Birkaç gündür Raif Efendi’yi düşünüyorum. İçine kapanık, melankolik, sessiz ve dış dünyaya uyum sağlayamamış Raif Efendi’yi. Hayatı boyunca birçok şeye boyun eğmiş, haksızlığa uğradığında bile buna karşı koyamamış, sevmediği bir kadınla evlenmiş o güçsüz adamı. Kendi hayatına kendi yön verememiş, başkalarının istediği bir insan olarak hayatını sürdürmüş ve bugün çevremizde onlarcasına benzeyen bu silik, güçsüz karakteri...
20'li yaşlarında babasının isteği üzerine-bakın yine kendi isteği ile değil, gittiği Berlin'de, sanata olan ilgisi sayesinde bir sanat galerisine gitmiş Raif. Galerideki tablolar arasında bir sanatçının otoportresini görmüş ve kadına aşık olmuştur. Öyle ki kendini tutamayıp hemen her gün tabloyu görmeye gitmeye başlamıştır. Artık ritüel halini alan bu tabloyu seyretme seanslarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder'dir. Maria'nın karakteri Raif'e göre daha dominanttır. Kendisinin bir erkek gibi özgür yetiştiğini, canı ne isterse onu yaptığını Raif'e anlatır. Hatta Raif'i de çok naif bulduğunu dile getirir. İkisi bu özellikleri sayesinde birbirlerini tamamlarlar. Raif Maria'yı çok sevmektedir fakat Maria'nın kendisine olan hislerinden emin olamaz. Yine de onun her istediğini yapmaya çalışır. İkisi beraber rüya gibi günler geçirirler. Bir gün Raif, babasının öldüğünü öğrenir ve Havran'a dönme kararı alır. Maria ile burada mektuplaşmaya devam edecektir. Birkaç mektuptan sonra, Maria'nın mektupları kesilir. Raif bunu hayra yormaz ve Maria'nın kendisinden sıkıldığını, vazgeçtiğini düşünür. Raif'in asla bitmeyecek olan kasvetli günleri burada başlar. Sevmediği bir kadınla evlenir. Ancak mektupların kesilmesinden tam on yıl sonra Raif, Maria'nın akrabasını Ankara'da görür. Ondan da Maria'nın öldüğünün haberini alır. Üstelik Maria'nın mektuplarında sadece "iyi haber" olarak nitelendirdiği gerçeği de o anda öğrenir. On yıl önce Maria, Raif ile kız çocuklarını dünyaya getirdikten bir hafta sonra koma halinde ölmüştür…
1943 yılında yayınlanan bu romanı, Kürk Mantolu Madonna’yı ilk okuduğumda üniversitedeydim. İtiraf etmek gerekirse çok sıkılmıştım okurken ve sonu belli tipik Türk filmlerine benzetmiştim. Yıllar sonra bir arkadaşımın, ‘Bir tasvir gurusuna bu kitabı okumak yakışır’ diyerek hediye etmesiyle bir kez daha okuyunca farkı gördüm; İnsanın ruh hallerini, dalgalanma ve devinimlerini, karakter tahlillerini çok iyi yapmasıyla farklıydı kitap, konu değildi önemli olan işleyiş stiliydi.
İşte tam da bugünlerde sabah yayınlanan ve yüksek izlenilirlik oranına sahip programlarından birinde, kitaptaki karakteri şarkıcı Madonna zanneden bir televizyoncu sayesinde yeniden gündeme geldi kitap. İlk başlarda büyük gaf yapıp; Sabahattin Ali’nin kemikleri sızım sızım sızladı diye içerlenirken, kitap yeniden gündeme geldi kızım, otur da sevin dedim kendime birden
Kitabı pekala okumamış hatta belki adını bile duymamış olabilirdi ama sorun ‘muş’ gibi yapmasıydı; oku-muş gibi, duy-muş gibi, biliyor-muş gibi. Tanıdık gelmiş olabilir bu ‘muş’ hali, sağolsun sosyal medya sayesinde olduk hepimiz bir medya fenomeni. Gitmediği yerlerden yer bildirimi yapanlar, kuru fasulye-pilava talim edip lüks restaurantlardan menüler paylaşanlar, tüm maaşı yatırıp 3-5 günlük gidilen tatillerde eller havada, umurumuzda mı dünyayı pozlayanlar, mesaj belli; “Halim de yerinde, keyfimde, arkadaşlarım benimle, izleyin de görün işte”…
Mesele ne kadar iyi olduğun değil, ne kadar iyi olmak istediğin. Ayrı dünyalarda yaşayan, aynı ev-ortak geçmiş dışında bir şey paylaşmayan çiftlerin mutluluk halleri, işten çıkarılmış, sevgilisinden ayrılmış, cebinde beş kuruş kalmamış kişilerin sahte tebessümleri; “Olduğun gibi değil, olmak istediğin gibi görün” sözünün tezahürü sanki. Amaç belli; Dostlar keyifli görsün, şanım yürüsün, reklamım dönsün…
Doğal olmak, verilebilecek en zor poz, ‘haberim yokmuş gibi çek panpa’ derken bile kasılır insan. Bir yerde okumuştum; “Mutlu olmak her şeye sahip olmak değil, sahip olduğun kadarını her şey yapabilmektir” diye, gerçektende öyle. ‘Mış’ gibi yapmak daha zormuş, her zaman halin olmuyor çünkü o role bürünmeye. Mutluysan, sen sus kalbin haykırsın. Mutsuzsan da bırak gözlerin anlatsın, anlayan anlasın.
Ya Raif efendi, nereden nereye geldi konu bak gördün mü?
Karakter tahlillerin, sonunda beni bana götürdü. Evet, başkaları ne düşünür diye bırakalı çok oldu, kendi doğrularım var benim, inandıklarım, sahip çıktıklarım. Müziği duymayanlar, dans edenleri deli sanıyorlar, sansınlar. Ben dans ediyorum inadına, gözlerinin içine baka baka. Eskiden altını çizdiklerimin şimdi üstünü çiziyorum, hayat bu ya. Kadir kıymet bilene canımız feda, bilmeyene elveda. Mevlana değiliz, olamayız da;
Ya göründüğünüz gibi olun ya da gözümüze görünmeyin valla…
CANSEN ERDOĞAN
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
Snapchat : cansencann