Sevgili dostlar yaşadığımız topraklar insanın var olduğundan bu yana medeniyetlerin beşiği olmuştur. Bunu gezdiğiniz her karış toprakta görebilirsiniz. Bu topraklarda yaşayanların yarattığı bu medeniyetler zaman zaman işgalci ve zorbalar tarafından kendilerine mal etme çabalarına tanık olmuş, sanki dışarıdan birileri gelip bu medeniyetleri kurup buhar olmuş gibi, asıl medeniyeti kuranları yok saymıştır. Saymaya da devam etmektedirler.
Halk inançları da kullanılarak yabancı kültürlerin etkisinde bırakılmakta o kültürlerin etkisi ile de sanatı ve sanatçıyı yok saymak ta ve baskılamaktadır.
Gerçekte ise 100 yıl önce büyük bir mucize gerçekleşmiş yer yüzüne bin yılda bir gelen bir dahi Türklere gelmiştir.
Önce işgal ve yok olmaktan çıkılmış ardından hanedanlar ve işgalciler tarafından dili dışında her şeyi ile kendine yabancılaştırılmış halk kendi kimliğine ve benliğine kavuşmuştur.
Ulusal Kahramanımız Kurtarıcı ve Kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk birçok konuda olduğu gibi büyük bir tarihi derinlikle Türk halkına yüz yıllardır kurulan tuzağa ve asimilasyona son vermiştir. Bununla ilgili aydınlanmayan birçok konunun kalıcı sonuca bağlanması ve sürekli çalışarak tarihin derinliklerinde yok olmaya duran tarihimiz ve kaybolma aşamasına gelmiş dilimizi kurtarmak kaybolanı yeniden kelime dağarcığana katmak amaçlı iki önemli kurumu kurmuş hatta yaşaması için servetini bu iki kuruma bırakmıştır. Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu. Bu kurumların Kuruluş amaçlarına çalışmaları yapıp yapmadığı tartışılmalıdır. Kuruluştaki hedeflere varmak için gereği yapılmalıdır.
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk "Arkadaşlar, gidip Toros Dağlarına bakınız. Eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla Türk'ü yenemez." demiştir.
Aslında bu söylem çok anlam ifade eder bu toprakları işgale gelenler o dağlarda yaşayamazlar oralarda yaşamak yüzyılların birikimini gerektirir bu toprakların yüzlerce yıllık sahibi Türklerdir der.
İkinci söylemi ise "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik, tabiatın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk, tabiatın yağmurlarıyla yıkandı; o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.
Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutlayacağımız bu yıl Cumhuriyet hedeflerinde ne kadar vardığımız tartışılmalı ve eksik kalanlar tamamlanarak değişen ve gelişen çağın koşullarına göre devrimler hızla devam etmelidir. Mustafa Kemal Devrimciliği diğer devrimcilere benzemez onların sadece doktrin üzerine iken Mustafa Kemal! İn bizlere bıraktığı miras sürekli devrimdir aksi takdirde çağdaş uluslar seviyesine ulaşamazsınız.
Mustafa Kemal’in Tarih ve dil konusundaki iddiaları birçok bilim insanı tarafından teyit edilmiştir. Bunların başında ise Prof.dr. Kazım Mirşan, Haluk Tarcan ve vb gelmektedir
3000 Yıllık Sır Çözüldü: Türk Tarihi Yazılıkaya’da
Bu durumda Anadolu medeniyetlerinin sahibi bizler olduğu kanıtlanmışken bu topraklar da 30 bin kişiye yakın izleyici kapasiteli amfi tiyatrolar yanı sıra birçok sanat eseri varken Anadolu da Türk sanat tarihini 100-150 yıl öncesinden başlatmak ondan öncesini yok saymak insanın kendisini yok saymakla eş anlamlıdır. Bundan 80- 90 yıl önce sanata ve sanatçıya olan üstü olanaklar sağlanmaya çalışılırken bu gün sanatçının hiçbir sanat kolunda esnaf ve sanatkarlar meslek kollarında olmaması yok sayılması onun olmadığ anlamına gelmiyor. Tüm baskılara ve yok saymalara rağmen bu ülkede sanatın belini kırmaya kimsenin gücü yetmiyor onlar varlar ama öyle ama böyle ancak bu yok sayışın finalinde senin birçok konuda örnek aldığın hayranlıkla takip ettiğin alkışladığının o sanatçının yokluk ve yoksulluk içinde yaşamını sonlandırması bir ulusun ayıbı değildi nedir. Ülkenin sanatkarı üçbeş aidat hesabı yada delege yandaş hesabına peşkeş çekilecek kadar değersiz olmamalı bu sorumsuzluğumuz gelecekte çocuklarımızın çocukları tarafından hiçte iyi anılmayacağımız gerçeğidir.
Sanat insana Tanrının verdiği çok özel bir yetenek değil midir?
Peki yaratanın verdiği özel yeteneğe karşı durmak onu hor görmek onu aşağılamak Sanata karşı olmak Yaratılışa karşı duruş değil midir?
Bu gün gelinen noktada ülkede sanatın meslek kollarında yer almaması, bu alanda ikinci bir meslek odasının kuruluşuna olanak vermemektedir.
Diğer meslek kollarında faaliyet gösteren Meslek odaları ise ne Anayasamızın hedeflediği meslek kolunda iyileşme ve geliştirmenin ötesinde kurum yönetimine geleneler maaşınızı yoluğunuz alın keyfinize bakın suya sabuna dokunmayın demek olmuyor mu* ?
Tabi bütün bu olumsuzlukların sorumlusu sadece idare mi peki kendini kurtaran şöhrete ve paraya kavuşan sanatçıların ben gemiyi kurtardım sen ne hailin varsa gör deme hakkı var mı? Anayasamızın 64. Maddesini alt uygulama kanunlarının yokluğu onları ilgilendirmiyor duama finalde sizde aynı yoksulluğun içine düşmeye aday değil misiniz?
Herkes bir an önce kendine gelmeli Sanatına ve sanatkarına sahip çıkmalıdır.
Güzel günlerde görüşmek üzere sağlıcakla kalın.
Yaşar Kaba
Anadolu'da Ön Türk Yazıtları ve
Kazım Mirşan’ın Çalışmaları
Kazım Mirşan'ın Türklerin tarihini yaklaşık MÖ 15.000 yıl öncesine dayandıran Ön-Türkler tezi üzerinde önemle durulması gereken bilimsel bir çalışmadır.
Kazım Mirşan,1919 yılında Doğu Türkistan'ın Kulca kentinde doğmuştur. Almanca, İngilizce, Rusça'ya ilaveten Özbekçe, Uygurca, Başkurtça, Tümenlikçe, Kırgızca'da dahil olmak üzere 9 Türk lehçesi ve ayrıca araştırma yapabilecek düzeyde Yunanca, Latince ve İtalyanca bilmektedir. 41 eseri mevcuttur.
Bütün bir ömrünü Türklerin kökenini araştırmaya adamış ve bir çok bilim adamınca da kabul edildiği üzere geçmişi MÖ 15.000 yılma dayanan Türklerin tamga (damga) dilini çözümlemiştir.
M.Ö. 15.000 ile M.Ö. 2000 tarihleri arasındaki yazı elemanları içeren kaya resimlerini ve yüzlerce yazıtı okuyarak tespit ettiği bilgileri 1970 yılında Proto Türkçe Yazıtlar ismiyle kitap olarak yayınlamıştır.
Kazım Mirşan'ın tespitlerine geçmeden önce Orta Asya'daki yerleşik yaşam hakkında yabancıların tespit ettiği şu hususları belirlemek gerekir.
R. Pumpelly (1908), A.Belenitsky (1987), D. Sch. Besserat (1987) Orta Asya'da yerleşik bir yaşamın milattan yüz binlerce yıl öncesinde varlığını ortaya koymuşlardır. Tacikistan Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Rus asıllı bilim adamları V.A. Ranov, 1993 yılında Orta Asya yerleşik kültür merkezlerinin eski taş (paleolitik) döneminden itibaren var olduklarını ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuş ve bu tarihi M.Ö. 850.000'lerde başlamıştır. V.A.Ranov'ın Orta Asya'da tespit ettiği yerleşim merkezlerinden birisinin tarihi M.Ö 10.500'dür. Almanlar, Çin kaynaklarından bu merkezin adının uşuy olduğunu tespit etmişlerdir. (Kazım Mirşan, bu kelimelerin aslının uşunguy ve anlamının "egemenliğe tabi birlik" olduğunu belirtiyor.)
Yine bilimsel tespitlere göre, buzul çağlarıyla, kıtlıklarla kesilen dönemler sonrası, Orta Asya insanı M.Ö 30.000 yıllarında kayalara resimler yapmaya başlamıştır. Bu kaya resimleri gelişerek tekrarlanan kavramlar sabitleşip M.Ö 15.000 yıllarında, sembol şekiller halini almaya başlamıştır. Bunlara petroglif, yani yazı elemanları içeren kaya resimleri deniyor. Bu sembol şekiller biçimindeki yazı elemanlarına Orta Asya'da tamga (damga) adı verilmiştir. Bu tamgaların Kazım Mirşan tarafından Ön -Türkçe olarak okunmasıyla, Orta Asya Taş Dönemi dilinin Ön-Türkçe olarak gelişmiş olduğu ortaya çıkıyor.
Adı tamgalı üçgeni olarak bilinen, Orta Asya'daki Türk yurdu Tamgalısay - Talaş - Issıq Köl bölgesinde M.Ö. 7000'li yıllarda yazı ekolü ve yazıtlar ortaya çıkıyor. Kazım Mirşan, bu bölgede M.Ö. 9000 ile M.Ö. 1517 yaşamış olan devleti Bir - Oy Bil (Tek Devlet Egemenliği) olarak tanımlıyor.
Kazım Mirşan, binlerce petroglif'in yanı sıra, içlerinde Anadolu ve Etrüsk yazıtları da olmak üzere 1996 yılına kadar 400 yazıt okuduğunu belirtiyor.
Kazım Mirşan bu çalışmaları sonucu şu sonuçlara varıyor ve bunları dünyanın bilgisine sunuyor:
1 - Bugünkü Türk dili Orta Asya'da M.Ö. 15.000'den başlayarak Ön Türk olarak tanımladığı topluluklar, boylar tarafından oluşturulmuştur.
2 - Bu topluluklar, M.Ö. 9000'den başlayarak Bir-Oy Bil (m.ö. 9000 - m.ö. 1517), At - Oy Bil (m.ö. 1517 -m.ö. 879) ve
Ögül-Uqus'lar gibi birçok yerleşik devletler kurmuşlardır. Türkler aslında göçebe değillerdir. Zorunlu nedenlerle göç etmek durumunda olmuşlardır.
3 - İlk tek tanrı inancını geliştiren Türklerdir. Budizmin kökeninde Türklerin Altı Yarıq Tigin isimli din kitabı vardır. Ve Ön Türkler evren kavramına sahiptir.
4 - Batı uygarlığının kurucusu olarak bilinen Etrüsk'ler Türktür ve dilleri Ön-Türkçe'dir.
5 - Kökeni açıklanamayan eski Mısır hiyerogralif yazısında (M.Ö. 3000 - 3200) 18 Ön - Türkçe harf mevcuttur.
6 - Sümer yazısında 18 Ön-Türkçe tamga mevcuttur.
7 - Ön-Türkçe ilerideki bin yıllarda Fenike, Grek, Bizans, Latin, Slav alfabelerinin kökeninde yer almışlardır.
8 - Doğu Anadolu'daki Subar'lar (Sabir, Suvar) Asya'da-ki Isıb-Ura Bil halkının devamıdırlar. Orta Doğu'ya inen bir kol da Aral gölü civarından bu bölgeye göçen Esenler'dir.
9 - Türkler, Anadolu'da M.Ö. 15.000 yıllarından beri mevcuttur.
Kazım Mirşan'ın bu tespitleri dünya tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek önemdedir. Bu tespitler birçok yabancı bilim adamları tarafından da kabul edilmektedir. En azından Etrüsk medeniyetinin bir Türk medeniyeti, Etrüsklerin Türk olduğunu, örneğin, İngiliz Prof, Taylor, Fransız, Baron Carra ve Vauks, Avusturyalı, Vahilhem Brainshtain kabul etmişler ve bu gerçeği yazdıkları kitaplarda dile getirmişlerdir.
Kazım Mirşan'ın bu yoldaki en büyük başarısı ise Etrüsk alfabesinin Türk alfabesi olduğunu bütün dünyaya kabul ettirmiş olmasıdır.
Batılıların önemli bir bölümünün, Etrüsk alfabesinin Türk alfabesi olduğunun kabul etmelerine rağmen, Kazım Mirşan'ın anlam okumalarına karşı çıkmalarının temelindeki neden Etrüsk'leri Batı medeniyetinin kurucusu olarak kabul etmiş olmalarıdır. Batı'nm kökenlerinin Türklerle ilişkilendirilmesine tahammülleri yoktur.
Kazım Mirşan, Türkiye'nin İtalya Büyükelçiliği vasıtasıyla bin bir güçlükle dünyaca ünlü Etrüskolog Prof. Compa-reale ile görüşmüş (Etrüsklerin vatanı orta İtayla'dır) ve elinde delilleri ortaya koymuş, sorularını cevaplandırmıştır. Bu ünlü Etrüskolog "hayretler" içinde kalmış ve sonuçta "Evet, Etrüskçe yazılar okunmadı" demek zorunda kalmıştır. Ancak, Kazım Mirşan'ın okumalarını kabul etmemiştir. Ne var ki bilimsel bir tenkitte de bulunamamıştır.
Kazım Mirşan'ın, Öntürkçe okumaları bugüne kadar hiçbir bilim adamı tarafından bilimsel temelde tenkid edilememektedir. Bunun bir nedeni Batı'da Ön -Türkçe bilen bilim adamının mevcut olmamasıdır.
Yeni bir bilimsel araştırma, Kazım Mirşan'ın Ön Türkler konusundaki verdiği bilgileri doğrulamaktadır. Gaziantep Üniversitesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr Ahmet Arslan, 7.12.2004 tarihli Vatan gazetesinde yayınla-nan söyleşisinde, Konya'daki sağlık ocağında alman kan örneklerinin DNA analizlerinin italya'da Prof. Santa Chiara Benerecetti'nin merkezinde yapıldığını ve özellikle Portekizlilerle, Fransızların Türklerle yakın kan bağı olduğunun tespit edildiğini, Türklerin birçok Avrupalı milletlerin atası olduğunu açıkladı. Bunu haber olarak Alman Rheiniche Post gazetesinin web sitesinde yayınladığını belirtti.
Kazım Mirşan'ın tezini destekleyen bir başka araştırma 08.12.2004 tarihinde İtalya'da Ferrara Üniversitesi'nde sonuçlandırılmıştır. Dipt. Biolog. Guido Barbujani ve ekibi tarafından yapılan "genetik analiz" sonucu Etrüskler'in Ön-Türk oldukları tespit edilmiştir.
Fransa ve Portekiz, İtalya ile birlikte Öntürkçe tamga ve yazıtların en çok bulunduğu Avrupa ülkeleridir. Kazım Mir-şan bunları da incelemiş ve okumuştur. Kazım Mirşan'ın Avrupa ülkelerinde okuduğu Öntürkçe belge sayısı 1998 tarihi itibariyle 310'dur.
İtalya'da yapılan DNA analizlerinin bir benzeri birkaç yıl önce İspanya'da yapılmış ve yine Avrupalıların Türklerle kan bağı olduğu tespit edilmiştir.
Yine benzer bir başka bilimsel araştırma da Kazım Mirşan'ın tespitlerini doğrular mahiyettedir. ABD'li antropolojik genetikçi Spencer Wells ve ekibinin 1998 yılında Orta Asya'da yaşayan 2500 kişiden aldıkları DNA örneklerindeki Y kromozomu incelemeleri sonucu, insanların atalarının 30.000 yıl öncesinde Orta Asya'dan göç edenler olduğunu ortaya koyuyor.
Bütün bunlar, Kazım Mirşan'ın araştırma ve bulgularının çok daha ciddi olarak değerlendirilmesini gerekli kılan bilimsel tespitlerdir.
Ancak, burada şu hususa değinmemiz gerekir. Bugün küresel çokuluslu şirketlerce desteklenen maksatlı "genom projeleri" de mevcuttur. Bunlarla amaçlanan, bilimsellik kisvesi altında ulusları oluşturan toplulukları ırki menşeleri konusunda tereddüte düşürerek, yanıltarak etniklik temelinde bölmektir. Esasen, etnik kimlik çağımızda ırki olmaktan çıkıp kültürel bir olguya dönüşmüştür. Bu temelde, bugünkü kimlikleri on binlerce yıl öncesinin farklı kültürleriyle tanımlanmış kimliklerle tanımlamak mümkün değildir.
On Türkler konusunda kapsamlı bilgi edinmek için Hulki Cevizoğlu'nun 29.06.2002 ile 20.07.2002 tarihleri arasında ATV'de yaptığı, toplam 12 saati aşan 3 programı kitaplaştırarak yayınladığı Tarih Türklerde Başlar isimli kitabın mutlaka okunması gerekir.
Bu programlara; bizzat Kazım Mirşan'ın, dünyanın en önde gelen 3 Sümerologundan biri olan Prof. Dr. Muazzez İlmiye Çığ'ın, uluslararası üne sahip araştırmacı Haluk Tarcan'ın, Prof. Dr. Bozkurt Güvenç'in, Yrd. Doç. Dr. İsmail Doğan'ın, araştırmacı Turgay Tüfekçioğlu'nun, Adile Ayda'nın ve daha birçok saygın araştırmacı ve bilim adamının katılmış olmaları bu kitabın değerini daha da artırmaktadır.
Kitabımızın kapsamı ile ilgili olarak, konumuza dönersek; Kazım Mirşan'ın ortaya koyduğu tartışılmalı gerçek, Türklerin Anadolu'daki 17.000 yılı bulan varlığıdır, (m.ö. 15.000'den bu yana)
Bugün; Türkiye'de, Orta asya, Yenisey, Aral, Balkaş, Pamir, Kazakistan, Kırgızistan, Tamgalı Say, Talaş, Issıq Kölü, Başkurtistan v.s de mevcut onbinlerce pigtogram (mağara resmi), petroglif (yazı elemanlı kaya resmi-tamga) ve yüzlerce yazıtın aynısı ya da yakın benzeri geniş bir coğrafyaya dağılmış olarak Anadolu'da da mevcuttur. Bunlar, Türklerin Anadolu'da -17.000 öncesine varan varlığının kanıtlarıdır.
Sadece Doğu Anadolu yaylasında tarihleri M.Ö. 15.000-1000 olarak tespit edilen tam 45.000 kaya üstü ve mağara resmi mevcuttur.
Resim ve yazıtların bölgelere dağılımını ve sayılarını kendisini yıllardır Kazım Mirşan'ın eserlerine adamış olan ve bu konuda çok sayıda yayını bulunan Haluk Tarcan'ın Ön - Türk Tarihi isimli kitabından aktarıyoruz.
Kaynakça
Kitap: Türkiye'nin Etnik Yapısı
Yazar: Ali Tayyar Önder
Anadolu Kaya Resimleri ve Yazıtları Doğu Anadolu Yüksek Yaylası:
• Genel anlamda kayaüstü ve mağara resimleri (piktogramlar)
• Yazı elemanlarını içeren kaya resimleri(petroglifler)
• Yazı geçişi gösteren kaya resimleri ve nihayet,
• Yazıtlar şeklinde dört grup halindedirler.
Bunların tarihi Van -Hakkâri, Tir-i Şin yaylası (Ermenistan'da devam eder), Kahn-i Melikan (2 600 metre); Taht-ı Melikan (2 850 metre), -15/5 binler, - buzul döneminden kalan tek hayvan resmi buradadır.
• Gevaruh Vadisi -10/8 bin,
• Sat Dağı ve Gölü, -8/6/4 binler,
• Hirkanis suyu, Mazur Vadisi, -8 bin,
• Pagan köyü (Van, Özalp ilçesi) -8 bin,
• Başet Dağı - 4 bin
• Put (Yedisalkım köyü) -4/3 bin, Erzen -113/6 bin)
• Cudi Dağı -1500
• Varagöz yaylası -8/1 000...
Sonuç: Doğu Anadolu yaylası, -15000/1000 tarihleri arasında yaklaşık 45 bin kaya üstü ve mağara resimlerine sahiptir. Bunlar, Orta Asya ve üst Asya ile "eşlik ve benzerlik" göstermektedirler.
Doğu Anadolu'da yazıya geçiş dönemi, Sat Dağı'ndaki tamga resim döneminde, yani -8 binde olmuştur.
Yazıtlar ise, sayı ve tarih olarak şunlardır:
Van - Hakkâri Tir-i Şin Yaylası'nda
• Çilgiri yazıtı, Davulcular, -7 bin, (2 yazıt),
• 5 başka yazıt, -6/5 bin,
• Van Aktamar Yazıtı, -7 bin (henüz tamamı okunmamamıştır)
• Van, Başet Yazıtı, -4 bin (3 yazıt),
• Erzurum, Cunni mağarası, 5 yazıt, 1 petroglif, -5 bin (6 yazıt).
Kuzey Anadolu
• Oy - Onul (Oy - Ongul,) Trabzon mağara yazıtları, -2 bin, (2 yazıt),
• Sinop, Sinop Tersane Kapı Üstü Yazıtı, (-2 bin, belki daha eski?)
İstanbul
• Erenköy Yazıtı
• Oy - Oğ (İstanbul) yazıtları;
• Erenköy
• Bizans yazıtları
• İstanbul, Ayasofya
• Trabzon Ayasofya
• Ankara, Dikmen
• Roma, San Françesko da Laterano
• Suudi Arabistan, Meda - in Salih ve çeşitli gümüş eşya üzerinde bulunan yazıtlar.
• İstanbul Arkeoloji müzesi Bizans sikkelerinden No:1: Oy -Öğüy, -5. yüzyıl.... (Bizans sikkeleri koleksiyonları incelenmelidir)
Pre - Grekçe sanılıp asla okunmamış olan bu yazıtlar Ön - Türkçe okunmuşlardır.
• Fikirtepede çıkan kaplar arasında, 2 kap Oq (-6 bin) ve Oz (-5 bin) damgalarıyla süslenmişlerdir. İstanbul Arkeoloji Müzesi
Zümran (İzmir)
• Apa - Usuz (Efes) Artemision Yazıtı.
Antalya
• Beldibi Mağarası, -6/5 bin, (3 Yazıt).
• 5 Side parası
• Side yazıtı
• Apollon ve Artemon yazıtları, - 2000 (2 yazıt) Orta Anadolu
• Konya - Çumra, Çatalhöyük "Ana Tanrıça Yazıtı", -6500 ve duvar damgaları,
• Eskişehir, At - Esiç Öz (Midas) yazıtı, -3/2 bin?
Petroglifler ve Bizans yazıtları hariç, Anadolu'nun her yanında bulunana 25 yazıt, Anadolu dip kültürünün Ön -Türklere ait olduğunu gösteren yeterli sayıda begelerdir.
(Büyük Asya'da, K. Mirşan tarafından okunmuş olan yazıt sayısı şimdilik 62'dir.)
• Haluk Tarcan'ın Ön-Türk Tarihi isimli kitabından aktarılan yukarıdaki alıntılarda "-" işareti milattan önceyi ve parantez içindeki sayılar Kazım Mirşan'dan alıntılan göstermektedir.
Sonuç olarak, Anadolu'nun doğusundan-batısına, kuzeyinden-güneyine her yöresinde mevcut yazıtların Orta Asya'daki Türk yurdundakilerle ayniyeti ve yakın benzerlikleri, Türklerin Anadolu'ya gelişlerinin M.Ö 15.000 yılına vardığının açık kanıtlarıdır.
Tamga ve mağara resimlerindeki bu ayniyet ve yakın benzerlik en azından Orta Asya Türk yurdu ile Anadolu insanı arasındaki bağın açık göstergeleridir.
Alıntı: Selim Sarısoy