Son günlerde Türkiye gündeminden düşmeyen, neredeyse her gün TV programlarına konu edilen İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşmenin zamanla toplumumuzun yapısı üzerinde oluşması muhtemel tehdit edici sonuçlarını araştırdık.Yazarımız sadık uslu sordu, Sosyolog necdet topçu cevapladı. Sosyolog Necdet Topçu hem sosyal konularda uzman, hem de saha içerisinde çalışmalar yapmakla birlikte; etkili bir STK olan (DÜSODER) Dünya Sosyologlar Derneği’nin de başkanlığını yürütüyor.DÜSODER; geçtiğimiz Nisan ayında İstanbul Tabipler Birliği tarafından “Cinselliğin Farklı Yüzleri” adıyla düzenlenecek panel için hazırlanan tanıtım afişinde yer alan görselleri kınayan bir basın açıklamasında bulunmuştu. Kamuoyundan destek alan bu tepkisi devamında panelin iptal edilmesini sağlamıştı.Sadık Uslu: Son günlerde gündemimizi de ciddi şekilde meşgul eden İstanbul sözleşmesi nedir? Bu sözleşme nasıl girmiştir ülkemize?Necdet Topçu: 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan, tbmm tarafından 14 Mart 2012’de kabul edilen, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren uluslararası bir sözleşmedir.Kısa adı İstanbul Sözleşmesi olan metnin uzun ismi, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir.2018 verilerine göre 45 ülke tarafından imzalanan ve 27 ülke tarafından onaylanan İstanbul Sözleşmesi, “kadına karşı şiddetin önlenmesinde hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge” niteliği taşıyor.Şiddet, kadın, İstanbul ve Sözleşme kavramlarının bu denli küresel bir hukuk formuna dönüşmesi kadar ilginç olan bir bilgi notu ise, bir Avrupa Konseyi olan “sözleşmenin, Avrupa’nın iki kurucu ülkesinden biri olan Almanya’da ancak 2018 Şubat’ında imzalanabilmiş olmasıdır.
Sadık Uslu: İstanbul sözleşmesi ile esas amaçlanan şey nedir? Bu süreç nasıl gelişti?Necdet Topçu: Sömürgeciler, özellikle Çanakkale ve Kût-ul Amâre yenilgilerinden sonra, Müslümanları savaş meydanlarında yenemeyeceklerini iyice anladılar. Başka usuller denemeye giriştiler. İslâm’ın içeriğini boşaltma, kültürümüzü yok etme, ekini ve nesli bozma gibi yöntemler bunlar arasında. Müslümanları güçlü ve dinamik tutan aile kurumunu çökertme planları yaptılar. Sağlam aile yapımızı bozarlarsa Türkiye’yi çökerteceklerini düşündüler.Değerlerinin kıymetini bilmeyen Türkiye toplumu 2 asırdır Avrupa sevdasıyla(!) yanıp tutuşuyor. İktidarların AB uğruna vermeyecekleri taviz yok. Kadın tacizleri ve aile içi şiddetin konuşulduğu bir atmosferde, Avrupa Konseyi Türkiye’ye, “Kadına Yönelik Şiddet; Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair” bir sözleşme dayattı. Hükümet bunu AB’ye tam üyelik hazırlığı olarak gördü.Konu kamuoyunda tartışmaya açılmadı. Başbakanlık, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı halkı aydınlatmadı. Meclis’te milletvekillerinden bir itiraz duymadık. Nasıl bir oldu-bittiye getirildiyse bu vahim proje İstanbul Sözleşmesi adıyla 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi.Aile içi şiddetin önlenmesi işin bahanesiydi. İstanbul Sözleşmesi’nin hemen ardından eşcinsellerin önünü açan LGBTİ Derneği’nin kurulmasına izin verildi. Hatta erkek erkeğe iki kişinin yaptığı evlilik TV’lerde haber oldu.Ne oluyordu? Dünyaya öncülük yapmış bir ülke nereye götürülmek isteniyordu?
Aile yapımızı dinamitlemek için yapılan bu rezillikler Türkiye’de nasıl yer bulabiliyordu?
