YENİ ANAYASA KAPIDA MI? 400 VEKİLİN GÖLGESİNDE TÜRKİYE
Sessiz Meclisin İçindeki Gürültü: Yeni Anayasa ve 400 Vekil Oyunun Gölgesinde Türkiye
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihi, anayasa tartışmalarıyla şekillenmiş bir mücadele alanıdır. Ne zaman meclis aritmetiği değişir, iktidar güçlenir ve yeni ittifaklar kurulur, “yeni anayasa” yeniden gündeme gelir. Bugünse bu gündem, geçmişten farklı olarak artık sadece bir tartışma değil; giderek somutlaşan bir ihtimalin, hatta bir tehlikenin eşiğindeyiz.
AK Parti’nin, MHP ve DEM Parti desteğiyle birlikte mecliste 400 milletvekili barajını geçerek yeni bir anayasa yapma olasılığı artık siyasi fısıltıların değil, yüksek perdeden gerçeklerin konusu olmuştur.
Bu denklem içinde hepimizin sorması gereken temel soru şudur:
“Yeni anayasa kimin için, kimlerle ve nasıl yapılacak?”
Siyasi Satranç: 400 Vekilin Sessizliği
Meclis aritmetiğine göre anayasanın değiştirilmesi üç farklı senaryo üzerinden mümkündür:
– Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 400 milletvekilinin oyu ile anayasa değişikliği doğrudan kabul edilir, referanduma dahi gerek kalmaz.
– 360 ile 399 milletvekili arasında bir destekle anayasa değişikliği zorunlu referanduma gider.
– 359 ve altı ise anayasa değişikliği için yeterli değildir.
İşte tam da bu noktada, AK Parti’nin MHP ve DEM Parti ile kurabileceği olası bir blok, 400 oy barajını aşma ihtimalini ortaya koymaktadır. Bu sadece teknik bir hesap değil, rejimsel bir kırılma riski taşıyan ciddi bir güç bileşkesidir.
Bir yanda milliyetçi çizgideki MHP, diğer yanda çözüm sürecinin ana taşıyıcılarından biri olan DEM Parti. Görünürde birbirine zıt iki yapı. Ama Türkiye siyasetinin son yirmi yılında gördük ki, ittifaklar ideolojiden çok çıkarlar üzerinden kurulur. Hele ki konu anayasa gibi bir rejim belgesiyse, bu pazarlıkların sonuçları yalnızca bugünü değil, geleceğimizi de belirler.
Çözüm Süreci: Başladı ve İlerliyor
Son gelişmeler, Türkiye’nin yeni bir çözüm sürecine girdiğini açıkça göstermektedir. PKK, 12 Mayıs 2025’te silahlı mücadeleyi sonlandırdığını ve örgütsel yapısını feshettiğini açıkladı. Bu karar, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı silah bırakma çağrısının ardından geldi. DEM Parti, bu süreci desteklediğini ve Türkiye’nin barış ve demokratik çözüm yolunda yeni bir sayfa açtığını belirtti.
Bu gelişmeler, yeni anayasa süreciyle paralel ilerlemekte ve toplumun farklı kesimlerinde çeşitli tepkilere yol açmaktadır. Bazıları bu süreci barış ve demokrasi adına olumlu bir adım olarak görürken, bazıları ise sürecin şeffaf olmaması ve toplumsal mutabakat eksikliği nedeniyle endişelerini dile getirmektedir.
Kimliğin Değil, Kimliksizliğin Anayasası mı?
AK Parti, 1982 Anayasası’nı bir darbe kalıntısı olarak göstererek kendi anayasa yapma iddiasını meşrulaştırmak istiyor. Elbette 1982 Anayasası’nın demokratik eksikleri vardır. Ancak mesele yeni bir anayasa yapmak değil, nasıl bir anayasa yapıldığıdır. Eğer bu yeni metin;
– Başkanlık sistemini daha da merkezileştiriyorsa,
– Yasama ve yargı erklerini yürütmeye gömüyorsa,
– Yerel yönetimlerin yetkilerini sınırlandırıyor,
– “Türklük” kavramını belirsizleştiriyor,
– Basın özgürlüğü yerine “tek ses” anlayışını kurumsallaştırıyorsa,
bu yalnızca bir anayasa değişikliği değil, sistemsel bir kırılmadır.
Toplumsal Mutabakat Yerine Siyasi Pazarlık
Bugün Türkiye’de bu ihtimalin ciddiyeti üzerine yeterince konuşulmuyor. Muhalefet partileri hâlâ seçimlerin şokunu atlatamamışken, sivil toplum sessiz, entelektüel çevreler ise yorgun. Oysa böyle bir değişiklik, sadece bugünü değil, çocuklarımızın yaşayacağı Türkiye’yi ilgilendiriyor.
Yeni anayasa yalnızca hukukçuların değil, hepimizin meselesidir. Eğer bu süreç halktan kopuk, pazarlıklarla, sessizlikle, kamuoyuna kapalı şekilde yürütülürse; ortaya çıkan metin ne kadar “yeni” olursa olsun, bizim olmayacaktır.
Son Söz Yerine Bir Not
Bu yazı bir serzeniş değil, bir uyarıdır.
– Ne DEM Parti’nin sessiz stratejileri,
– Ne MHP’nin suskun kabullenişi,
– Ne de AK Parti’nin anayasa romantizmi…
Hiçbiri bizi yanıltmamalıdır. Çünkü anayasa yalnızca yazılı bir metin değil, yaşanan bir hayat tarzıdır.
Ve bu hayat tarzı eğer sessiz sedasız, milletin gözünün içine bakmadan yeniden şekillendirilirse;
yarının Türkiye’si artık bugünkü Türkiye olmayacaktır.