Martın kapıdan baktırıp sonra da ‘nanik’ yaparak kazma-kürek ne varsa yaktırdığı soğuk hafta sonunda verdim kendimi televizyona. Filmdi, diziydi, belgeseldi geçerken sırayla eski bölümleri yayınlanan ‘Aşk-ı Memnu’ dizisine takıldı gözüm bir anda.
Hala ilk günkü heyecanla izlenen diziyi beşinci izleyişimde anladım Behlül’ün Bihter’i gerçekten sevmediğini mesela. Romanın yazarı Halit Ziya Uşaklıgil nasıl yazmış bunu acaba hangi duygularla diye düşünüp anlamaya çalışırken nelerle karşılaştım bilseniz. O halde sevgili okuyucular! Sağlam bir edebiyat gıybetine hoşgeldinizzzz!
İlk realist Türk romanı olan Mai ve Siyah’ın yazarı ve aynı zamanda Cumhuriyet ve Servet-i Fünun döneminin ilk yazarlarından olan Halit Ziya Uşaklıgil’in hayat hikayesi çok dramatik.
Çok sevdiği iki amcası intihar ettiğinden hayatı boyunca birilerinin intihar etmesinden ileri derecede korkan yazarın bu kabusu gerçeğe de dönüşmüş. Vedide, Sadun, Güzin isimli üç çocuğu küçük yaşlarda çeşitli hastalıklardan dolayı ölmüş. Halit Ziya acısını kaleme dökmüş, kaybettiği çocuklarından Sadun için ‘Kırık Oyuncak’ı, Güzin için ‘Kırık Hayatlar’ı yazmış.
Onca evlat acısının ardından 1904 yılında doğan oğlu Vedat’ın üstüne titremiş. En iyi okullarda okumuş Vedat, Almanca, Fransızca ve İngilizce’yi ana dili gibi konuşsa da esas tutkusu müzik ve piyanoymuş. Okulu bitirince İstanbul’daki Osmanlı Bankası’nda çalışmaya başlayan Vedat, birkaç arkadaşıyla üç kişilik bir grup kurup konserler vermeye başlamış. Kendilerini dinleyen ve beğenen dönemin bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, grubu konser için Ankara’ya çağırmış. Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi Latife, Vedat’ın amcasının kızı yani kendisinden beş yaş küçük kuzeniymiş. Latife zamanında İstanbul'a Halit Ziya Uşakligil'in evine gelerek Türkçe eğitimini ondan almış. Güzel Türkçesini, Halit Ziya’ya borcuymuş yani. Vedat, Ankara’da Latife’nin evinde yani Çankaya Köşkü’nde kalmış. Mustafa Kemal, piyano çaldırmış Vedat’a sonra da İngilizce, Fransızca, Almanca gazeteler getirtip çeviriler yaptırmış. Başarısıyla parlayan Vedat’a; “Ne işin var bankada, sen Hariciye’ ye gel” diyen Mustafa Kemal’in bu teklifiyle Vedat’ın hayatında yepyeni bir sayfa açılmış.
Tam da o sıralarda Mustafa Kemal ile eşi Latife arasında baş gösteren sorunlar iyice ayyuka çıkmış. Latife hanım, boşanma kararının ardından memleketi İzmir’e dönerken Çankaya Köşkü’nde kalan Vedat’a telefon açıp; “Ben gidiyorum, sen de benim misafirimsin Artık kendine başka bir yer bul ya da İstanbul’a dön” demiş. Vedat bunu babasına yani Halit Ziya’ya sorması gerektiğini belirtmiş. Babasına yazdığı mektuba şöyle bir cevap gelmiş; ‘Sen artık Latife’nin değil, Mustafa Kemal’in misafirisin’!
