TV’ler Ailenin DNA’sıyla Oynuyor
Pandemi süreci hepimizin hayatını etkiledi.
Hepimiz evlerimizde daha fazla vakit geçiriyoruz.
Bu sayede ilgi alanlarımıza ve keyif aldığımız uğraşlara daha fazla vakit ayırma şansımız da oldu. Fakat bir gerçek var ki vaktimizin önemli bir bölümünü televizyon kapladı.
Çoğunlukla da yayınlanan program her neyse, ona kapılıyoruz.Fakat televizyonlar, yıllardır reyting uğruna yapmadık bir şey bırakmadı.
Gazeteci- Televizyon Programcısı olarak ben sorumluluk duyuyor ve utanıyorum!
Çünkü reyting uğruna TV’ler, ailenin DNA’sıyla oynuyor!
Televizyon kamusal alandır ve orada belirli ahlaki ilkelere riayet edilmesi gerekiyor. Oysa TV’lerdeki programlar, insan ilişkileri ve izleyicinin ruh sağlığı açısından hiç de sağlıklı olmayan görüntü ve diyaloglarını içeriyor.
Gündüz kuşağı olarak bilinen saat diliminde kumandamızı elimize alalım ve ana akım medyada kanallarını tuşlayalım. Öğleden önce başlayıp akşamüstüne kadar süren bu zaman dilimi aileyi, mahremiyeti yok eden, topluma öfke yükleyen, kadını kimliğinden uzaklaştıran programların yer aldığı bir kuşak haline geldi.
Mahremiyeti yok eden programlarla kadın çıplaklaştırılıyor ve teşhirci haline getiriliyor…
2000’li yıllar BBG İLE KİRLENDİ
2000’li yılların başında Türk televizyon ekranları özel hayatın gözler önünde yaşandığı açılımı ‘Biri Bizi Gözetliyor’ olan BBG isimli ev yaşantısı konseptli şovlarla ve evlilik programları ile tanıştı. Aynı evde toplanan kadın ve erkekler, yeni bir hayata kavuşmak için ve cazip hediyeler uğruna ahlak değerlerini harcadılar. Seyircilerin yarışmacıları dakikası dakikasına takip edebildiği “BBG Evi” programının bitmesiyle formatı evlilik üzerine kurulan “Gelinim olur musun, Benimle Evlenir misin” programları baş gösterdi. Bir öncekinden farkı yarışmacıları evlendirmek olan programda, özel hayat gözler önünde yaşanarak Türk toplumunun ahlak değerleri yerle bir edilmeye başlandı.
TOPLUMSAL DEĞERLERİN YIKIMI
‘Türk halkının kültür standartlarına aykırı oldukları’ topluma zorlukla anlatılan evlilik programlarının kapısını açan da bu yayınlardı. Gençlerin aile anlayışı ve evlilik algısının değişmesine neden olan evlilik programları toplumu esir aldı.
2017 yılında yapılan bir düzenleme ile o dönemin reyting rekortmeni olan evlilik programları, “toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırılığı” nedeniyle kaldırıldı. Fakat toplum üzerinde bıraktığı hasarın boyutları tartışılmaz boyutta.
Reyting aşkından toplumsal değerleri yok sayan, reyting uğruna bu değerleri gözden çıkaran yapımcılar boş durmadı.
Gelin-kaynana tiyatrosuyla reyting rekorları kırıldı.
Bu programları, milyonlar izledi.
Reyting sıralamasında en üstlerde yer aldı.
Bu programlar izlendikçe tüm TV kanalları da bu mecralara yöneldi. Bu programların, toplumumuza, aile ve eş, dost ilişkilerine zararı göz ardı edildi…
Çürüme, ahlaksızlık ve riyakârlık normalleştirildi…
MODA PROGRAMLARI
Teşhirciliğin son noktası: Moda programları oldu…
Kamu yararı taşımayan, sadece maddi kazanç odaklı, TV’lerin gözdesi olan moda programları ahlaka ve toplumsal değerlere balta vurdukça vurdu.
Bizim görgümüze, geleneğimize, insanlığımıza aykırı formatı ile kabalığı, terbiyesizliği normalleştiren Yemek Programları rezaleti de devam ediyor…
Toplumda ‘uyuşturucu’ etkisi oluşturan ve duyarsızlaştıran bu programlar, çocukları ve gençleri üretkenlikten uzaklaştırdı.
Çocukların, gençlerin ve kadınların utanma duygusunu yok eden ve teşhirciliği ön plana çıkaran programlar ile ahlaki ve vicdani anlamda yozlaşmalara göz yumuldu.
Reyting uğruna kadını köle gibi gösteren diziler de tam bir rezalet! Bir kadının yaşayabileceği en acı travmalar üzerinden reyting toplamak ne ahlaka ne de vicdana sığar.
Suç formatlı programlar da öfke ve şiddeti artırıyor…
İnsanların en yakınlarına; akrabalarına ve komşularına güveni yok ediliyor…
Adalet ve hukuk ayaklar altına alınıyor…
İnsanı paranoyaklaştıran, çevresine karşı güvensizlik duymasını tetikleyen, “acaba benim başıma da gelir mi?” şüphesini yaratan programlar, toplumsal ilişkilerin temelini dinamitliyor. İnsanı insana düşman eden, güvene dayalı toplumsal değerlerimizi, geleneklerimizi reyting uğruna çiğneyen programlar Türk toplumunun sağlığını en az uyuşturucu kadar tehdit ediyor.
Devletin izin verdiği bu programlarda, şüphelinin stüdyodan gözaltına alınması dahi yaşandı…
Bu insanların devlete olan güvenini sarsmaz mı?
O zaman çocuğu, yakını kaybolan, hakkını aramak isteyen polise mi gidecek yoksa TV Programına mı?
Cinayet şüphelisi karakolda mı sorgulanacak yoksa TV Programında mı?
Haksızlığa uğrayan kişi TV Program yapımcısının kollarında mı ağlayacak?
Bu mu adalet? Bu mu çözüm?
Adeta mahkeme salonlarına dönen stüdyolarda hüküm de kolayca veriliyor.
Mahkemelerin televizyonlarda yayınlanması yasak, ama televizyonlarda mahkeme kurulması serbest!
Ceza Muhakemesi Kanunu 183.maddeye göre duruşmalarda her türlü görüntü alma, ses kaydetme ya da bunları iletme aletlerinin kullanılması yasak.
Mahkemenin huzurunu bozması, sanığın kişilik haklarına aykırı olması, savunmayı zorlaştırması sebebiyle duruşmada ses fotoğraf veya video kaydı alma yasağı bulunuyor.
Türk Ceza Hukuku’nda masumiyet karinesi adıyla anılan “Suçsuzluk karinesi”, kişinin suçsuz olduğu varsayımı ile hareket edilmesini gerektiren temel bir haktır.
Fakat stüdyoda zanlı, suçu ispat edilmediği halde suçlanabiliyor ve ailesi yakınları ve kamuoyu önünde teşhir ediliyor…
Televizyon izleyicisi sürekli olumsuz konuları işleyen, dram, şiddet ve cinayet üzerine detayların konuşulduğu programların da sömürülmesinden ve bu kadar çok benzeri programın olmasından rahatsız…
Evet, bu formatlar kötüyü, kötülüğü öğretiyor…
Bu formatlar aileyi yıkıyor! ...
Bu formatlar Kadını çıplaklaştırıyor ve teşhirci yapıyor.
Bu formatlar Ailenin, kadının, gencin, çocuğun formatını değiştiriyor ve genetiğini bozuyor.
RTÜK derhal harekete geçmeli ve bu tür programları bir daha hangi format olursa olsun yasaklamalıdır. İnsan hayatını, mahremiyetini toplumun önüne serme ve bunları büyük bir iş başarıyor edasıyla gerçekleştirme engellenmelidir.