Bir yılı daha geride bıraktık, her günü hatta saatleri ve dakikaları yeni bir kriz, yeni bir entrika, komplo ve sert çıkışlarla dolu.
Bir yanda ekonomik kriz, bir yanda siyasi krizler birbirini kovaladı.
Gazeteler her gün başka bir manşetle komplo haberleri ile çıktı.
Bir türlü arkası gelmeyen sonuca bağlanamayan bir dizi komplolar.
Bunları hep birlikte yaşadık.
Bazen dehşete düştük, bazende neler oluyor diye neredeyse, bu komplolardan kendi sorunlarımızı düşünemez olduk.
Biz halk olarak bunları hak ettik mi diye, zaman zaman kendimizi sorguladık.
Ve doğrulanamayan bir sürü zırva!
Kafalarımız oldukça karışık.
Birçok konuyu algılamakta neredeyse zorlanıyoruz.
Cumhuriyetten yana tavır koyanlar terör örgütü üyesi muamelesi görürken, terör örgütü kampından dönenler kahramanlar gibi törenlerle karşılandı.
Artık şu soruyu kendimize sormadan geçemiyoruz!
Devletin terör ve irtica tanımı değişti mi?
Bundan birkaç yıl sonra, cumhuriyetten yana tavır alanlar acaba irtica eylemi içinde mi değerlendirilecek.
Ulusal güvenlikten yana tavır alan devletin silahlı gücü terör örgütü kapsamında mı değerlendirilecek.
Vatandaş ortaya manşetleri ağır suçlamalarla çıkan gazete haberlerini ve bağlantılı gelişen birçok olayın kısa sürede sonuçlandırılmasını bekliyor.
Türkiye bu kadar ağır ithamların yapıldığı ama ortaya kesin sonuçların konmadığı bir ortamı uzun süre taşıyamaz.
72 milyon yurttaşı bu şüphelerle yaşatmaya kimsenin hakkı yok.
Her kes korku içinde, devleti yönetenlerin ve Türk yargısının bu açmazdan ülkeyi çıkarmak için elbirliği ile çalışma zamanı.
Siyasetçiler de bu konuda işbirliği yapmak zorundalar.
Bu gün darbeler yaptınız diye koro halinde Orduya çıkışanlar, bir yanda da askeri o günün şartlarını oluşturmakla suçluyorlar.
12 Eylülde 6 ay Cumhurbaşkanını seçmeyenler asker miydi?
Askeri müdahaleler elbette olmamalı çünkü asker savaş için eğitilir.
Savaş için eğitilenlerin yönettiği bir ülkede hak ihlalleri olur, bu anlaşılabilir.
Ancak sivillerin hak ihlalleri yapması kabul edilemez.
Hiç kimse kendisine yapılmasını istemediği haksızlığın başkasına yapılmasını da kabul etmemeli.
Bu gün durum öylemidir.
Her yerde savaş tamtamları, kendisi gibi düşünmeyenlerin arkasından yürütülen kampanyalar anlaşılır gibi değil.
Bu ne kin bu ne nefret, biz aynı yurdun aynı ülkenin çocukları değil miyiz?
Hani sözüm ona demokratikleşiyoruz.
Demokrasi anlayışı bir tarafın isteklerinin kabul edilip, diğer tarafın yok edilmesi anlamına mı geliyor?
Halkımız yargıya güveniyor.
Türk devleti bir hukuk devletidir.
Mahkemelerimiz önlerine gelen davaları hızla bitirip bu kaos ortamından ülkeyi çıkarmak zorundalar.
Barış, mutluluk sorunsuz bir dünya diliyorum…
Yaşar Kaba