Tarzım olmamasına rağmen son günlerde takıntı halinde dinlediğim ve dinledikçe de yüreğimi acıtan bir şarkı var. Daha önce birkaç kez duyduğum fakat dinlemediğim bu şarkıyı geçtiğimiz gün tesadüfen dinledim. İrkildim!
Herhalde toplumumuzun içinde bulunduğu durumu bu kadar güzel anlatacak ikinci bir şarkı daha yoktur… Şarkı usta sanatçı Tatlıses’e ait. Dizeler şöyle başlıyor: “İnsanı insandan ayırıyorlar, O sizden bu bizden kayırıyorlar, Dört kitap ne diyor anlamıyorlar.”
İrkildim… Sarsıldım!...
Bu şarkı sanki yaşanan bir oyunun senfonisiydi… Ne yazık ki toplum olarak üzerimizde oynanan senaryoların özetiydi…
Hepimiz biliyoruz ki sen – ben kavgasının başlaması düşünmek bile istemediğimiz en kötü olayların her zaman başlangıç noktası olmuştur. İşte bu sebeple önce tarihimize dönmeli ve bizlere yaşatılanları hatırlamalıyız.
Aslında Büyük Ata’mız bize şu anki durumu çok sevdiği ve güvendiği biz gençliğine hitap ederken “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” diyerek bizleri yıllar öncesinde uyarmıştı. Tıpkı 1250 yıl önceki Göktürk Kitabeleri’nin Türk milletini uyardığı gibi…
“Türk, Oğuz Beyleri, milleti, işitin: Üstte gök çökmezse, altta yağız yer delinmezse Türk milleti, senin ilini, töreni kim bozabilecekti? Türk milleti vazgeç, pişman ol!” (2) Bu sözler Türk ulusuna yıllar öncesinden verilmiş bir uyarıdır. Türk devletinin sadece doğal felaketler sonucu yıkılabileceğini, onun dışında ise bir de Türk ulusunun kendi kendisini yıkabileceğini belirten bu cümleler günümüz Türkiye’sine ışık tutmaktadır.
Kül Tigin yine Türk ulusunun çöküş nedenini yabancı uluslara duyulan özentiye ve yabancılara verilen tavizlere bağlamaktadır. Bu düşüncesini en iyi anlatan sözler ise şunlardır : “Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp Türk milleti çok öldün; Türk milleti pişman ol, öleceksin, titre ve kendine gel!... O yere doğru gidersen, Türk milleti öleceksin!” (Göktürk Kitabeleri – Muharrem Ergin)
Yaşadığımız durumu farkına varmak, farkında olmak için başka milletlere, başka devletlere bakmamıza gerek yok. Binyıllara, kıtalara hükmeden yüce Türk’ün tarihine bakmamız yetecek çünkü…
Büyük Ozan Ahmed Arif’in de dediği gibi:
“Beşikler vermişim Nuh'a,
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?
…
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?”
Anadolu’yuz biz evet, berrak nehirleriz, çiçekleriz el değimemiş goncalar… Atalar diyarıyız dualarla şiirlerle yaşayan, binyıllardan gelen ve sonsuzluğa akan bir çağlayanız, Türk izi, Türk özü, Türk oğlu Türk’üz biz…
Kardeşiz tüm yurttaşlarımızla, hepbirlikte güçlü, hepbirlikte varız biz… Çünkü birlikte şiir, birlikte duayız biz…