DEREBEYLİK Mİ?
İnsan Topluluğu’nun bir arada yaşaması doğal gelişimin sonucudur. Bu oluşumun iki farklı ailede, farklı yer ve şartlarda yetişen gençlerin evlenme ve üremesiyle süreklilik gösterir.
Aile içinde başlayan dayanışma ve bir arada yaşama ihtiyacı hissettiği gerçeğidir.
Bu nedenle insanoğlu farklı coğrafi alanlarda toplumsal ihtiyaçlarını birlikte çözme yolları aramış farklı yönetim biçimleri oluşturmuşlardır. Bu yönetim biçimi o toplumun sosyal, ekonomik, kültürel gelişmişlik derecesine göre sürekli farklılıklar göstermiştir. Çok geniş anlamda bunu incelemek sosyal bilimcilerin işi elbette, bizim anladığımız dilde iki sistem vardır. Bir ailenin egemenliği anlamına gelen Hanedanlık, bu sistemde o ülkeyi yalnız ve yalnız o aile bireylerinden biri yönetir ve egemenlik kayıtsız şartsız egemen ailenindir. İkincisi ise Cumhuriyet’tir.
Yani halk yönetimidir, ülkeyi yönetenleri, o ülkede taşıyan halk kendi arasından seçer, her iki sistemde de farklılıkları gene bölge ve insan gelişimi ile alakalandıra bilirsiniz. Cumhuriyet ile başlayan halkın kendisini yönetenleri seçme aşamasıdır ki, temelinde toplumsal uzlaşma yatar, uzlaşmanın tam ve eksiksiz olabilmesinin koşulu, özgür düşünen ve konuşan toplumdur ki, bunun karşılığı demokrasi oluyor. Bir cumhuriyet kendi varlık nedeni olan birlikteliğe zarar vermeden, içini demokrasi ile doldura bilirse ancak, insanlarını her alanda ileri götürür. Halkının mutluluğunu sağlamış olur. İnsan egolarının aşıldığı toplumlarda demokrasi tam oturur. Her iki sistemde yönetenlerin, yönetme erkine ulaşmak için, belli evrelerden, eğitimlerden geçmeleri gerekir. Hanedanlıklarda, tahta çıkacak olan aile bireylerinin küçük yaştan itibaren özel eğitimler eşliğinde ve devletin belli yerlerinde görev alarak toplumu yönetme yeterliliğine ulaştığını görürsünüz. Halk yönetimi anlamına gelen Cumhuriyetlerde ise, bu görevi siyasi partiler üstlenir. Her siyasi parti, halk adına devleti yönetmeye aday olduğundan, devleti yönetecek kadroları yetiştiren okullardır. Her siyasi parti birinci derecede devletini yönetecek olan siyasi kadrolarını yetiştirmekle görevlidir. Siyasi partilerin iktidara taşınması aşamasında, o partinin kadrolarını, kendisine oy veren, o partinin siyasi felsefesini kabul edenler oluşturur. Bu da her siyasi partinin geniş halk kesimlerini içine alarak, onların toplumsal ihtiyaçlarını belirlenmesini sağlarken, düşünsel anlamda, proje üretiminden alında, birçok alanda maddi manevi katkılarından faydalanır. Bir siyasi parti kendi ayakları üzerine, halktan aldığı destekle oturtulursa köklü ve sağlıklı olur. Demokratik düzenlerin, diğer düzenlere üstünlüğü işte budur. Toplum içinde yetişen değerleri bulup, özgür düşünceyi devlet yönetimine taşıyarak, diğer sistemler karşısında daha hızlı ve dengeli kalkınırlar. Halkın yönetimlere ortak olması ve demokratik düzen, siyasi partilerle partilerde başlar. Peki, ülkemizde durum böylemidir? Siyasi partiler kanunu ile parti yönetimlerine ciddi imtiyazlar verilmiş adeta derebeylik sistemi yaratılmıştır. Nüfusu milyonu geçen yerlerde dahi bir siyasi parti üyelikleri birkaç yüz kişiyi geçmemektedir. Milyonu geçen yerlerde dahi en güçlü partiler ilçe örgütlerinin masraflarını dahi karşılayamaz durumdadır. Çünkü halka açık değildirler. Her yönetim kendisini destekleyecek ahbabını, arkadaşını, akrabasını üye yapar. Partisine oy veren ancak kendisine parti içi seçimlerde oy vermeyi kabul etmeyen, haksızlığa karşı çıkanları ise sakıncalı diyerek üye yapmazlar. Üyelik formunun bir nüshası hiçbir şekilde üye kişiye verilmez. Üye olmakta hiçbir yasal engeli olmayan vatandaşı sakıncalı diyerek üye yapmazlar. Hem savcıdırlar, hem hâkim. Yani halkın demokrasiye katılma hakkı elinden alınmış olur, yalnız oyunu kabul ederler. Bu davranış insan haklarına saldırı değil de nedir? Siyasi partilerin hiçbir yönetimini demokratik oylarla değiştirme yolu açık değildir. Bir genel başkan, bir şeye rağmen bir ömür boyu o partinin başında kalabilir. Ankara da yapılan görkemli, parti genel merkez binalarını görünce insanın aklına, ortaçağ dönemindeki derebeylik şatoları geliyor. Bir vekilinize de neden böyle diye sorunca da 1982 anayasasını gerekçe gösterir. Hâlbuki o gün doğan çocuk bugün 25 yaşında ve milletvekili seçilecek yaştadır. Bir günde kıyak emekliliği çıkaranlar, 3günde anayasa değişikliği yapanlar, nedense siyasi partiler, sendikalar, dernekler yasalarını değiştirmek akıllarına gelmez. Çünkü onlar derebeyliklerini kurmuşlar bile. Hanedanlığın kaldırıldığı, cumhuriyetin kurulduğu bu ülkenin eğitim kurumlarının duvarlarında, tüm hanedan üyelerinin resimlerini boy boy görürüz. Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlarını ise göremezsiniz onların fotoğrafları nedense asılmazlar. Liseyi bitiren çocuklarınıza bir sorun, size parmak sayımızı geçmeyecek cumhurbaşkanlarımızın kaçını sayacak. İşte son 25 yılda demokraside gelinen yer burasıdır. Cumhuriyet mitinglerinde anlatılmak istenen işte budur. Anlamak istemeyenler bir kez daha düşünsün. 7 milyon nüfuslu seçim bölgesinde tek koordinasyon merkezinden, ilçe temsilcilikleri dahi olmadan, yerellikten uzak, bayrak ve flamalarla, halktan oy istemenin, demokrasi olduğunu zannedenler, umarım gerçek demokrasiyi öğrenerek gölge olmaktan çekilirler. Sevgili dostlar bu yazıyı 1.Temmuz 2007 de yazmışım, aradan geçen bunca zaman değişen bir şey yok… Ancak demokrasi, milletin sözcüsüyüm sözlerini sıkça duyarız. Şimdi ben söylüyorum söz milletin sizlerde yorumlarınızla katkı verebilirsiniz.
Yaşar Kaba