 23 Ağustos 1923 tarihinde onaylandı.
Daha sonra 13 Ekim 1923 de Ankara, kurulacak yeni devletin başkent olarak kabul olundu.
Sıra halkın kendi kendini yönetme şekli olan Cumhuriyetin ilan edilmesine gelmişti. TBMM, Mustafa Kemal ve İsmet İnönü tarafında hazırlanan 1921 anayasasındaki 1.2.4.10 ve 12 maddelerindeki değişiklikleri görüşmek üzere 29 Ekim 1923 günü toplandı. Daha önce Halk parti gurubunda tartışılan ve olgunlaştırılan konular TBMM de görüşülmeye başlandı.
Yapılan tenkitlere Antalya mebusu Rasih Kaplan Hoca "Din bakımından en muvafık hükümet şekli Cumhuriyettir." diyerek nokta koydu. Yapılan oylamada TBMM, Cumhuriyet yönetimini oy birliği ile kabul etti. Aynı gün Gazi Mustafa Kemal 159 üyenin 158 inin oyunu alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi. Gazi 42 yaşındaydı.
Kabul olunan iki maddenin metinleri şöyleydi.
"Madde 1- Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etme esasına dayanır. Türkiye devletinin hükümet şekli cumhuriyettir.
Madde 2- Türkiye Devletinin dini İslam, resmi lisanı Türkçedir."
623 yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu tarihi sürecini tamamlamış onun yerine Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştu. Bu devletin temel ilkesi bağımsızlıktı. Siyasi bağımsızlık sağlanmıştı ama bunu devam ettirecek ekonomik ve kültürel bağımsızlığın da kazanılması gerekiyordu. Temel hedefi ekonomik ve kültürel bağımsızlığı sağlamak olan asıl savaş, şimdi başlıyordu Çağdaş eğitimle yetiştirilecek yeni nesillerle hem kültürel varlığımız korunacak hem geleceğimiz güvence altına alınacak hem de ekonomi alanında güçlü adımlar atılarak Ülke her türlü sömürgecilikten tamamen kurtarılacaktı.
Ülke bu savaşı kazanabilecek miydi? Halk cumhuriyete ne kadar sahip olacaktı?
Bu sorulara cevap verebilmek için Ülke Osmanlıdan ne devraldı? O günün koşulları ne idi? Şimdi bu konuyu inceleyelim.
*Cumhuriyetin kurulduğu zamanki şartlar:
Osmanlıdan kalan bu topraklarda uzun bir kurtuluş mücadelesi veren milletimiz, ehil yöneticiler elinde başarıya ulaştı ve 29 Ekim 1923 de Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdu.
Bu mücadele; çağında emperyalizme karşı yapılan ve başarılan tek özgürlük mücadelesiydi. Mazlum milletlere örnek oldu, umut verdi.
Bu mücadele sonunda kurulan Cumhuriyet, Afganistan dışında dünyada tek bağımsız İslam devleti idi ve diğer Müslüman ülkelerin ümit kaynağı oldu.
Cumhuriyet, yaklaşık 300 senedir gerileyen, ezilen ve sömürülen Türk varlığının koruyucu limanı oldu.
Bu ve benzeri cümleleri mübalağaya kaçmadan çoğaltabiliriz. Bu kadarla yetinelim ve Cumhuriyet Osmanlı'dan nasıl bir miras devraldı? Onu anlamaya çalışalım.
** Cumhuriyet Osmanlıdan ne devir aldı? (Su Raporu 2017-2020 kitabından)
29 Ekim 1923 de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, bir gün sonra Gazi İsmet İnönü'ye gönderdiği mektubunda bakınız neler söylüyor. Mektubu aynen yazıyorum.
“Sevgili Paşam;
Cumhuriyetin ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.
Bizi büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe komutanı ve Lozan baş delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.
Bize; geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul ve köylü bir devletiz.
Dört mevsim kullanabilir kara yollarımız yok denecek kadar az. 4000 km kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olana bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.
Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni, Cumhuriyet ile bağdaşmaz. Bu durum düzeltilmeli. halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor.
Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getiriyoruz. Sığır vebası, hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az sayıda eczane var.
Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halde. Bit, ciddi bir sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı %60 ı geçiyor. Nüfusun % 80 i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.
Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik, yalnız İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114 408. Ülkeyi nerdeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan'dan gelecek göçmen sayısı, 400 bini geçecek.
İktisadi hayatımız da eğitim hayatımız da içler acısı. İktisatçımız çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitim sorunu hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet'in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz.
Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha acı bilgiler var. Bunları bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü geldiğinde konuşuruz.
Hedefimiz milli iktisat. Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel olmalı. Osmanlı, bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.
Cumhuriyet'e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde ne de bir deney.
Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.
Kader'in bizim kuşağımıza yüklediği kutsal görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah, yardımcımız olsun.
Gazi Mustafa Kemal”
***Cumhuriyet kurulduğunda önemli bazı göstergeler şu şekilde idi.
a)Sosyal göstergeler
1927 nüfus sayımına göre nüfus: 13 648 270
Erkek nüfusu: 6 563 889 (% 48.09)
Kadın nüfusu: 7 084 381 (% 51.91)
Ana dile göre nüfus: Türkçe (% 79.41) Kürtçe (%7.98) diğer diller (%12.61)
Ortalama ömür: 40 yaş.
b) Eğitim ile ilgili göstergeler
Okuma yazma oranı: Erkeklerde %7, Kadınlarda % 0,4.
Okul sayısı: 4894 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise, 1 üniversite.
Köy sayısı: 40 bin. 37 bin köyde okul yok, 30 bin köyde cami yok.
Medrese sayısı: 479
c)Ekonomik göstergeler
Osmanlı'dan kalan borçlar: 81 880 000 anapara, 25 648 461 faiz olmak üzere 107 528 461 altın lira.
Borç ödeme planı: 1929 yılından başlamak üzere 30 yılda ödenecek.
Borcun büyüklüğü: Gayri safi milli hasılanın %65 i kadar.
Gümrük özgürlüğü: Gümrükler, 1929 yılından sonra özgür olacak.
Fert başına milli gelir: 45 ABD doları.
Yukarıdaki gerçekleri düşünelim ve anlı şanlı Osmanlı İmparatorluğundan 29 Ekim1923 tarihinde kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’ne kalan mirası iyi kavrayalım.
Erkeklerin pek çoğu 10 yılı aşkın savaşlardan sonra yorgun, sakat ve hasta durumda. Bütün yük, kadınların üzerine kalmış.
Kadınlar Kuran’ın kendilerine kazandırdığı ekonomik ve sosyal haklarını kaybetmiş. İkinci sınıf insan durumuna düşürülmüş. Çok eşlilik ve hileli boşanmalar yaygın.
Verem, sıtma, tifo, tifüs ve trahom gibi hastalıklar ortalama yaşam süresini 40 yaşına çekmiş. Herkes bitli.
Osmanlıcayı okuyan ve yazan nüfus son derece az. Türkçenin yerini Arapça ve Farsça almış. Bu nedenle okuma ve hele yazmayı öğrenmek çok zor.
İslam Dini hurafelere boğulmuş. Türkçeye veya Osmanlıcaya tercüme edilmiş tek Kuran meali veya tefsiri yok.
Halk dini bilgilerini doğrudan Kurandan öğrenme imkânına sahip değil. Bu bilgileri ancak ne kadar bildiği belli olmayan hocalardan öğrenebiliyor. Din adamlarında taassup hâkim. Bu kesim genelde yeniliklere karşı.
Ülke ekonomik olarak tam bir iflas içinde. Osmanlıdan kalan borçlar yıllık bütçeye yakın büyüklükte.
Fabrika yok, elektrik yok, yol yok, demiryolları ve deniz işletmeleri yabancıların elinde. Tarımsal üretim ülkeyi besleyemiyor. Ziraat çok ilkel.
Türk toplumunun bağımsızlığını koruyabilmesi için kimseden yardım almadan, kimseye muhtaç olmadan sorunlarını çözmesi ve ayağa kalkması gerek. Dünyada örnek alınacak bir ülke ve ekonomik sistem yok. Egemen olan kapitalist ve komünist sistemler toplum yapımıza ve kültürel varlığımıza uygun değil. Yeni ekonomik kalkınma modeli ve politikalarına ihtiyaç var.
Toplumda Osmanlılık şuuru hâkim. Türklük şuuru yok denecek kadar az.
Ve önemlisi bu devletin içte ve dışta pek çok düşmanı var.
Osmanlı Devleti’nin son yıllarındaki Anadolu’yu anlatan aşağıdaki şiir vatan şairi Mehmet Emin YURDAKUL tarafından 1914 yılında yazılmış ve Türk Sazı dergisinde yayınlanmış.
Okuyalım ve 1914 yılında Anadolu’nun durumunu içimiz sızlayarak anlamaya çalışalım.
ANADOLU
Mehmet Emin Yurdakul
Gençliğe
Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar;
Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar;
Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar;
Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar.
Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın:
Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın;
Derileri çatlak, bağrı kapkara,
Sağ elinin nasırında bir yara
Başında bir eski püskü peştemal
Koltuğunda bir yamalı boş çuval...
-Ne o bacı?
- Ot yiyoruz, n'olacak!
-Tarlan yok mu?
- Ne öküz var, ne toprak...
Bugüne dek ırgat gibi didindim;
Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim,
Bundan sonra...
- Kocan nerde?
- Ben dulum;
Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum.
- Soyun, sopun?
- Onlar dahi hep yoksul!
Ah Efendi, bize karşı İstanbul
Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi?
Taşraların hayvanlık mı nasibi?
........................
Hayır, hayır, bu nasibi almak için doğmadın.
Onun için doğdun ki sen kadınlığın hakkiyle
Ocağının karşısında saadete eresin,
Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkiyle
Evladına sütün gibi pak duygular veresin.
Sen bir aziz yoldaşsın:
Senin sesin hayat için dövüşmeğe koşturur;
Senin sevgin vatan için fedakarlık öğretir;
Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur;
Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenletir.
Lakin bizler bu hakları unuttuk;
Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk;
Ninen gibi sana dahi hor baktık;
Seni dahi garip, yoksul bıraktık!
........................
Kinler için karaları bağlayan,
Zevkler için zelil sefil ağlayan.
Acı gören, cefa çeken, ezilen,
Irzdan başka her şeyini veren sen!
Sen şu güzel vatanında cehennemde gibisin;
Gözyaşınla ıslattığın kanlı toprak üstünde
Sana her yer bir çöl gibi cıvıltısız, çiçeksiz;
"Ekmek" diye ağladığın sağır bir halk önünde
Sana herkes bir kurt gibi merhametsiz yüreksiz.
Senin her bir ümidin
Ayrılıksız, yoksulluksuz bir dünyaya kalmıştır,
Oraya ki masum çiftler hıçkırıksız yaşarlar;
O melekçe sevgilerle birbirini okşarlar;
Ve burada Allah bütün dilekleri yaratır?
Ne vakte dek gençliğine hakaret,
Bu ayrılık, bu gözyaşı bu ölüm?
Bu sert demir, bu ağır yük, bu zulüm?
Yazık, sana ağlamayan şiire;
Yazık, sana titremeyen vicdana;
Yazık, sana uzanmayan ellere;
Yazık, seni kurtarmayan insana!
........................
Ey vatanın bağrı yanık bucağı.
Hani senin bereketli hasadın,
Yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftin?
Hani senin medeniyet hayatın,
Yolun, köprün, kazman, iğnen, çekicin?
Ey Türklüğün otağı!
Ne vakte dek bu acıklı sefalet,
Bu virânlık, bu inilti, bu kaygu?
Ne vakte dek bu uğursuz cehalet.
Bu taassup, bu görenek, bu uyku?
........................
Yazık, sana ağlamayan şiire;
Yazık, sana titremeyen vicdana,
Yazık, sana uzanmayan ellere;
Yazık, seni kurtarmayan insana!
Gelecek yazı: Cumhuriyet yönetimini kimler benimsemedi? Kimler benimsedi?