Ülkeyi tehdit edebilecek ölçüde büyük bir tehlike ne kadar da hızlı bir el çabukluğuyla yürürlüğe girmişti.Sadık Uslu: LGBT gibi oluşum ve organizasyonların İstanbul Sözleşmesi ile ne kadar ilintili? Aile yapımızdaki bu gedik nereden nasıl açıldı?Necdet Topçu: Eğitime el attılar. Söz konusu sapkınlık Millî Eğitim Bakanlığı kullanılarak yürütüldü. 2014 - 2016 yıllarında Orta Öğretim Genel Müdürlüğü organizesiyle 10 ayrı ilde, liselerin 11. ve 12. sınıf öğrencilerine “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi (ETCEP)” başlığıyla seminer konusu olarak sunuldu.
“Yeniden Yazmaya Var mısın?” sloganıyla gençler tahrik edildi.Projenin etkisiyle, o günlerde ODTÜ’de tuvaletler, soyunma odaları kız erkek müşterek olsun, talepleri seslendirildi.Uygulamalar kamuoyunda büyük tepkilerin oluşmasına yol açtı. Bu sebeple Millî Eğitim Bakanlığı, projenin uygulamasını durdurdu.Daha sonra, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi Türk Tabipler Birliği (TTB) kanalıyla yürütülmeye çalışıldı. Kendi personeline, bazı kurumların çalışanlarına, toplumun farklı kesimlerine konferans ve seminerler verdiler. Yine tepkiler oluştu. Bu yüzden proje askıya alınmak zorunda kaldı. İstanbul Sözleşmesi’nde Roma ve Cenevre anlaşmaları esas alınmış; kararlar AİHM ve BM içtihatları ölçü kabul edilerek hazırlanmıştır.
Sadık Uslu: Peki, birazda sözleşmenin içeriğinden bahseder misiniz. Somut örnekler üzerinden yürüyelim. Size göre, toplumumuz ve aile kurumlarımız için hangi maddeler hangi nedenlerle sorun teşkil ediyor?Necdet Topçu: Tabi ki: Örneğin; İstanbul Sözleşmesi’nin 12/1. maddesinde “Kadın ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı önyargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınmasını amaçladığı” anlatılmaktadır. Buradaki “diğer uygulamalar”dan maksadın İslâm dininin kuralları olduğu bellidir.Proje, Türkiye’nin insanlığa örnek olan sağlam aile yapısını yıkmayı, İslâm’ın aile anlayışını devre dışı bırakmayı amaçlamaktadır. Vahim süreç bir an önce durdurulmalı; İstanbul Sözleşmesi iptal edilmelidir. Türkiye, kendi eliyle geleceğini tehlikeye atma yanlışından kurtarılmalıdır.Sadık Uslu: Kadına şiddet konusunda bütün dünyada genel bir zaafiyet olduğu aşikar. Burada anladığım kadarıyla, sorunların tesbiti ve çözümü noktasında, toplumun değerlerine uygun olmayan yöntem ve usule eleştirileriniz var. Bu süreç doğru yönetilebilirse; çözüm noktasında yöntem ve usulde nasıl değişiklikler olabilir?Necdet Topçu : Bu konuda da çalıştaylar oluşturup daha adil daha kuşatıcı, aileleri birleştirici bir şekilde çözümler üretilebilir. Maksat aile kurumunun daha güvenli daha işlevsel hale getirilebilmesidir. Bu bakımından aile bireyleri arasındaki sorumlulukların öne çıkarılacağı bir yapının tekrar geri kazanımı sağlanmalıdır. Yani çözüm yine kendi içimizde...
Topluluk olan yerde problem bitmez. Türkiye, sosyal ve kültürel problemlerine kendi kültürel şartları içinde çözümler aramalıdır. Kültürünün yozlaştırmasına müsaade etmeden tabi.
Her işimize burnunu sokan AB gibi dış etkenlere haddi bildirilmelidir. Bu gibi etkenlerin özellikle aile ve sosyal konulardaki müdahalesi önlenmelidir. Bunlar milletimize özgü özelliklerdir.
Bu konulardaki kararları bu ülkede yaşayanlar vermelidir. Toplumsal kodlarımız mahrem olmalı ve mahremiyetimiz üzerinde manipülasyona izin verilmemelidir.
İstanbul Sözleşmesi Batı’nın toplum yapısı ve hayat anlayışıyla şekillenmiştir.
Türkiye toplumu Batı’dan farklıdır. Huzur ve barışımız için bazı konularda Batılılarla işbirliği yapılabilir; fakat kimliğimizden taviz veremeyiz. Biz, Batı’dakinden daha özgün, insanî değerlerle iç içe, manevî zenginliği olan bir aile ve toplum anlayışına sahibiz.Özetleyecek olursak ;İstanbul Sözleşmesi esas alınarak, “Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair” 6284 sayılı kanun 30 Eylül 2014’te yürürlüğe girdi.
Kanunlar yabancı etkilerden arındırılmalı; yüzde yüz toplum yapımıza uygunluğu sağlanmalıdır.
TBMM, “İstanbul Sözleşmesi”ni yeniden ele almalı, Türkiye’yi bu büyük yanlışlıktan kurtarmalıdır. Yanlış uygulamaların toplum yapımızı çürüttüğü, bizi biz olmaktan çıkarma noktasına getirdiği hepimizce bilinmektedir.Sadık Uslu: Bu hassasiyet bağlamında, devlet büyüklerinin, mevcut durum içerisindeki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Umutvar buluyor musunuz? Bu konuda sizlerin herhangi bir girişimi oldu mu?Necdet Topçu: En son, Cumhurbaşkanı Beştepe’deki “Aile Şurası”nda şu yakınmalarda bulunmuştu: “Nikâh akdinin değersizleştirildiği, evlilik dışı ilişkilerin normal sayıldığı, boşanmaların adeta teşvik edildiği sancılı bir süreçle karşı karşıyayız.” (02.05.2019) Bunlar hepimizin yaşadığı acı gerçekler!
İktidar yakınmaz; icraat yapar.
Bizim Cumhurbaşkanı ve TBMM’den istediğimiz, Türkiye’nin savaşsız teslim alınmak istendiği “Zina Yasası” ve “İstanbul Sözleşmesi”nin yürürlükten kaldırılmasıdır.
Bu konuda gerek basın yoluyla gerek klasik yöntemleri kullanarak elimizden geldiğince üzerimize düşenleri yapıyoruz. Bu konuda DÜSODER (Dünya Sosyologlar Derneği) olarak toplumumuza karşı tüm yönetim ve üyelerimizle birlikte kendi sorumluluğumuzun bilincindeyiz.Sadık Uslu: Konu o kadar ilginç bir hal aldı ki; böylece İstanbul Sözleşmesi’nin hukuki ve siyasi sonuçlarını da kabul etmiş oluyoruz. Bu bilinçaltımızda, bize karşı başka ulusların tahakkümünü de dayatıyor. Bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi kabul edilebilir bir sözleşme olarak görülmüyor. Ben bir mantık kuramadım, bunun kabul edilmesinde sizce nasıl bir mantık kurulabilir?Necdet Topçu: Elbette ifade ettiğiniz gibi mantıksızdır. Bunda mantık arayacak değiliz tabi. Fakat bizim bunları anlatmamız sürekli gündemde tutmamız lazım. Nasıl ki detaylandırdıkça bunun mantıksızlığı açığa çıkıyorsa, toplum olarak bu etkileşimi seferber etmeliyiz.Bir defa; Sözleşme Avrupa Konseyi ile üye ülkeler arasında imzalanmış.
Biz de imzalamışız.
Konusu: Kadınlara yönelik şiddet ve aile İçi şiddetin önlenmesi.
Başlık ne kadar güzel değil mi?
Avrupa bizim erkeklerimizin şiddetinden bizim kadınlarımızı koruyacakmış.Bu sözleşme:1-Erkekleri kadın düşmanı olarak gösteriyor.
2-18 yaşından küçük kızları kadın sayıyor.
3-Eşcinselliği yasal gösteriyor.
4-Nikahsız yaşamayı özendiriyor ve nikahsız yaşamayı hukuka uygun buluyor.
5-Kadınları aşağı bir cins olarak görüyor.
6-Örf , adet, gelenek ve görenekleri ortadan kaldırıyor.
7-Eşcinselliğin resmi müfredat içerisine girmesini ve eğitimin her seviyesine eklenmesi için adım atılmasını istiyor.
8-Kadınların ekonomik bağımsızlığını bahane ederek, aileyi parçalamayı hedefliyor.
9-Mağdurun sadece şikayeti yeterli oluyor. Şikayetin aslının olup olmadığı bile araştırılmasına gerek duymuyor.
10-Her mağdurum diyene yeterli araştırma yapmadan öğretim ve iş bulma desteği vererek, sahte mağdurları artırıyor.
11-Sığınma evleri aileyi parçalamanın ilk adımıdır. Herhangi bir tartışmada kadını alır sığınma evine koyarsanız o aileyi bir daha birleştiremezsiniz.
12-Devleti mağdura tazminat ödemeye mahkum ediyor.
13-Zorla evlendirildim diyenlerin evliliklerini sonlandırarak aileleri parçalıyor.
14-Psikolojik şiddet ifadesi dikkat çekici. Bu ifade tam olarak tanımlanmamıştır, Ucu açık nereye çeksen oraya gidiyor. İstismara açık.
15-Tehdit edildim diyenin şikayet ettiği karşı tarafı ne ettiği sorgulamadan cezayı veriyor.
16-Sözü cinsel taciz olarak kabul ediyor. Hukuki işlemin başlatılmasını istiyor. Bu ifadede ucu açık bir ifadedir.
17-Sözleşme eşler arasındaki arabuluculuk ve uzlaşmayı yasaklıyor.
18-Sözleşme şiddet eylem faillerinin ateşli silahlara sahip olduklarını kabul ediyor.
19-Suçun mağdur tarafından bildirilmesine gerek olmadığını, mağdurun şikayetini geri alsa bile hukuki işlemin yapılmasını ve tedbirlerin alınmasını istiyor. Hanım şikayetinden vazgeçse bile, beye hukuki işlemleri yaparak aileyi birleştirme yoluna değil, parçalama yoluna gidiyor.
20-Sözleşme kişinin ikamet ettiği bölgeyi terk etmesini emrediyor. Yani aileyi anlaştırmayı değil, ayırmayı hedefliyor.
21- Protokol bakımından ülkemiz hukuk sisteminin yetersiz Avrupa’nın ise üstünlüğünü kabul eden bir sonuca götürüyor. Hukuk sistemi üzerinden bireysel ve toplumsal yönden de AB toplumlarına karşı özgüvenimizi dinamitleyen yıkıcı kabuller içeriyor.Sadık Uslu: Evet. Gayet anlaşılır ve faydalı bir söyleşi oldu. Sonuç itibariyle bu konu üzerinde yoğun çalışıyorsunuz. Başarılar dileyerek söyleşimize dair son sözlerinizi de alalım.Necdet Topçu: Yani netice itibarı ile İstanbul Sözleşmesi ile AVRUPA Çanakkale’de yapamadığını yapmak istiyor.
Ailenin altına etrafı çiçeklerle sarılmış bir DİNAMİT koyuyor.
Ailenin parçalanmak istenmesi şüphesiz bir BEKA sorunu haline gelmiştir.
Boşanma oranları evlenme oranlarını aştığı bu zamanda yetkililerin oturup, zararın neresinden dönersek kardır diye bir daha düşünmeleri gerektiği kanaatindeyim.
Elbette, söz konusu ülkemize hizmet etmek olduğunda; DUSODER olarak nitelikli sosyolog kadrolarımızla toplumsal analizler yaparak, gerek data oluşturma gerekse sorunlara çözümler sunma noktasında her tür proje, yardım ve desteğe de hazırız.

Aile yapımızı dinamitlemek için yapılan bu rezillikler Türkiye’de nasıl yer bulabiliyordu?
Ülkeyi tehdit edebilecek ölçüde büyük bir tehlike ne kadar da hızlı bir el çabukluğuyla yürürlüğe girmişti.Sadık Uslu: LGBT gibi oluşum ve organizasyonların İstanbul Sözleşmesi ile ne kadar ilintili? Aile yapımızdaki bu gedik nereden nasıl açıldı?Necdet Topçu: Eğitime el attılar. Söz konusu sapkınlık Millî Eğitim Bakanlığı kullanılarak yürütüldü. 2014 - 2016 yıllarında Orta Öğretim Genel Müdürlüğü organizesiyle 10 ayrı ilde, liselerin 11. ve 12. sınıf öğrencilerine “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi (ETCEP)” başlığıyla seminer konusu olarak sunuldu.
“Yeniden Yazmaya Var mısın?” sloganıyla gençler tahrik edildi.Projenin etkisiyle, o günlerde ODTÜ’de tuvaletler, soyunma odaları kız erkek müşterek olsun, talepleri seslendirildi.Uygulamalar kamuoyunda büyük tepkilerin oluşmasına yol açtı. Bu sebeple Millî Eğitim Bakanlığı, projenin uygulamasını durdurdu.Daha sonra, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi Türk Tabipler Birliği (TTB) kanalıyla yürütülmeye çalışıldı. Kendi personeline, bazı kurumların çalışanlarına, toplumun farklı kesimlerine konferans ve seminerler verdiler. Yine tepkiler oluştu. Bu yüzden proje askıya alınmak zorunda kaldı. İstanbul Sözleşmesi’nde Roma ve Cenevre anlaşmaları esas alınmış; kararlar AİHM ve BM içtihatları ölçü kabul edilerek hazırlanmıştır.

Topluluk olan yerde problem bitmez. Türkiye, sosyal ve kültürel problemlerine kendi kültürel şartları içinde çözümler aramalıdır. Kültürünün yozlaştırmasına müsaade etmeden tabi.
Her işimize burnunu sokan AB gibi dış etkenlere haddi bildirilmelidir. Bu gibi etkenlerin özellikle aile ve sosyal konulardaki müdahalesi önlenmelidir. Bunlar milletimize özgü özelliklerdir.
Bu konulardaki kararları bu ülkede yaşayanlar vermelidir. Toplumsal kodlarımız mahrem olmalı ve mahremiyetimiz üzerinde manipülasyona izin verilmemelidir.
İstanbul Sözleşmesi Batı’nın toplum yapısı ve hayat anlayışıyla şekillenmiştir.
Türkiye toplumu Batı’dan farklıdır. Huzur ve barışımız için bazı konularda Batılılarla işbirliği yapılabilir; fakat kimliğimizden taviz veremeyiz. Biz, Batı’dakinden daha özgün, insanî değerlerle iç içe, manevî zenginliği olan bir aile ve toplum anlayışına sahibiz.Özetleyecek olursak ;İstanbul Sözleşmesi esas alınarak, “Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair” 6284 sayılı kanun 30 Eylül 2014’te yürürlüğe girdi.
Kanunlar yabancı etkilerden arındırılmalı; yüzde yüz toplum yapımıza uygunluğu sağlanmalıdır.
TBMM, “İstanbul Sözleşmesi”ni yeniden ele almalı, Türkiye’yi bu büyük yanlışlıktan kurtarmalıdır. Yanlış uygulamaların toplum yapımızı çürüttüğü, bizi biz olmaktan çıkarma noktasına getirdiği hepimizce bilinmektedir.Sadık Uslu: Bu hassasiyet bağlamında, devlet büyüklerinin, mevcut durum içerisindeki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Umutvar buluyor musunuz? Bu konuda sizlerin herhangi bir girişimi oldu mu?Necdet Topçu: En son, Cumhurbaşkanı Beştepe’deki “Aile Şurası”nda şu yakınmalarda bulunmuştu: “Nikâh akdinin değersizleştirildiği, evlilik dışı ilişkilerin normal sayıldığı, boşanmaların adeta teşvik edildiği sancılı bir süreçle karşı karşıyayız.” (02.05.2019) Bunlar hepimizin yaşadığı acı gerçekler!
İktidar yakınmaz; icraat yapar.
Bizim Cumhurbaşkanı ve TBMM’den istediğimiz, Türkiye’nin savaşsız teslim alınmak istendiği “Zina Yasası” ve “İstanbul Sözleşmesi”nin yürürlükten kaldırılmasıdır.
Bu konuda gerek basın yoluyla gerek klasik yöntemleri kullanarak elimizden geldiğince üzerimize düşenleri yapıyoruz. Bu konuda DÜSODER (Dünya Sosyologlar Derneği) olarak toplumumuza karşı tüm yönetim ve üyelerimizle birlikte kendi sorumluluğumuzun bilincindeyiz.Sadık Uslu: Konu o kadar ilginç bir hal aldı ki; böylece İstanbul Sözleşmesi’nin hukuki ve siyasi sonuçlarını da kabul etmiş oluyoruz. Bu bilinçaltımızda, bize karşı başka ulusların tahakkümünü de dayatıyor. Bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi kabul edilebilir bir sözleşme olarak görülmüyor. Ben bir mantık kuramadım, bunun kabul edilmesinde sizce nasıl bir mantık kurulabilir?Necdet Topçu: Elbette ifade ettiğiniz gibi mantıksızdır. Bunda mantık arayacak değiliz tabi. Fakat bizim bunları anlatmamız sürekli gündemde tutmamız lazım. Nasıl ki detaylandırdıkça bunun mantıksızlığı açığa çıkıyorsa, toplum olarak bu etkileşimi seferber etmeliyiz.Bir defa; Sözleşme Avrupa Konseyi ile üye ülkeler arasında imzalanmış.
Biz de imzalamışız.
Konusu: Kadınlara yönelik şiddet ve aile İçi şiddetin önlenmesi.
Başlık ne kadar güzel değil mi?
Avrupa bizim erkeklerimizin şiddetinden bizim kadınlarımızı koruyacakmış.Bu sözleşme:1-Erkekleri kadın düşmanı olarak gösteriyor.
2-18 yaşından küçük kızları kadın sayıyor.
3-Eşcinselliği yasal gösteriyor.
4-Nikahsız yaşamayı özendiriyor ve nikahsız yaşamayı hukuka uygun buluyor.
5-Kadınları aşağı bir cins olarak görüyor.
6-Örf , adet, gelenek ve görenekleri ortadan kaldırıyor.
7-Eşcinselliğin resmi müfredat içerisine girmesini ve eğitimin her seviyesine eklenmesi için adım atılmasını istiyor.
8-Kadınların ekonomik bağımsızlığını bahane ederek, aileyi parçalamayı hedefliyor.
9-Mağdurun sadece şikayeti yeterli oluyor. Şikayetin aslının olup olmadığı bile araştırılmasına gerek duymuyor.
10-Her mağdurum diyene yeterli araştırma yapmadan öğretim ve iş bulma desteği vererek, sahte mağdurları artırıyor.
11-Sığınma evleri aileyi parçalamanın ilk adımıdır. Herhangi bir tartışmada kadını alır sığınma evine koyarsanız o aileyi bir daha birleştiremezsiniz.
12-Devleti mağdura tazminat ödemeye mahkum ediyor.
13-Zorla evlendirildim diyenlerin evliliklerini sonlandırarak aileleri parçalıyor.
14-Psikolojik şiddet ifadesi dikkat çekici. Bu ifade tam olarak tanımlanmamıştır, Ucu açık nereye çeksen oraya gidiyor. İstismara açık.
15-Tehdit edildim diyenin şikayet ettiği karşı tarafı ne ettiği sorgulamadan cezayı veriyor.
16-Sözü cinsel taciz olarak kabul ediyor. Hukuki işlemin başlatılmasını istiyor. Bu ifadede ucu açık bir ifadedir.
17-Sözleşme eşler arasındaki arabuluculuk ve uzlaşmayı yasaklıyor.
18-Sözleşme şiddet eylem faillerinin ateşli silahlara sahip olduklarını kabul ediyor.
19-Suçun mağdur tarafından bildirilmesine gerek olmadığını, mağdurun şikayetini geri alsa bile hukuki işlemin yapılmasını ve tedbirlerin alınmasını istiyor. Hanım şikayetinden vazgeçse bile, beye hukuki işlemleri yaparak aileyi birleştirme yoluna değil, parçalama yoluna gidiyor.
20-Sözleşme kişinin ikamet ettiği bölgeyi terk etmesini emrediyor. Yani aileyi anlaştırmayı değil, ayırmayı hedefliyor.
21- Protokol bakımından ülkemiz hukuk sisteminin yetersiz Avrupa’nın ise üstünlüğünü kabul eden bir sonuca götürüyor. Hukuk sistemi üzerinden bireysel ve toplumsal yönden de AB toplumlarına karşı özgüvenimizi dinamitleyen yıkıcı kabuller içeriyor.Sadık Uslu: Evet. Gayet anlaşılır ve faydalı bir söyleşi oldu. Sonuç itibariyle bu konu üzerinde yoğun çalışıyorsunuz. Başarılar dileyerek söyleşimize dair son sözlerinizi de alalım.Necdet Topçu: Yani netice itibarı ile İstanbul Sözleşmesi ile AVRUPA Çanakkale’de yapamadığını yapmak istiyor.
Ailenin altına etrafı çiçeklerle sarılmış bir DİNAMİT koyuyor.
Ailenin parçalanmak istenmesi şüphesiz bir BEKA sorunu haline gelmiştir.
Boşanma oranları evlenme oranlarını aştığı bu zamanda yetkililerin oturup, zararın neresinden dönersek kardır diye bir daha düşünmeleri gerektiği kanaatindeyim.
Elbette, söz konusu ülkemize hizmet etmek olduğunda; DUSODER olarak nitelikli sosyolog kadrolarımızla toplumsal analizler yaparak, gerek data oluşturma gerekse sorunlara çözümler sunma noktasında her tür proje, yardım ve desteğe de hazırız.