Aşkkk! ...
Hayatın içinde, bir an durup dinlenmek gibi, nefes almak gibi…
Yüzüne yerleşmiş, kimselerin görmediğini sandığın parlak kâğıtlara sarılmış kocaman bir tebessüm, yanaklardan göğe süzülen pespembe balonlar gibi…
Arkasından koşan mantığın, ona yetişmesine izin vermeyerek doludizgin koşan, soluk soluğa kalan kalp gibi; Aşkkk…
Okuyarak değil de yaşayarak öğrenilen, tıpkı hayat gibi.
Aşk belki de hayatın ta kendisi.
Kelimeler, cümleler hatta harfler bile aciz Aşk’ın önünde, yetersiz.
Aşkın kendisi de, aşka dair sözcükler de kısadır nedense; Aşk, sev, git, gel gibi.
Yirmi dokuz harften sadece üçü yeter, gözü kör, ruhu derbeder eden bu sonsuz duyguyu.
O halde sevgililer gününün, yılın en kısa ayına gelmesi bir tesadüf müdür, yoksa tek bir güne sıkıştırılmış kocaman aşklarımızın takvimdeki yeri midir?
41 kere maşallahlanmak gibi 14 kere şubatlanmak, başka aya sığmamak da olabilir, kim bilir…
Aşk şarkılarının kraliçesi Whitney Houston’un unutulmaz Bodyguard filmiyle tanıdık imkânsız aşkı, sonradan öğrendik aşkta imkânsız diye bir şey olmadığını.
Alyazmalım’da Asya; ‘Sevmek, emek ister’ dedi, sonradan ekledik; Sevmek yürek ister, emek yetmez, öyle herkes sevemez.
Kolay mı sevmek; Mangal gibi yürek ister sevmek, cesaret ister.
Kolay değildir ‘seni seviyorum’ demek; Adam işidir bu, kocaman kalp, deli bir ruh ister. Gergefte işlenen nakışın sabrıdır, emek ister.
Bazen meltemlerde savrulur, bazen cehennemde kavrulursun, bir coşarsın, bir yanarsın.
Kâh çiçekler kaplar içini kâh gözyaşları yıkar.
Sınayamazsın yalnızlığınla, dünyayı yıkarsın bir kelamına.
Takarsın gülüşünü gözlerine, giyersin kokusunu üzerine, yürürsün acının, hüznün üzerine.
En pembe düşlerinde, en siyah gerçeğinde, içindedir işte, kolay çıkmaz öyle.
Zordur sevmek, yürek ister…
Şairler, şiirlerini aşka batırıp yazarlar.
Kırmızıdır tüm şarkıların güfteleri.
Aşk, beste, yoldur aşk ve iki beden de tek kalp.
Ondandır ki o’nun kalbi başkası için attığında, sizin kalbiniz durur.
Aşk paylaşamamaktır çünkü. Aşk sahiplenmek, sahiplenilmektir.
İki yürek, tek kalbe sığmaz. Sığarsa da bunun adı aşk olmaz.
Aşk sadece onunla olmak değil, herkesi ona benzetip yerine kimseyi koyamamaktır.
Her aşk bir seçimdir aslında, vazgeçiştir değerlerinden, bazen de kendinden.
Bedeli ağırdır, çığlığı sağırdır ama sonunda kazandığın ruhunun öbür yarısıdır, varlığı varlığına armağan olandır.
Ve belki de hep dilediğin ama bir daha hiç karşılaşamayacağın asıl hayatındır.
Âşık olmakla sevmek arasındaki farkı sormuşlar, cevaplamış Şems; ‘Senin baktığına herkes bakar, ama senin onda görebildiğini herkes göremez.
Herkes âşık olabilir ama hiç kimse senin gibi sevemez. Tek fark sensin.
Seni özel kılan sevdiğin değil, sevgin…
Sözün kısası her kes aynı sevemez; Kimileri cesaretinin yettiği kadar sever, kimileri ömrünün yettiği kadar.
Yani seviyorsan hakkını verecek, kuru kuru dillendirmeyeceksin.
Benim sevdamın memleketlerinde, tanınmıyor Aşk’ın kimliğinde yazılı korkak ayetler, bundandır işte benim riyakâr sevdalara imansızlığım.
Ben bilmem nedir sevgili!
Çünkü “sevgili” dendi mi içim kıpırdamaz.
Yâr’ı bilirim ben.
Yâr deyince ırmakların buz kesip, dağların taş olduğunu.
“Yâr” dedin mi, ömrün yetmediğini.
Çok da anlatmaya hacet yok aslında, Yâr dendi mi gözlerin içi gülmüyorsa, boştur sayfalarca söz.
Ve de Yâr’la olunmayınca, yerle bir olunacağını…
Yokluğunun iki yakasını bir araya getirip varlığını iliklemiyorsa önünde, nafile.
An gelir, papatyanın son yaprağında kopar kıyamet; Sevmiyordur, o kadar işte.
Nefes gibidir, tuttuğun içinde; İçinde tuttuğun sürece senindir, bırakırsan gidecektir, bırakmazsan öldürecektir.
İşte o zaman dillendirilmemiş cümlelerle birlikte, hareket vakti gelmiştir de geçiyordur bile.
Her şeyindedir, düşündedir, dü-şü-verir.
En az zararla atlatılması gereken en doğal felaket olmuştur artık sevmek; Depremlerdedir yürek, gözleri su basmıştır.
Yeri gelir, doğruluğu bir ömür sürecek yalanlara inanmak istersin.
Nedir bu halin diye soranlara; ‘canım burnumda’ dersin, lakin kokusu burnundadır, uğraşsan da silemezsin.
Yardan düşmüşsündür, yaraların Yâr’dan armağan. Ve kim bilir sizin masalınızın kahramanı, başka bir hikâyenin figüranı olmaya gitmiştir belki de; ödünç hayatların gölgesinde, göğü, ayı ve yıldızları gömerek yüreğine.
Velhasıl aşk kapıyı çaldığında, hemen açma. Bazıları çocuklar gibi, zile basıp kaçıyor…
Öyle zamanlar olur ki; Nereye gittiğin önemini yitirir; Çünkü asıl önemli olan, yanında kiminle gittiğindir.
Kimin elini tutarak yürüdüğündür.
Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark vardır; Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Bunu zaten bilirsin, kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın, sadece bilirsin.
Öyle düşünerek de değil, ilk gördüğünde, ilk hissettiğinde.
Tüm hücrelerine kadar bilirsin, bu O ‘dur işte.
Hiç kimsenin iyi gelmediği yerden sarar yaralarını, hiç kimsenin dokunmadığı yerden kanatır sonra da.
Anlarsın ki, hiç gitmeyecekmiş gibi sevenler, hiç sevmemiş gibi gidenlermiş oysa.
Sımsıkı sarsın ki üşümesin diye beklerken yüreğini, sımsıkı tutarsın ki düşmesin…
Aşkkk; en yalın, en karmaşık, en zor, en basit…
Uğruna ciltlerce yazılıp durulsa da çok fazla kelimeye gerek yok aslında.
En basit anlatımla, karşıdan karşıya geçmek gibidir aşk; Önce sana bakacak, sonra sana, sonra yine sana bakacak.
Biraz daha derine, sol göğüs kafesine inildiğinde, duyulur aşkın tiz sesi.
Aşk kendi tarifini gayet iyi yapabilmektedir;
‘Hayatımda biri var’ demek değildir aşk, ‘birinde hayatım var’ diyebilmektir…
Cansen ERDOĞAN