Vedat, birkaç kez tayin vaadiyle umutlandırılmış ve sonra Prag’a tayin edilmiş. Lakin dört ay sonra sebep gösterilmeksizin yeniden Ankara’ya çağrılmış. Psikolojik olarak çöken Vedat, Ankara’ya dönmüş ve babasının evine yerleşip hukuk eğitimini bitirerek nihayetinde yine Hariciye’ ye dönmüş. Önce Brüksel’e atanan Vedat, 1937’de kendi isteğiyle bir arkadaşının tayinin çıktığı Tiran’a geçmiş. Sefarette organize ettiği bir yemek davetinin hazırlıklarını yaptığı gece, yeniden Ankara’ya çağrıldığını öğrenmiş. Bu habere çok üzülerek kendini sokağa atmış ve ilk gördüğü eczaneye girmiş. Sefarete döndüğünde verilecek davetin çiçeklerini kontrol edip sonra da; ‘Yorgunum, beni rahatsız etmeyin’ diyerek odasına çekilmiş. Sabah kalkmayınca kapısı kırılarak girilen odasında, yatağının hemen yanı başında, dört adet boş ilaç kutusu ve annesinin genç kızlık resmine iliştirilmiş, sanki otuzüç yıllık belirsiz dramının özeti olan bir not bulunmuş; ‘Uykudan başka bir şeyler hissetmiyorum, ne rahat! Hayatta çok bedbaht idim. Bu bir tesviye çaresi idi. Ölüm ne kolay, uykum çok! Bütün sevdiklerim Allah’a emanet!’
Ölüm hele de intiharla gelen ölüm ile amcalarının kaderini yaşamış Vedat. Babasının en büyük kabusu, yeniden bu acıyı yaşarsa diye hep korktuğu! Korktuğunu yaşarsın metaforu galiba gerçekten doğru!
‘Bir acı hikaye’ adlı kitabında, oğlu Vedat’ı anlatıyor Halit Ziya. Onun kırılgan ruhunu, inceliğini, yaşamla kurduğu estetik ilişkiyi, özverisini, eğitim ve kültürünü, bir edebiyatçının kalemiyle aktarıyor. Bu kitap, büyük bir çığlık, bir şiir, bir ağıt, tanımsız bir acının ardından…
Büyük sanatçıların trajik hikayelerinin olması pek de tesadüf olması gerek. O acılarla yoğrulup sanata çeviriyorlar yapıtlarını belki de. ‘Dert ve felaket, insanları en çok umuda sarıldıkları zamanda hırpalamaktan zevk alır’ diyen Halit Ziya Uşaklıgil de onlardan biri işte. Gerçi biz onu en çok Aşk-ı Memnu ile tanıdık sevdik sanki. O zamanlar da bu kadar iddialı bir konuyu, amcasının eşiyle aşk yaşayan bir Behlül’ü, geçmiş travmalarından kurtulamamış Bihter’i yazmak hiç de kolay değil. Biliyor musunuz? Halit Ziya Bihter karakterini yaratmak için öncesinde gazetede bir köşe yazarı olarak kadınlarla ilgili yazılar yazmış, Bihter olmayı öğrenmiş. Peki, hikaye için nereden esinlenmiş, valla o tam gıybetlikmiş. Kendisi gibi Servet-i Fünun sanatçısı olan, arkadaşı Mehmet Rauf'un, Halit Ziya Uşaklıgil’in eşi Memnune ile ilişkisi olduğu rivayet ediliyormuş. Üstelik Mehmet Rauf bunun duyulmasının ardından intihar teşebbüsünde bulununca kendisini kurtaran Uşaklıgil olmuş. Peki bu karışık ilişki yumağının edebiyata ne faydası olmuş; Mehmet Rauf, ilk psikolojik romanımız olan ve karı-koca-aşık ilişkisini anlatan Eylül’ü, Halit Ziya da Aşkı-Memnu’yu yazmış.
Hayat çok yıpratmış seni! İnanıyorum ki orada mutlusun artık, huzurlusun!
Ne mutlu ki hala konuşuluyor, anılıyor ve okunuyorsun!
Büyük usta Halit Ziya Uşaklıgil! Bu hafta senin haftan,
Doğum günün kutlu olsun!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan