Azer Hasret ile Söyleşi
CASCFEN(Orta Asya ve Güney Kafkasya Söz özgürlüğü şebekesi)`nin başkanı Azer Hasret: “Kendimi anlayalı, Türk kimliğimi idrak edeli hep Türklük için savaştım.”
“Evet, bir zamanlar Türkiye Türk dünyası için gerçekten tek merkez, tek rehber olarak görülebilirdi. Çünkü Rus-Sovyet işgali altındaki Türk devletleri Türklüğünü bile anlamazdı o zamanlar.
Ama şimdi durum değişti. En azından yedi bağımsız Türk devleti dünyaca tanınmakta ve artı, onların hepsi az veya çok oranda Türklüğünü anlamakta.”
-Azer Hasret kimdir? Bizlere çocukluğunuzdan, gençlik ve üniversite yıllarınızdan söz eder misiniz?
-Kısaca söylersem, gazeteci-yazar, bir az politikacı, bir az televizyoncu, profesyonel insan hakları savunucusu ve sivil toplumcu. Ve tüm şunların üzerinde bir Türk oğlu, Türk milliyetçisi, Turan sevdalısı.
Azerbaycanın Haçmaz ilçesinin Dedeli köyünde doğdum, okula gittim. Askerliğimi Almanya`da yaptım, kolej, ardından da Bakü Devlet Üniversitesini bitirdim. 30 kadar ülkeyi gezdim, farklı ülkelerde farklı etkinliklere katıldım, farklı okullarda ve kurslarda eğitim gördüm. 4 kez bağımsız milletvekili adayı oldum. Orta Asya Türk devletlerini, Türkiye`yi çok gezdim gördüm, her zaman farklı Türk yurtlarının sevdasıyla yattım kalktım.
-Her bir düşünce adamının etkilendiği, beğendiği ve kendisine örnek aldığı şahsiyetler mutlaka olmuştur. Bu şahsiyetlerden etkilenmeniz ne şekilde oldu?
-Aslında, her bir insanın hayatında etkilendiği, örnek aldığı gelmiş geçmiş büyük şahsiyetler olur. Benim de hayatımda böyle insanlar yok değildir. Okul döneminde bize örnek olaraq Lenin`i öğretirlerdi. Henüz çocukken bizi kandırabiliyorlardı. Ama yaşımız arttıkça gerçek örnek alınabilecek kişilerin kim olduğunu kendim için ayırt edebildim. Yani artık bize yabancı Lenin değil, Mustafa Kemal Atatürk, ondan da önce büyük Türk oğlu İsmail bey Gaspıralı benim için örnek oldu. Mustafa Kemal bir devlet adamı, gerçek önder olarak, İsmail bey fikir babası olarak. Ben de aynen İsmail bey gibi hep “Dilde, Fikirde, İşte birlik” der, soluğumu bile tüm Türk dünyasının birliği için alırım.
-“Türkçü” veya Milliyetçi” veyahut “Türk Milliyetçisi”… Bu kavramların yorumunu yaparak, sizde çağrıştırdığı düşünceleri belirtir misiniz?
-Ben milliyetçiyim. Ve şunu hiçbir zaman kimseden saklamadım. Saklamam da. Ama ben Türkçü değilim. Çünkü bir Türküm ve Türk`ün Türkçü olmasına gerek yok. “Türk milliyetçisi” kavramını daha doğru bir tanımlama sanıyorum. Yani benim milliyetçiliğimi tanımlamak için sadece “Türk milliyetçisi” denmesi yeterli. Hem benim milliyetçiliğim kendi milletimi sevmekle beraber başka milletlere de saygı üzerine kurulu. Yani hiçbir milleti hor görmedim, görmem de. Yalnız başka milletin fertleri benim milletime karşı olursa, ben de onların karşısında olurum. Nasıl demiş Atatürk, “Yurtta sulh, Cihanda sulh”. Biz sulh insanıyız. Bize dokunmayana hiçbir zaman biz de dokunmayız.
-Türk milliyetçiliğinin asıl dayanağı sizce nedir?
-Türk milliyetçiliği milletin özbeöz özelliklerini koruyabilme, milletimizin değerlerinin başka milletler arasında tanıtılması, diğer milletlerin bizi küçük düşürmesine izin verilmemesi üzerine kurulu. Yukarıda da belirttiğim gibi, biz bir millet olarak, hem de tarihin en kadim, dünyaya imparatorluklar bahşetmiş bir milleti olarak barış ve adaletten yanayız. Başka milletler de zaman zaman Türk`ün adaletine sığınmışlar ve faydasını da görmüşler. Milliyetçi olduğumuz zaman da biz millet olarak barış ve adalet gibi değerlerden vazgeçmiyoruz.
-Türk Milliyetçiliği ile Arapçada; “kavmiyetçilik” olarak ifade edilen ırkçılık arasında bir bağ söz konusu mudur?
Ben ırkçı değilim ve ırkçılığa karşıyım. Hem Türk milleti ırk değildir, bir millettir. O yüzden “Türk ırkı” gibi ifadeyi hiç yakın bırakmam. Artı, Türk milletinin araplardan gelme kalıplara sığdırılmasını da yanlış buluyorum. “Kavmiyetçilik”, bir de “ümmetçilik” gibi kavramları yakın bırakmam ben.
-Azerbaycan`dan bakıldığında Türkiye nasıl gözüküyor?
Kaynar kazan gibi! Sovyetler yıkılıp sınırlar açıldıktan ve Türkiye`yle ilişkiler kolaylaştıktan sonra bu ülkeyi hep kaynar kazan gibi gördük. Siyaset, terör, iş dünyası, şov alemi – hepsi cayır cayır yanmakta! Dışarıdan bakıldığında çok dinamik bir gündemi olan ülkedir Türkiye. Bir de bazen anlamadığımız makamlar vardır. Meselâ, neden PKK`ya kucak açılıyor, neden Türklük köşeye sıkıştırılıyor gibi. Yahut gündem olaylarına dayanarak, tutuklu CHP, BDP milletvekilleri tahliye edildi de neden MHP milletvekili, terörbaşı Abdullah Öcalan`ı yakalayıp Türk adaletine teslim eden general Engin Alan hâlâ hapiste gibi sorular aklımızı karıştırmakta.
-Sanırım, “Türk Dünyası’nın merkezi Türkiye’dir” dersek, yanlış yapmış olmayız. Bu durumda Türkiye’nin – devlet, toplum ve bireyler olarak – konuya dair çok daha önemli görev ve sorumluluklarının olduğunu da söyleyebiliriz. Öncelikle, Türkiye’nin bu konuyla ilgili görevleri nelerdir? Daha yalın bir ifadeyle, neler yapmamız gerekli?
-Evet, bir zamanlar Türkiye Türk dünyası için gerçekten tek merkez, tek rehber olarak görülebilirdi. Çünkü Rus-Sovyet işgali altındaki Türk devletleri Türklüğünü bile anlamazdı o zamanlar. Ama şimdi durum değişti. En azından yedi bağımsız Türk devleti dünyaca tanınmakta ve artı, onların hepsi az veya çok oranda Türklüğünü anlamakta. Türkiye`nin yanısıra Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan bir Türk birliği oluşturdular. Ortak tarih, ortak dil, ortak alfabe gibi konular tartışılmakta. Yani yalnız Türkiye değil, diğer Türk devletleri de Türklüğün merkezi konumuna iddia etmekte. Birlik dışında kalan Türkmenistan, KKTC ve Özbekistan da zaten Türklük yolunda emin adımlarla ilerlemekte. Ama yine de Türkiye`nin hem bir güçlü devlet olması, hem de bağımsızlık tarihinin daha eskilere dayanması ülkenin sorumluluklarının daha fazla olması anlamına gelir. O yüzden biz Türk dünyası konularında hep Türkiye`ye baktık. Ama bakmakla da kalmıyoruz, kendimiz de buralarda birşeyler yapıyoruz.
-Biz Türk’üz diyoruz, ancak Türkistan’da yaşayan Türk boyları “biz Kazak’ız”, “biz Özbek’iz” diyorlar. Özbek Türkü`yüz, Kazak Türkü`yüz demiyorlar. Bu noktada Türk oldukları bilincinin yerleştirilmesi için mi çalışmalar yapılmalı, yoksa “Türk” kavramı yerine “Turan” kavramı mı kullanılmalı?
-Her geçen yıl durum değişmekte. Orta Asya`ya sık sık giden birisi olarak ben Kazaklar`ın, Kırgızlar`ın, Özbekler`in her geçen yıl Türk kimliğine daha yakın geldiğinin tanığı oluyorum. Yani 10 yıl önce Kazaklar Kazak olduklarını bile itiraf etmezlerdi. Ama şimdi insanların çoğunluğu Kazakım diyor. Ve artı gençlik Türküm diyor. Yani zamanla insanların kendi kimliği ile bağlı düşünceleri aydınlığa kavuşuyor, Türk kimliği yerini alıyor. Hem de “Turan” kavramı “Türk” kavramının yerini alamaz. Çünkü Turan coğrafyadır, Türk millettir. Hepimiz Türküz. Eğer bugün Kazak, Kırgız, Özbek kardeşlerimiz şimdilik “ben Türküm” demekte zorlanıyorsa, o zaman bizim gibi Türklük sevdalıları “ben Kazakım”, “ben Kırğızım”, “ben Uygurum” ve s. söylemeyi başarmalı.
-Günümüzde Türk dünyasında gündemin belirlenmesinde Türk milliyetçisi aydınlar ve entelektüeller ne yapmaktalar? Biraz da bu konuya değinsek…
-Benim ilişki içerisinde olduğum aydınlar toplumu bilgilendirme, Türk kimliğinin bilimsel temellere dayanılarak tanıtılması yönünde çok çaba harcamaktalar. Böyle insanlarımız arasında bilim adamları, gazeteciler, sivil toplum kuruluşu çalışanları, bazen de politikacılar, milletvekilleri, asker ve polisler bile var. Herkes bulunduğu konumda devlete ve millete en iyi hizmet vermekle görevli. Yani bizim dayandığımız ilkeler gereğince bir Türk milliyetçisi gerçekten Türk milletine hizmette bulunmak isterse, o zaman bulunduğu yerde görevini herkesten iyi yapmakla yükümlü.
-Azerbaycan`da milliyetçi bir gazeteci-yazar olarak hangi faaliyette bulundunuz? Türkiyeli okurlarımıza bu konuda bilgi verir misiniz?
-Şu konuda 20 yılı aşkın çalışmalarım oldu. Kendimi anlayalı, Türk kimliğimi idrak edeli hep Türklük için savaştım. Dayandığım ilkeler hep İsmail bey Gaspıralı`nın “Dilde, Fikirde, İşte birlik” ideali oldu. Yani ne yaptıysam dünya Türklüğünün birliği için yaptım. Hattâ ortak Türk alfabesi projesi hazırladım, Orta Asya ülkelerinde insanların Türk kimliğinin yerini alabilmesi için çalışmalarda bulundum. Türkiye, Balkanlar, Türkmeneli, Güney Azerbaycan, Doğu ve Güney Türkistan, Rusya`nın işgali altındaki Tataristan, Başkurdistan ve diğer Türk yurtlarıyla, Kırım, Gagauz Yeri`yle hiç kesintisiz irtibat halindeyim. Yani Azerbaycan toplumunun adıgeçen Türk toplumlarıyla ilişkilerinin devamlı olarak ayakta tutulması için çalışmalar yapmaktayım.
-Başkanı olduğunuz CASCFEN`in Türkiye`deki yayın kuruluşlarıyla ilişkileri hangi düzeyde? Ve aslında hangi düzeyde olmalıdır sizce?
-Örgütümüz Türkiye`deki kuruluşlarla direkt ilişki içinde değil. Çünkü onun hedef coğrafyası Orta Asya`dır. Şu coğrafyada sivil toplum kuruluşları, medya organlarıyla ilişkilerimiz çok yüksek düzeydedir. Ama tabii ki, Türkiye`yi de gözardı etmiyoruz. Orta Asya Türkleri`nin Türkiye`yle bağlarının pekiştirilmesinde, insanların sosyal ağlar ve internet üzerinden bağlarının kurulmasında yardımcı oluyoruz.
Söyleşi: Oktay Hacımusalı