GAZETECİ – YAZAR
Bir dağ başından, kayalardan koparak, yağmur sularıyla taşındığı, dere yatağında, azgın suların kumlara sürterek sürüklediği, sele kapılmış kütüklerin, kurnaz balıkların, yılanların ve zamanın üstünden geçip gitmesine tanıktır o, vardığı son kumsalda, tüm tortularını bırakmış, geziye çıkan bir çift’in ilgisini çekecek kadar pürüzsüz, bir cevher.
Bir gazeteci-yazar, doğal bir anlatımla, böyle anlatılırdı, her halde. Bir yaşam tarzıdır, onun için yaşadığı gezegenin, tüm güzellikleri ve çirkinlikleri ile yüzleşmek, yüzleştiği gerçekleri, yaşayanlarla paylaşmak ve gelecek nesillere aktarmak. Bir günlük aktardıkları, birde yıllar sonra yazdığı eserlerle, yaşama geçirdiği kitapları, her satırı bir hayatı, her kelimesi yaşanmışları anlatır. Hayali isimler altında. Muhabirlikle başlayan serüven, tanık olduğu olayları, doğru ve gerçek haber verme zorunluluğu, araştırmayla devam eder. Ancak her şekilde yazacağı kelimeleri, cümleleri, herkesin anlayabileceği şekle getirmek, tamamen onun süzgecinden geçer. Haber değeri olup olmadığı, toplumu yada, toplum önderlerini ilgilendirip ilgilendirmediği, seçme ve karar verme yetisi, tamamen ona aittir. Hem savcıdır, hem hakim, aklı ve vicdanıyla baş başa. Tanıktır Adaletsizliğe, haksızlığa, hırsızlığa, cinayete, aile dramlarına, mutluluklara, o bir yaşamı değil, bir çok yaşama yaşayanlar kadar yakın tanıktır. adeta. bazen samimi itirafları dinler bazen kurnazca aldatılmaya çalışılır. Ancak o kendine ait değildir. Kamuya aittir. Herkese aittir. Yazdıkları, binlerce insanın önüne konur. Ve birde okuyucuları tarafından değerlendirilir. Bir okuyucunun bana dediği gibi, çok titiz bir çalışmayla bir dergi hazırlamıştık. Baskıya gönderdik. Matbaa’ya yakın bir çay evinde, heyecanla birkaç gazeteci arkadaşla, çıkacak baskıyı bekliyorduk. Matbaa’ya gittim ilk baskıdan birkaç adet aldım. Tam masaya oturdum, hemen sayfaları açarak incelemeye başladım. Yan masa da oturan bir okuyucu elimden dergiyi kaptı. “O artık senden çıktı, bana ait, ben inceler sana nasıl olduğunu anlatırım” demişti. Evet her gün yaşadığı, onlarca olayı, kendi süzgecinden geçirip, toplumun önüne, tarafsız bir anlatımla dökmek, onun birinci öncelikli görevidir. Son yıllarda, yandaş olma, karşıt olma gibi, söylem ve eylemlerin çokça konuşulduğu, bu olgu içinde olanların, korunduğu bir ortamda gazeteci olmak, yazar olmak ve tüm zorluklara rağmen, geleceğe gerçek bilgileri bu günü anlatmanın zorluğu elbette zor. Ama zaten gazetecilik ve yazarlık, zor bir meslek, tarih önümüze böyle olanları koymuyor mu? Etik olmayanları hangi tarih yazdı? Bir Kaşgarlı Mahmut, Homeros, bir Aristo ve benzerleri, yüz yılların ardından hala bize seslenmiyor mu? Onlarla öğreniyoruz, o gün yaşayan uygarlıkları. Girişte anlattığım gibi. Son kumsala, kırılmadan, parçalanmadan, bir cevher olarak varabilmek. O cevherler ki, bu gün bize ışık tutan. Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Nacip Hablemitoğlu, Bahriye Üçok ve yaşayan çok değerli yazarlarımız gibi. Anadolu topraklarında kurulan, onca uygarlığın son halkası olan, Türkiye Cumhuriyeti, yetiştirdiği, Gazeteci - Yazar ve aydınlarının, duyarlılığı ve çabaları ile yükselecektir. Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği hedefe ve gelecek nesiller, onların yazdıkları ile yargılayacak bu günü. “Yurtta Barış Dünyada barış” ilkesi ile.
20 Ağustos 2008 “İstanbul Haber Flaş” gazetesinde yayınlanmış bu yazım, ne kadar güncel değil mi?
Sevgilerimle…
Yaşar Kaba