1940’lı yılların başları, ülkenin en çalkantılı zamanları!
Evli ve yeni çocuk sahibi olmuş olan genç asistan, Güzel Sanatlar Akademisi’nde asistanlık yapıyor. Yine o dönemde akademinin heykel bölümüne misafir bir öğrenci geliyor. Biraz zaman sonra Türkiye’nin ilk heykeltıraşlarından biri olacak bu öğrencinin, bu esmer, ermeni kız Mari Gerekmezyan.
Ne kadar direnirlerse dirensinler, duygularına engel olamayan bu ikili arasında filizlenen yasak aşk, sanat ile besleniyor ve güçleniyor. Birbirlerine karşı hissettiklerini sözlere, şiirlere, resimlere, heykellere döküyorlar ve çok değerli sanat eserlerine imza atıyorlar. Aylarca, yıllarca yaşıyorlar aşklarını herkesten gizli, tutkuları coşturuyor her ikisini. Ama kara olan sadece kaşı, gözü değildi Mari’nin, bahtı, kaderi de öyleydi. Bu yasak aşk dedikoduları sebebiyle ailesi, arkadaşları ve çevresi uzaklaşıyor kendisinden, ermeni cemaati de terk ediyor. Üstelik dönemin basını, ermeni olduğu için Ankara’daki Resim ve Heykel sergilerindeki başarılarından, aldığı ödüllerden bahsetmiyor, adını dahi geçirmiyor. Ancak Mari direniyor, üretmekten vazgeçmiyor. Çevresinin, toplumun bütün yargılarına, tabularına karşı duruyor. Yalnızlaştırma çabalarını umursamıyor, aşkından vazgeçmiyor. Taa ki hastalanana dek!
Yıl 1947 idi ve ne yazık ki ölümcül hastalık tüberküloza yakalanıyor Mari. Durumu ciddiydi ve antibiyotik gerekiyordu. Ancak 2.Dünya Savaşı yeni bitmişti, ülkede ilaç yoktu. Asistan sevgilisi, onu kurtarabilmek için her yolu deniyor, paha biçilmez tablolarını haraç mezat satıp ilaç bulmaya çalışıyor. Şiirler karalıyor, yardım istiyor, çaresizce çırpınıyor!
Çaresizlik!
Bilir misiniz çaresizliği, elinden hiçbir şey gelmemesini…
Kalbin kanatlanıp gittiği yere bedenin gidememesidir çaresizlik!
Ümidin bitmesi, iradenin tükenmesidir. Hayatın dar gelmesidir sana çünkü ya hayallerin sığmamıştır ona ya acıların sıkışmıştır boğazına. Acil kapısıdır çaresizlik, hastane odası, mezar taşıdır. Bir şeylerin kayıp gitmesidir elinden hani hayatı sıkı sıkı kavrayamadığında hissedilen!
Öğrenilmiş çaresizlik diye bir şey yok, öğrenilmez ki o! Yaşanır sadece, usul usul uzaklaşır o çok sevdiğiniz yanınızdan, bakakalırsınız ardından öylece. Ne elinizden bir şey gelir, ne yüreğinizden, kalırsınız mıh gibi yerinizde!
Aklınızla kalbiniz arasında çaresiz kalmışsanız hele, kendinizden başka kimse yardım edemez size. En büyük muharebedir o belki de.
Çünkü kazanan hangisi olursa olsun, diğeri hiç ölmeyecektir içinizde.
İşte böyle bir çaresizlik içindeydi genç asistan, sevdiği kadını kurtarmak için. Ne var ki elinden bir şey gelmiyor ve Mari Gerekmezyan, henüz 34 yaşında, hayata gözlerini yumuyor!
Kısacık hayatına kocaman bir aşk sığdırmayı başarmış, evli, çocuklu ve üstüne üstlük tanınmış bir adamın hayatında ikinci kadın olmanın yarattığı çaresizlik ile baş eden Mari, bir yandan da yaşadığı etnik ve sanatsal dışlanma ile yorgun düşüyor ve genç yaşta hayata veda ediyor.
Aradan iki yıl geçiyor. 1949 yılının bir ilkbahar günü, İstanbul Büyük Kulüp'te bir toplantı düzenleniyor. Mari’nin yasak aşkı, o zamanki asistan eşiyle birlikte katılıyor toplantıya. Kulüptekiler, bir şiir okumasını istiyorlar kendisinden. Ayağa kalkıyor ve kendi yazdığı şiiri okumaya başlıyor, gözyaşları sicim gibi inerken yanaklarından. Mari’nin büyük aşkı, yasak aşkın kahramanı Bedri Rahmi Eyüpoğlu, o çok sevdiği kadına yazdığı mısraları okudukça gözyaşlarına mendil yetmez oluyor;
"Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum!
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın!
Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım
Dünya haram olsun!"
Bedri Rahmi'nin yanında eşi Eren Eyüboğlu oturuyor. O da herkes gibi bu şiirin ona yazılmadığını biliyor. Bedri Rahmi'nin "Karadutum, çatal karam, çingenem" diye seslendiği kadın, iki yıl önce ölen sevgilisi Mari Gerekmezyan'dı!
Mari’yi kurtaramayışının acısıyla kendini içkiye vuruyor Bedri Rahmi.
"Türküler bitti
Halaylar durdu
Horonlar durdu
Al damar
Mor damar
Şah damar sustu” diye yazıyor sevdiğinin ardından.
Ve eşine dönüyor, yüreğinde karadutuylan!
Bu hazin hikaye;
‘Kiminle yaşarsan yaşa, aklındakiyle öleceksin’ sözünü hatırlattı bana.
Ne kadar doğru aslında, hikayenin kazananı kimdi acaba;
Yanındaki mi, aklındaki mi?
Valla azizim!
Aşkın mevzubahis olduğu yerde, gerisi teferruattır!
Koynuna kimi alırsan al, aklın hep uyumak istediğinde kalacaktır!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan