Bu hafta size bir afetten bahsedeyim dedim, bir Afet-i Devran’dan!
Bir kez değdiğinde bile izini bırakacak kadar sıcak, hoyrat davranınca boynunu bükecek kadar hassas kızıl bir afet!
Hayallere sinen, gece rüyalarına giren, teninde eridiğin, dokunuşunda titrediğin, kahreden bir duyguyla dokunmak istediğin ama dokunamadığın kadının sarhoş eden yumuşaklığı!
Bir yandan ince, naif, zarif, bir o kadar da asi, hırçın, dik başlı!
Rüzgarda gezinirmişçesine esen bir gelinin zarafeti, tek başına çorak bir tarlaya anlam katan kan şehveti!
Yeryüzünün en sade, en asi, en özgür çiçeği; ‘Gelincik’ !
Eski Yunan’ın genç ve yakışıklı tanrısı Adonis, tuzağa düşürülerek boğaların saldırısına uğramış. Sevgilisi, güzellik tanrıçası Afrodit, yetişip onu kurtarmaya çalışsa da başarılı olamamış ve sevdiği adam, kanlar içinde can vermiş. Buna çok üzülüp kahrolan Afrodit’in gözyaşları, Adonis’ in kanları üzerine düştükçe her düşen damlayla birlikte gelincikler açmaya başlamış. İşte mitolojiye göre gelincik, hüzünle ve aşkla açan nadide bir çiçekmiş!
İnsanoğlunun çocukluk dönemi tanrısı gelincik, en azından benim için öyle! İnce, uzun, kan rengiyle tutkulu. Tek başına ve ulaşılmaz. Elinle tutabilecek kadar yakın, tuttuğunda kaybedeceğin kadar uzak. Zarar veremeyeceğin, denersen de kendini öldürecek kadar güçlü ve mağrur. Evrenin ölüm sessizliğinde güneşler patlarken dünyaya saçılan kan rengi tozlarla çiçekler yeşerten gönüllerde! Gelincik, Çiçek Tanrısı!
Memleketime bahar gelmiş galiba, en azından şarkıda öyle diyor. Uzun yolda araba kullanırken fark ettim baharın ürkek gelişini. Baharın çocukları papatyalar, papatyalardan bembeyaz tepeleri de kırmızıya boyar gelincik tarlaları. Kesin bilgidir, yayılabilir; Dünyanın en güzel anlarından biridir, inceden bir rüzgar esiyor, gelinciklerin hepsi birden dalgalanıp dans ediyorsa! Nefesler tutulur yoksa nefesini keser bu eşsiz manzara. Sadece uzaktan bakmak yetmez, deliler gibi koşmak ister insan gelinciğe, tarlaya. Ve karışmak havaya, suya, toprağa!
Mayıs’ın asi kızı, tek mevsimlik çiçek gelincik! Uzun boynunun üstünde, kırmızı çanağının dibinde siyah noktalar vardır. Kara gözlerine sürme çekmiş, al yazmasını örtmüş nazlı bir gelin gibidir gelincik. Küçükken düşünürdüm üzerinde; Gelincikler, büyüyünce gelin olacaklar mı acaba diye!
Dokunmayı bilen bir adamın elleridir gelincik, gözlerini kapattığında içini titreten. Kıvrımlarında dolaşırken parmakları, istemsiz kasılan bedenidir kadının. O kahreden ateşten rengi ile uzaktan yakıcı ve güçlü, yakından ise kırılgan ve hassas. İncecik, zarif boynu, tülden yapraklarıyla tüm rüzgarlara karşı koysa da dağlarda, kırlarda, beton binaların kenarlarında her zorluğa dayansa da kopardığınızda hemen ölüverir. Bir rüzgarla uçup gidecekmiş gibi narin gözükse de koparıldığında diğer çiçekler gibi, yaşamına bir bardak suda sürdürmeye de tamah etmeyecek kadar mağrur ve güçlüdür o. İsyanın ve aşkın, sevginin ve özgürlüğün dışavurumu, siyahla kırmızının huzur bulduğu yerdir gelincik. Güneşin öldürdüğü, gölgelerin koynunda büyüttüğü büyüleyici güzelliktir. Çiçekçiden alınamayan, dalından koparılamayan, koparılsa da yaşamayan yalınlık ve sadeliktir.
Tarlalarındaki coşkunun, tarhlarındaki cazibenin aksine sessizliğin çiçeğidir o. Bir kaya dibinde, taş gölgesinde, kıyıda köşede, bazen tek başına biter gelincik çiçeği. Sessiz çığlıklarla, ayrılık şarkıları söyler içli içli. Ona kısa ömür biçilmiştir. Kucaklamak, kollamak istersin, incinmesin. Ama ne tuhaf bir ironidir ki onu incitecek, yalnız sensin!
Sevgilidir, gelincik çiçeği, narindir, kırılgandır. Dalından koparılıp incinince kırılırlar, bükerler boyunlarını, sevgili gibi. Yağmura, fırtınalara dayanabilir, rüzgarlara göğüs gerebilirler. Katlanırlar şimşeklere, gök gürültülerine. Ama hoyrat bir kalp zarar verir bedenlerine. Kıymet verilmek, sevilmek isterler kendilerince, yoksa yok olup giderler, değer bilmeyen ellerde. O yüzden ya incitmemeyi bileceksin ya da dokunmadan sevmeyi öğreneceksin!
Cengiz Han bir savaş sonrası, ortalık kan gölüne dönüşmüşken oralarda gelincikler açtığını görmüş. Kavuşamayanların, kırılgan aşıkların, hassas yüreklerin çiçeği olduğu kadar şehit çiçeği gelincik aynı zamanda. Nerede bir şehit varsa, bir gelincik açmıştır derler, yanı başında!
Bilmiyorum belki de bazen kırmızı olmak lazım yeşilin içinde. Huzuru delmek bilerek, heyecanı yaşamak isteyerek! Gelincik gelincik kanamamak için, üzülmeye göze almak gerek!
Japonlar, gelincik için şöyle der; ‘Gelincik, insan ömrü gibidir. Dünü vardır, yaşamıştır. Bugünü vardır, yaşıyordur. Ama yarını belli değildir!’
Bazen sararmış bir defterin arasında çocukluk hikayesi, milyon kez nefes almamızı sağlayan anne yüzü, dalından koparılmışlığın hüznüdür. Kırmızı düşler arasında kızıl güneştir. Aşktır gelincik, masumiyet, gizem ve asalettir. Güneşin dünyayı öptüğü yerde açan çiçektir.
Bir gelinciktir, yaşam ile ölüm arasındaki o ince çizgi;
Sevmeye bilene cennet bahçesi, bilmeyene de mahşer yeri!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan