Hayat yeterince zor yeterince dramatikken ne zormuş umuda dair yazı yazmak!
Bir karar vermiştim kendimce, ne olursa olsun inanmaktan pes etmeyecektim. Umuda dair cümleler yazmaktan, hayaller kurmaktan, her şerrin içindeki o hayrı bulmaktan vazgeçmeyecektim. Ama daha ne kadar direnebileceğimden emin değilim. İki yıldır süren pandemi stresi bitmemişken doların şahlanıp uçuşuna ortalığı yakıp yıkışına şahit olduk. O biraz sakinleşti derken fahiş fiyatlar, zamlarla dört bir yana savrulduk. Moraller bozuk, keyifler kaçık, hayat ziyadesiyle tatsızken ve artık oturmuş balkonda, uzaylıları beklerken 3.Dünya Savaşı’nın ayak seslerini duyduk. Rusya Ukrayna’ya savaş açtı, dünya olarak kalakaldık öylece, donduk.
Dedelerimizden dinlerdik İkinci Dünya Savaşı’nı. Birincisi ise malum, tarih kitaplarımızın olmazsa olmazıydı. Hikaye gibi gelirdi bana, gerçek olamayacak kadar acı ve maalesef inkar edilemeyecek kadar gerçek! Sıcak savaşlar bitti artık demişlerdi okulda, soğuk savaş dönemi başladı artık dünyada. Stratejiler, müzakerelerle olacaktı savaşlar, masada. Çocuklar ölmeyecek, insanlar yerlerinden yurtlarından gönderilmeyecekti. Nerede hani?
Ölüm korkusu ile vatan aşkı arasında bir savaş yaşanıyor Ukrayna’da. Her metrekaresi dedelerinin kanıyla sulanmış, uğruna ne acılar, sevdalar, hayatlar adanmış yurtlarına gözlerini dikmiş, ağzından salyalar akarak; ‘kan’, ‘kan’ diye bağıran emperyalist güce, Rusya’ya karşı çarpışılıyor omuz omuza. Suriyeliler gibi kaçmıyorlar arkalarına bakmadan, terk edip gitmiyorlar vatanlarını utanmadan. Çoluk-çocuk, kadın-erkek, başlarında hem devlet başkanı hem başkomutan mücadele veriyorlar hiç durmadan. Peki, ne için bu savaş, neyi paylaşamıyorsunuz hala? Hani amacın, hangi hedefin yolu olabilir ki masumları öldürmek, can çekişmelerini seyretmek? Bomba sesleri arasında mahallelerinin, evlerinin, okullarının yandığını, babalarını, arkadaşlarını belki bir daha göremeyecek olmalarını nasıl sindirecek oradaki çocuklar, hangi para biriminin karşılığı olabilir bu acılar? Hangi din müsaade eder buna, hiç mi vicdanınız yok Allah aşkına?
İşin enteresanı da ne biliyor musunuz, bir oyun oynanıyor dünya tablasında, piyonlar da bizi aslında. Oyunun adı ‘Tanrıcılık’, kim hükmedecek yani dünyaya. Para pul değil aslında derdi ne Rusya’nın ne de Amerika’nın, batının. Para da var çünkü pul da. Dertleri, bu paraya kim tamamen sahip olacak, dünya lideri kim olacak. Yani ne açlık, yokluk hikayesi var savaşın altında ne de vatan-millet- Sakarya. Amaç, hepsi benim olsun, daha fazlası olsun. Gerekirse masum sivil ölsün ama benim sınırlarım, he bir de işkembem büyüsün!
Tabi Ukrayna, havasına, suyuna, karakaşına, güzel hatunlarına niyet işgal edilmedi. Avrupa’nın birinci büyük uranyum yatağı, Avrupa’nın ikinci, dünyanın onuncu titanyum yatağı, dünyanın ikinci büyük demir yatağı olmasından sebep, iştahını kabartıyordu Putin efendinin hep! Rus egemenliğini istemeyen Ukrayna’da kendi hükümetini kurmak, orayı Karadeniz’den kopararak ticarete engel olmak, yeni bulunan iki gaz sahasını kendi ekonomisine katmak! Bunu yaparken de insanlığını unutmak, ruhunu satmak! Rusya Kırım’ı Odessa ve Donbass ile bağlayıp Ukrayna’nın Karadeniz bağlantısını keser kesmez savaş son bulacak. E tabi Karadeniz ile bağlantısı kesilmiş Ukrayna, NATO için cazip olmayacak. Amerika da böylece avucunu yalayacak, Rusya’nın dibine konuşlanamayacak!
Peki, bu savaş sırasında dünya ne yapıyor, çekirdek çitleyerek olan biteni izliyor. Usulen birkaç yaptırım uygulanıyor, Amerika da; ‘Dualarımız Ukrayna ile’ diyor o kadar. Merak ediyorum bu arada NATO ne yapıyor, Birleşmiş Milletler harekete geçmek için ne bekliyor? Ah tabi ya buldum; ‘Bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın’ diyor! Savaş insanları öldürüyor, buna seyirci kalanlar da insanlığı öldürüyor!
Tabi bu arada Montrö Sözleşmesi’nin önemi, bu günleri 100 yıl önceden gören bir dâhinin büyüklüğü bugün bir kez daha görülüyor. Boğazlara paralel bir kanal açıp Karadeniz’e oradan sızmaya çalışanların hayali Kanal İstanbul Projesinin vahameti işte tam da buradan anlaşılıyor. Dünya güç dengesini sağlayan boğazların hakimiyeti bizdeyken bunu düşmanlara vermenin mantığını valla kafam almıyor. Bilmem duydunuz mu daha önce; Stalin 1939'un sonunda Moskova'da Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu'nu kabul ettiğinde onu; "Umarım Boğazların anahtarlarını getirmişsinizdir," sözleriyle karşılıyor. Tecrübeli siyasetçi ise tarihin en sert diktatörüne; "Özür dilerim ekselansları! Mustafa Kemal giderken onları da yanına aldı!" yanıtıyla Türkiye’nin Boğazlar konusundaki tavrını, net bir dille ortaya koyuyor. Dilerim bu tavır hep böyle gider, ulu önder de mezarında rahat eder!
Savaşın kazananı var gibi gözükse de aslında yoktur ve hiç de olmamıştır. Savaş sadece ölüm ve gözyaşı getirir ve ödenen de liderlerin yanlış kararlarının, doymak bilmeyen hırslarının bedelidir. Haklı olanı değil güçsüz olanı ortaya çıkarır ki ölümün olduğu yerde hangi neyin hakkı tartışılır! Zaten savaşı, zenginler çıkarır, fakirler ölür. Liderler planlar, halk sürünür!
Ya daha üç gün önce minicik bir virüs yüzünden, başınızı çıkartamıyordunuz evden, ödünüz kopuyordu ölmekten hangi ara unuttunuz da bunu, can almaya geldi sıra! Hiç mi akıllanmadınız, bir anda tepetaklak olabiliyor dünya, sırası mı işgalin, savaşın, top tüfeğin acaba!
Sözüm emperyalist devletlere, batı ülkelerine ve tabi Putin’e;
İnsanlık savaşa bir son vermezse savaş, insanlığın sonunu getirecek!
Ve savaşta yetim kalan bir çocuğun ahı, bir gün dünyayı yerle bir edecek!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan